Ertuğrul Özkök de mi o cemaatin müridi?...

Günümüz medyasında da “bir ‘like’ fazla almak” uğruna, ne dostluklar, ne arkadaşlıklar, ne insani değerler batıyor…

ADNAN BERK OKAN

Ertuğrul Özkök geçtiğimiz haftanın son iki gününde iki nefis makale yazdı…

Biri medya, diğeri siyaset sosyolojisi üzerineydi…

Cumartesi (28.06.2014) günü yayımlanan makalesinin (Medya) başlığı şöyle idi:

Pazar günü (29.06.2014) yayımlanan (Siyaset sosyolojisi) yazısına ise başlığını uygun görmüştü…

Önce “Like gazeteciliğinin Amok koşusu” başlığı altında yayımlanan makalesiyle ilgili yazacaklarım var…

Özkök, önce “Like”ı tanımlıyor…

Dijital teknolojinin ve sosyal paylaşımın hayatımıza soktuğu, Türkçe karşılığı ”Beğenmek" olan ama köşe yazarlarını acımasız, kırıcı, muhteris yapan…

Ve hatta…

“Rakiplerini düşman, okurları para kasası güzüyle” görmelerine sebep olan o tahrik edici kelimeyi…

“Hani, okuduğumuz, seyrettiğimiz bir şeyi beğeniyorsak, altındaki ‘like’ işaretini tıklıyoruz ve böylece o duyguya biz de katılıyoruz” ya...

İşte onu…

Mehmet Akif, ilk sekiz dizesinden “İstiklâl Marşı” çıkartılan ünlü şiirinin bir yerinde der ya hani:

“Bir hilâl uğruna ya Rab; ne güneşler batıyor”…

 

Ey güzel insanlar!..

Günümüz medyasında da “bir ‘like’ fazla almak” uğruna, ne dostluklar, ne arkadaşlıklar, ne insani değerler batıyor…

 Köşelerinde, okurlarını mutlu edebilmek, onların “beğenilerini” kazanabilmek için nice “masum” insan “mağdur” ediliyor; nice edep sahibinin itibarı yerlerde süründürülüyor…

Yazarımız “Like” alacak ya…

Üzerimize üzerimize mastrübasyon yapıyor…

Amman ha!...

Zannetmeyin ki bu sapık ve sapkınlar sadece iktidar medyasında var…

En az onlar kadar ve hatta daha beterleri muhalif medyada da var…

Ve…

Ertuğrul bunları medyanın “Amok Koşucuları” olarak tanımlıyor…

Bu esaret içinde hepimizin cemaatleştiğine, tarikatlaştığına, çeteleştiğine dikkat çekiyor…

Ve şöyle diyor:

“Türkiye'deki kamplaşma, kutuplaşma, makul insanların etkisini ve gücünü azaltıyor. Bu zihni tembellik içinde, gazeteciliğin ‘başarı ölçüleri’ de ortadan kalkıyor”.

 

Var ya…

Bana öfkelenen okurlar da…

Yazımın içeriğinden çok aldığı (Ya da alamadığı) “like” sayısını hatırlatıyorlar…

Önce bir güzel saydırıp, “Ama” deyip, çok “like” alan arkadaşlarımızın “like” sayılarını sokuyorlar gözlerimin içine…

Yani…

Diyorlar ki…

“Sen de Amok koşucusu ol”…

Yani…

Diyorlar ki…

“Sen de edepsizleş…”

Yani…

Diyorlar ki…

“Sen de mağdur et nice masumu”…

Yani…

Diyorlar ki…

“Sen de kır, dök, yak, yık, parçala…”

“Yok” diyorum “kalsın, ben almayayım…”

 

Ve…

Masumu mağdur edenlere karşı, onlar kadar tabii olamıyorum ama edepsizleşmeye çabalıyorum…

Alacağım bütün küfürlere göğsümü açarak…

Alamayacağım bütün “like”ları elimin tersiyle iterek…

Çünkü…

Ve biliyorum ki…

Ve hatta eminim ki…

Önünde sonunda bu gazetecilik bitecek…

Yerini, Ertuğrul’un söylediği “Anglo Sakson Gazeteciliği” alacak…

 

