Ergun Babahan'la 'Medya günleri!'
Taraf'dan Ayça Örer, Ergun Babahan'la bir söyleşi yapmış. Röportaj medya üstüne kurulmuş ve tematik olmanın avantajlarını taşıyor.
GAZETECİLER.COM- Star yazarı Ergun Babahan son dönem özellikle medya üstüne yaptığı eleştirilerle gündemden düşmüyor. Taraf gazetesinden Ayça Örer de gündemdeki gazetecilerden Ergun Babahan'la bir röportaj yapmış. Röportaj medya üstüne kurulmuş ve tematik olmanın avantajlarını taşıyor. Babahan medya dünyasının tartışma konularını
"Türkiye’nin en büyük gazetelerinden Sabah’ın en zor yıllarında
başında olan Ergun Babahan, şu sıra yoğun çalışma temposuna ara
verdi. Şimdi yaşadıklarına uzaktan bakabilen Babahan’a göre, medya
kabuk değiştirme arifesinde.
AYÇA ÖRER: Türkiye’de gazetecilik kabuk değiştiriyor mu?
ERGUN BABAHAN: Özellikle 2000 krizinin ardından birçok kurumda
önemli değişikler yaşandı. Bankacılık sektörü tamamen sıfırlandı,
yeniden bir yapısal dönüşümden geçti. Polis teşkilatı, askerî
kurumlar arasındaki koordinasyon yeni bir biçime girdi. Bu
değişimden nasibini almayan tek yer medya oldu. Türkiye’de medya
yelpazesinde gereğinden fazla gazete, gereğinden fazla haber kanalı
var. 1985’te Dinç Bilgin’in kurmuş olduğu Sabah’ın farklı
versiyonlarını görüyoruz şu anda. Sabah’ın kurmuş olduğu sistem,
farklı siyasi görüşlere yer veriyordu, kısa haberler vardı,
mizanpajda rahattı. Sonuç olarak Habertürk birebir Sabah’ın
küçültülmüş formatı. Bütün gazetelerde benzer haberler var aslında.
Sadece yazarlar farklı oluyor. Biri tek sütun alıyor, biri içeri
atıyor, biri kapakta kullanıyor. Tek seslilik var.
Farklı olanlar medya içinde de tecrit ediliyor...
Gazete ve televizyon sahiplerinin güçlerini kullanarak zenginleşme
güdüleri öne çıktı. Özellikle çok partili koalisyonlar döneminde.
Doğan Grubu medya gücüyle büyüdü. Çok tartışılan ve üzeri kapatılan
vergi cezası bunun örneğiydi. Ha banka hortumlamışsınız, ha bir
şirketi kamuya vergi yüküyle devretmişsiniz. Doğan Grubu’nun İş
Bankası’yla ilişkileri, Dış Bank’ın alım süreci, Petrol Ofisi’nin
alım süreci, Doğan’dan bağımsız görünen kimi gazetelerin Vakıfbank
aleyhine haber yapması gazeteciliğin nasıl silah haline geldiğini
gösterdi. O dönem Petrol Ofisi’nin tamamen Doğan Grubu’na
geçmesinden önceki Vatan gazetesinin manşetlerine bakarsanız,
görürsünüz. Tam şantaj, tehdit gazeteciliği. “Sen bana bu hisseyi
devretmezsen, ben de bunu yaparım” demek. Bu, gazetecinin ruhunu
öldürüyor. Bir de buna grubun çok büyümesi eklenince, kendine sahip
olduğundan fazla bir güç atfetmeye başladı. Üniversitede kılık
kıyafet düzenleyen yasayla ilgili tartışmalar, cumhurbaşkanlığı
seçim sürecinde ya da kapatma davasında yapılan yayınlar, hatta
Ergenekon sürecinde tamamen Ergenekon’u koruyan, savcıları suçlayan
yayınlar bunun tipik örnekleriydi. Medya asli görevlerini bırakıp
başka işler yapınca duvara çarpıyor. Sabah’a da bu oldu, Tercüman’a
da bu oldu, Simavi belki de o yüzden Hürriyet’i satmak zorunda
kaldı. Bu Türkiye’de hep oluyordu ama ilk defa bu kadar ağır
çoğunluklu bir siyasi iktidar var, gücünü doğal olarak kimseyle
paylaşmak istemiyor ve medyaya da yerini göstermek istiyor. Bu
sürecin sonunda Türkiye’de medyanın yapısal bir değişimden
geçeceğine inanıyorum.
