Ertuğrul Özkök 'kaderini değiştiren adam'ı yazdı
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök gazetenin başına geçmesini sağlayan Erol Simavi'yle ilk görüşmelerini anlattı.
"Erol Bey" başlığı ile yazan Özkök, "kaderimi degiştiren insan" dediği Erol Simavi kadar, Hacettepe Üniversitesi'nden Hürriyet'in tepesine katettiği yolu da anlattı.
İşte o yazıdan dikkat çeken bölümler:
1985 yılının bir sonbahar günü telefonum çaldığında,
Beytepe Kampusu'ndaki odada tek başıma oturuyordum.
Oda küçüktü ve ondan da küçük masamın üzerinde, devletin verdiği
demirbaşa kayıtlı bir daktilo duruyordu.
Daktilonun üzerindeki A4 kâğıtta ilk paragrafı yazılmış bir yazı
duruyordu.
O yıllarda yayınlanan ve iki-üç yüz satan
"Oluşum" dergisine yazdığım bir yazıydı...
* * *
Küçük bir edebiyat ve akademi çevresinde tanınan genç bir
öğretim görevlisiydim.
38 yaşındaydım...
Üzerimizden 12 Eylül askeri darbesi geçmiş, hayallerimiz
resetlenmişti...
Ve arayan Hasan Pulur'du...
O günlerde Hürriyet'in az sayıda yazarından
biriydi ve bir efsaneydi.
* * *
"Ertuğrul Bey, Erol Simavi Bey sizinle görüşmek istiyor.
Size uçak biletini göndersek, İstanbul'a gelip Erol
Bey'le görüşür müsünüz?"
Erol Simavi....
Türk basınının Olimpos Dağı'nda oturan bir efsane...
Herhangi bir gazetecinin emir kipinde dinleyebileceği bir cümlenin
nazik bir dilek kipinde gelmesi, Hasan Pulur'a karşı hiç bitmeyen
onca saygımın ilk adımı oldu.
"Tabii gelirim" dedim...
Sonra yeniden aradı ve bu defa Erol Bey'in benimle Ankara'da
konuşacağını söyledi.
* * *
Parasızdım... Üniversiteden aldığım maaş, daha haftanın ilk
yarısında bitiyordu.
Tansu'nun baba evinde rahat bir hayatı vardı ve ona karşı
mahcuptum.
Gece yarılarına kadar çeviriler yapıyor, sabahları saat
05.00'te kalkıp Yankı dergisine yazılar yazıyor, oradan ders
vermeye gidiyordum.
İyi bir iş bulacağım umudu, epeydir feri kaçmış gözlerime bir
ışıltı getirmişti.
Tansu, "Hiç önemi yok Ert'im. Böyle de idare
ederiz" dedi...
Hep böyleydi... Her gece bu parasız erkeğin yatağına girdiğini bana
hiç hissettirmedi...
Ama ben o mahcubiyeti hep yaşadım.
* * *
Takım elbisemi giyip, Ankara Oteli'nin barına gittim.
Bar kalabalıktı ama Erol Simavi'yi göremedim.
Sağ taraftan bir ses geldi:
"Özkök buradayım..."
Merdivenin altında küçük bir yuvarlak masaya oturmuş beni
bekliyordu.
Yanılmıyorsam önünde bir rakı kadehi vardı.
Hemen söze girdi:
"Benim danışmanım olur musun..."
* * *
Bir saniye düşünmedim ve evet dedim.
"Ama üniversitedeki görevini bırakıp İstanbul'a
geleceksin" dedi.
Yine bir saniye bile düşünmeden evet dedim.
* * *
İstanbul'a geldim...
Küçük bir odada 8 ay oturdum. Bana danışan kimse
yoktu.
Sonra bir akşam yine telefonum çaldı.
Arayan Erol Bey'di...
"İşin bittiyse Marmara Oteli'ne gelir misin"
dedi...
Yine otelin barında yine küçük bir masadaydı.
Daha yerime oturmadan, "Şekerim, seni gazetenin yayın
koordinatörü tayin ettim" dedi.
* * *
Havada kaldım ama bu defa hemen evet demek yerine şunu
söyledim:
"Ama Erol Bey ben hayatımda hiç gazete
yapmadım..."
"Atla deve değildir şekerim. İki ayda öğrenirsin. Hadi
şimdi güzel bir yemek yiyelim, sen şaraptan anlarsın, iyi bir şarap
seç" dedi.
Erol Simavi ile tanışmam ve Hürriyet'in başına gelmem böyle
oldu.
* * *
12 Eylül dönemi henüz bitmemişti.
Tanınmayan solcu bir öğretim üyesiydim.
Ecevit'in çıkardığı Arayış ve
Yankı dergisi dışında bir gazetecilik tecrübem
yoktu.
Beni buldu...
İstanbul'a getirdi ve Türkiye'nin en büyük gazetesinin
başına oturttu...
* * *
Hep düşündüm...
Vizyon mu...
Yoksa kendine aşırı güven mi...
Yoksa, hep teknolojide yeniliği arayan gazete patronu olarak,
insanda da yeniliği arama tukusu mu...