 

Geleyim Özkök’ün ikinci yazısına…

Yani…

“Arabanın geri vitesi olmayınca” başlığı altında yayımlananına…

“Vites”…

Bu kelime hem biz Türklerin hem de bütün insanlığın hayatına otomobille birlikte girdi…

Ama…

Bu kelime “mana/anlam” olarak “Siyaset” tarihi kadar da eskidir bence…

Ne demek istediğimi anlatacağım ama önce bu “olmazsa olmaz” şeyin, ne olduğunu hatırlayalım…

Otomobillerde motorla tekerlekler arasındaki dönüş oranını ve haliyle yolun durumuna göre (İniş, yokuş, engebe, düz, v.s.) bu ikilinin uyumlu hareket etmesini sağlayan (İleri veya geri) bir düzenektir vites

Ve…

Üzerinde “Felsefe Okulu” açılacak kadar derinliği olan bir kelimedir…

Ertuğrul Özkök dünkü Hürriyet’te “Arabanın geri vitesi olmayınca” başlığı altında yayımlanan makalesinde “Geri Vites”in ehemmiyetini o kadar güzel anlatıyordu ki; bayıldım…

 

Biliyorsunuz…

Bizim halkımızın geneli, zamanı geldiğinde otomobilini değil ama tavır ve davranışlarını geri vitese takanlara “Çok öfkelenir”…

“Kıvırtma ulan” bile der…

Oysa…

Ne “Kıvırtmak” geri vitesle anlatılabilir…

Ne “Gerdan kırmak”

Ne “Aşağıdan almak”

Ne de “U dönüşü yapmak”

“Geri Vites” aslında bir kurtuluştur…

Nice kıvırtan, gerdan kıran, aşağıdan alan ve u dönüşü yapan insan tanıdım ama geri vitesleri yoktu…

Onlar kıvırtır, gerdan kırar, aşağıdan alır ve u dönüşü yaparlarken bile ileri viteste gidiyorlardı…

Geri vites ise tehlikeyi sezince hareket yönünü değiştirmek için manevra yapabilmektir…

İlle de geri gitmek, kaçmak falan da değildir, geri vitese almak…

Bazen sağa veya sol gitmek isteseniz de otomobilinizi bir miktar geri almadan bunu başaramayabilirsiniz…

Ertuğrul yazısında, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu'nun Habsburg Hanedanı'nın vârisi Arşidük Franz Ferdinand'ın, Gavrilo Princip isimli bir Sırp üniversite öğrencisi tarafından öldürülüşünü anlatıyor…

 

Ve… Eğer…

Arşidük Franz Ferdinand’ı taşıyan otomobilin “geri vitesi” olsaydı öldürülemeyeceğini…

Belki de dünyanın “1. Dünya Savaşı” denilen o insanlık dışı vahşeti yaşamayacağına dikkat çekiyor…

Evet, evet, evet…

Olmayan “Geri Vites”…

Ve…

Milyonlarca insanın hunharca katledilişi…

Yok, hayır…

Ben Ertuğrul gibi yapmayacağım…

Yani…

Önce “Geri Vites”i ön plana çıkarıp…

Sonra da 1. Dünya Savaşı’nı başlatan cinayeti işleyen Gavrilo’nun Sırplar için bir “Kahraman” olduğunu hatırlatıp bırakmayacağım…

Ben…

O geri vitesi bugüne taşıyacak, hem Türkiye’yi hem de bütün dünyayı yönetenlere sesleneceğim…

Lütfen duygularınıza bir geri vites monte ettirmeyi unutmayınız…

Aksi halde dünyayı uçuruma sürükleyeceksiniz…

Zannetmeyin ki siz düşmeyeceksiniz o uçurumdan aşağı…

Heyhat!...

Önce sizler uçacaksınız sizler…

adnanberkokan@gmail.com