Cumhuriyet’in başından itibaren devlet/medya ilişkisi
içiçe...
Dinç bey gazetecilerin yaşam standardını yükseltti. Ama bir süre
sonra Doğan’la rekabetinde özellikle televizyon ve ölçüsüz
promosyon harcamaları döneminde rekabet edemez hale geldi. Yakın
çevresinde “Doğan’ın bankası var, ondan bu kadar güçlü” laflarını
duyunca o da bir banka alıp gücünü korumaya çalıştı. Doğan o
bankacılık serüveninden akıllıca çıktı. Türkiye’de gazetecilik
zengin olma aracı haline geldi. Onun sıkıntısını bugünlerde
çekiyoruz. Bugünkü iktidarın da kendine düşmanca bakmayan bir medya
oluşturma gayreti var.
Medya/iktidar arasında yaşanan gerginlik eleştiri düzeyinin
artmasıyla iyice yükseldi...
İki şeyi ayırmak lazım. Sisteme muhalefetle, hükümete muhalefet
arasında bugün kritik bir fark var. Hükümeti eleştirmek daha kolay,
sistemi eleştirmek daha ağır olabiliyor. İsmail Beşikçi sistemi
eleştiren bir öğretim görevlisiydi, ömrünün önemli bir bölümünü
cezaevlerinde geçirdi. Aynı şekilde, Taraf çıkana kadar asker
meselesi tabuydu. Eskiden Türkiye’de kişisel özgürlükler de, can
güvenliği de tehlikedeydi.
Doğan Grubu ile AKP gerginliğinde iktidar da kimi zaman
fütursuzlaştı.
Burası Türkiye. Bütün herkes Türkiyeliler kadar demokrat ya da
anti-demokrat. Milli Görüş geleneğinden gelen, Erbakan’ın dışında
kimsenin görüş belirtemediği bir kültür bu. Ama demokrat diye
nitelendiren CHP’de dahi bu durum var. Türkiye’de siyasiler
eleştiriden hoşlanmıyorlar. Eleştiriyle kişisel hakaret arasındaki
ince çizgiye dikkat edilmesi gerekiyor. İki ucu pis bir değnek
bu.
Doğan Medya’da en çok Hürriyet’e yansıdı bu savaş...
Laik kesimin sözcüsü oldu. Ama bunu sadece okuru tatmin etmek için
yapmıyor, hükümeti zayıflatmak, kendi eski gücünü almak kaygısı da
var. Türkiye’nin en büyük gazetesi olma iddiasındaki bir gazetenin
yayın yönetmeni başbakanla, cumhurbaşkanıyla, hükümetin önde gelen
isimleriyle biraraya gelip görüşemiyor, telefon açamıyor. Eskiden
bir telefonda başbakanla konuşan, bütün kabineyi bir davette
toplayan grup, şu anda yalnızlaşmış ve terkedilmiş durumda. Onun
sancısı da var.
Bu terk edilme sürecinde izlediği politikalar etkin ama...
Tamamen. Bir insana eleştiride bulunmak ayrı bir şey, hasmane tavır
içinde bulunmak ayrı. Bir insanın karısının kıyafetine karışmak,
“içki kaldırsana” demek, yaşam biçimi empoze etmek rencide edici.
Bugün medya grubu olarak ailenizle ilgili haber çıktığında hassas
davranıyorsanız, başbakanın, cumhurbaşkanının kendi hakkında çıkan
değerlendirmeleri kasıtlı yaptığını düşündüğü insanlara mesafe
koyma hakkı vardır.
Hürriyet’in kitle gazetesi iddiası sürüyor mu?
Hürriyet’le Sabah arasında Sabah’ın geçirdiği bunca badireye rağmen
bu kadar küçük bir tiraj farkı olması, fiyatını gönlünce
ayarlayamaması gibi konularda sıkıntısı var. Ayrıca Hürriyet
kendine dar bir alan seçti ve Türkiye’de yüzde 47 oy vermiş
insanları yok saydı. Yüzde 47’yi yok sayıyorsunuz ve kitle olma
gazetesi iddiasındasınız.
Milliyet’te de bir dönüşüm yaşanıyor şu anda...
Milliyet yaşlı. Onu ne kadar Zafer Mutlu, Tayfun Devecioğlu
değiştirecek, kaygılarım var. Vatan’la aynı kitleye hitap ediyor.
Laiklik kaygıları yüksek, küçük kent burjuvazisi. Karşılarında aynı
tabana hitap etmese de benzer bir tabana hitap eden Habertürk var.
Orada ciddi sıkıntılar yaşanacağı kesin. Milliyet’in bayii
satışının çok çok altlarda olduğunu görebiliriz.
İzmir’in dinamiği daha yüksekti
Gazetecilikte İzmir ekolü var...
Mustafa Balbay, Fatih Çekirge, Şule Talu, Türeyir Köse, Yılmaz
Özdil, İlker Sarıer, Cevher Kantarcı, Oğuz Özerdem, Güngör Mengi...
Yeni Asır çok rekabetçi bir gazeteydi. O zaman şartlarında kendi
başına 150-200 bin tiraj gücü vardı. Gece 11-11 buçukta insanlar
kuyruk olurdu yeni gazeteyi almak için. O şehirde büyümenin
avantajları var, kadın erkek ilişkilerinden tutun da, hoşgörüye
kadar. 12 Eylül öncesinde herkesin birbirini tabancayla vurduğu
zamanlarda bile, İzmir daha hoşgörülüydü. İstanbul’da gazeteciliğin
temposunun düşüklüğü şaşırtmıştı beni. İstanbul’da muhabirlerin
kendi haber çıkartma çabası pek yok.
Doğan Medya’da yönetici de okur da olmak
zor
Ergenekon davası medyaya nasıl yansıdı?
Ergenekon davasının açıklanması bütün değerleri değiştirdi aslında.
Artık bildiğimiz şeylerin perde arkasını çok net görüyoruz. Eskiden
Danıştay saldırısı “irtica baskını” diye yorumlanırken, şimdi
herhangi bir şey olduğunda, adresin kim olduğu, kimin yaptığı
bilinecek. Orhan Pamuk dava başladığında beş korumayla geziyordu,
şimdi daha özgürce yaşayabiliyor. Gazetecileri de özgürleştirdi
Ergenekon.
Bazı gazeteciler bu konuda ketum olmayı seçtiler ama...
Ergenekon’un bir parçası olması anlamında değil ama kiminin
yazarları Ergenekon’dan çıktı. O sürece, sanıklara sahip çıkarak
bir dönemin borcu ödeniyor. Özellikle Hürriyet bu role soyundu.
Cumhuriyet’in yönetim kadrosu bu olayda sanık. Yaptığı bir anlamda
nefsi müdafaa, Hürriyet’inki daha değişik bir rol.
Şimdiye kadar küçümsenen Zaman, Yeni Şafak gibi gazeteler de
rekabete girdiler...
En ilginci Zaman’ın durumu. 600 binlik bir tirajı var. Bazıları
onun toplu alınan gazeteler olduğunu söylüyor. Kırmızıçizgileri
fazla olan bir gazete. Darwin yazamazsınız, kadın resimleri
göremezsiniz, içki reklamları almaz, içinde içki olan yemek tarifi
kullanmaz. O konuda Yeni Şafak daha önde. Ama Zaman’ın renkli bir
yazar kadrosu var. Forum sayfaları başarılı.
Habertürk?
Habertürk’ün şu anda kamuyla çok işi var, patlattığı bir haberi
olmadı. Pahalı bir ürün. Tahmin ediyorum 90-100 kuruş bir
endüstriyel maliyeti var. Şu anda Hürriyet hariç bütün gazeteler
promosyonla ayakta duruyorlar. Hürriyet bile Bekir Coşkun’un
ayrılmasıyla promosyon arayışına girdi. Habertürk hem Milliyet’i,
hem Hürriyet’i, hem Vatan’ı sıkıştırıyor açıkçası. Sabah’ın yerini
alma iddiasıyla çıktı ama öbürlerini daha çok sıkıştırıyor.
Okur ne istediğini biliyor mu?
Türkiye’de gazete okuru var da gazete satın alma alışkanlığı yok.
Bunu en çok uçaklarda görüyoruz. Eğer uçakta çok gazeteyle
oturursanız, çevrenizdeki herkes sizden gazete ister. İnsanlar bir
50 kuruş verip gazete almayı akıllarına getiremezler. Doğan
gazetelerinin okuru olmak istemezdim bir de. Çünkü yöneticilerin de
kafası karışık, okura da yansıyor bu karışıklık haliyle. Şu anda
Doğan’da yönetici olmak da o gazeteleri alıp okumak da zor. Şimdi
bakınca bir Taraf çıktı. Star, Taraf kadar uçmasa da iyi işler
yapıyor, Yeni Şafak bazen iyi haberler sunuyor.
Gazeteciliği 28 Şubat’ta sorguladım
Türkiye’de medyada yönetici konumunda insan nasıl badireler
atlatıyor?
Sabah’ın Etibank macerasına kadar olan dönem çok zordu. Etibank’tan
sonra hükümetlerle iyi geçinme eğilimi ağır basmaya başladı. 28
Şubat süreci bayağı çatışmalıydı. Yine de 2000’deki krize kadar
nispeten özgür bir ortam vardı. Ama 2000’den sonra gazeteye yabancı
sermayenin girişiyle sıkıntı başladı. O açıdan bakınca en keyifli
dönemimi TMSF altında geçirdiğimi söyleyebilirim. Hiç müdahale
etmediler. İşimiz gazetenin sağ salim iyi bir fiyata satılması, hem
Bilgin’in borçlarının, hem de kamu alacağının tahsil edilmesiydi.
Çalık’ın yönetiminde belki de o gazeteleri yapamayabilirdik.
“Darbeye hayır”, “Meclisi de kapatın” gibi sert manşetler yaptık.
Ahmet Ertürk ve arkadaşları ağızlarını açıp hiçbir şey demediler
ama çok hoşnut kaldıklarını sanmıyorum. Onlara bir şey dendiyse
bile yansıtmadılar. Çok yorucu bir süreç oldu son yedi yıl benim
için. Sabah’a 2002 ağustosunda geldiğimizde tirajı düşmüştü, reklam
geliri düşmüştü, maaş ödenemez haldeydi, itibarı yoktu. O iki yıl
tamamen gazetenin tirajını yükseltme, inandırıcılığı arttırma
çabasıyla geçti. Sonuç itibariyle 450-500 bin sınırında bir gazete
oldu.
Dinç Bilgin’den TMSF’ye oradan Çalık’a geçerken insan kendini
savrulmuş hissetmiyor mu?
Çok sancılı ve yorgun bir süreç. Zaten yayın yönetmenliğini
bırakmamın temel sebepleri o yorgunluk, o yıpranmışlık. Açıkçası
Çalık çok kibar bir insan. Dışarıdan bir işadamı olarak medyanın
hassasiyetlerin farkında ve ilişkilerini belli bir düzeyde tutuyor.
Çok büyük bir sıkıntı olmadı.
Çalık Grubu da iktidara yakın olmakla suçlanıyor..
Dünyanın her yerinde gazeteler tavırlarını net bir şekilde
koyarlar. Kimse onlara yandaş ya yalaka demez. Ama bütün gazeteler
iktidarın görüşünü paylaşırsa ülke zaten renksiz bir hale gelir.
Şimdi iktidar yanlısı olmakla suçlanan yazarların hemen hepsi zaten
öteden beri böyle yazan insanlar. Ak Parti üzerinden Türkiye’nin
demokratik bir ülke olmasını savunuyorlar.
Mesleğe başladığınızda neyle karşı karşıya olduğunuzu biliyor
muydunuz?
Ben İzmir’de Yeni Asır’da başladım. Daha kavgacı bir gazetecilik
yapıyorduk. Ama 28 Şubat sonrası gazeteci olarak neyle karşı
karşıya olduğumu daha çok düşündüm, sorguladım. Hep liberal çizgide
olan bir gazetedeydik. Hiçbir zaman devleti, kurumlarını savunan
bir çizgide olmadık. Askerle ilişkilerimiz hiç kanka düzeyinde
olmadı, hep mesafeli oldu. Belki Dinç Bey başka bir gazetecilik
anlayışından gelseydi bunlar olmazdı. 28 Şubat’a kadar, Sabah
özgürlüklerden, demokrasiden yana olmuştur hep."