Ergenekoncular, Balçiçek Pamir’den ne istediler?..
Üçünü sallandıracaksın, bak bir daha yapıyorlar mı?
GAZETECİLER.COM - Nasıl başlık ama?..
Ne kadar da dikkat çekici değil
mi?..
Egzotik…
Gizemli…
“Vay anasını sayın okurlar”
falan yani…
Efendim…
“Azzzz sonra!” gibi bir şey bu başlık ama…
Gerçekten okunmaya değer bir
makale olduğu halde biraz da gazetecilik hilesi
yaptık…
Balçiçek Pamir’e adına “Ergenekon” denilen kovuşturma çerçevesinde tutuklu
bulunan 2, “Bostancı Eylemi”nden de 1 “tutuklu şüpheli”den mektup
var…
Mustafa Balbay…
Ferit Bernay…
Sevim Öztürk…
Balçiçek Pamir, her zaman olduğu gibi yaklaşıyor bu üç mektuba da: TARAFSIZ…
OBJEKTİF… VİCDANLI…
Bakınız nasıl…
Üçünü sallandıracaksın, bak bir
daha yapıyorlar mı?
CEZAEVİNDEN aldığım mektuplar beni
hüzünlendirir.
En çok zarfın üzerindeki
"Görülmüştür" ibaresi canımı yakar. Özgürlüğün alındığı ortamlarda
en tutsak kelimelermiş gibi gözükür bana. Siz yazarsınız, birileri
kelimelerinize sahip çıkar. Cümleleriniz gözetlenir.
Bugüne kadar bana gelen mektuplar
arasında en ilginci kuşkusuz Mehmet Ali Ağca imzasını taşıyordu.
Kendisiyle röportaj yapmamı ve bu röportajın hem gazete hem de
televizyonda dizi-röportaj olarak kullanılmasını isteyen Ağca'nın
megalomani fışkıran mektubu bile ruhumda bu kadar çalkantı
yaratmamıştı. Sonrasını biliyorsunuz zaten.
Rivayete göre Rabia Kazan'a da
mektup yazmıştı ve o da tamamen "gazetecilik" içgüdüsüyle gidip
görüşmüştü.
Sonra evlilik tantanaları çıktı
falan filan. Sonra bu hanımefendi verdiği tüm söyleşilerde, "Ama
benden önce Balçiçek Pamir'e de yazmıştı, izin alamadığı için
gidemedi" diye birtakım açıklamalarda bulunmuştu. Zamanı geldi
söyleyeyim. Kesinlikle haklısınız. İzin alamadım. Adalet Bakanlığı
söyleşi yapmama izin vermedi.
Ama müsterih olsun, eğer içeri
girebilseydim kendisiyle evlenme gibi bir niyetim olmayacaktı!!!
Gülümsediniz mi?
Güleriz ağlanacak halimize
aslında! Bugün elimde üç mektup var.
Balçiçek bundan sonra üç mektuptan alıntılar sunuyor…
Yürek burkan…
İç acıtan…
Henüz mahkûm olmamış üç şüphelinin
çektiği çileleri anlatan alıntılar bunlar…
En ilginci Prof. Ferit
Bernay’ın…
Hele şurası:
“Kaldı ki bir masumun haksızlığa
uğramaması için yüzlerce suçlu kurtulabilir yaklaşımı hukukun
vazgeçilmezidir.”
Geçenlerde sevgili Esre karakaş,
bir TV ekranında şöyle diyordu:
“Tutuklular hakkında ortaya atılan
iddiaların % 90’ı yalan, % 10’u doğru olsa bu bile
yeterlidir”…
Programdan sonra kendisini aradık
ve şöyle dedik:
“Yahu
Eser… O nasıl söz öyle… Eğer demokrasimizi yıkmaya yönelik eylemde
bulunanlar varsa ve bunlar kanıtlanıyorsa en ağır ceza ile mhkûm
olmalılar ama bu hiçbir zaman % 10’luk bir delille olmaz!... Bir
zanlının mahkûm olabilmesi için bin masumun yok olması” zihniyeti
despotizmde kaldı. Krallıklarda kaldı… Faşizmde kaldı… Günümüzde
tam tersi… Bir masumun haksızlığa
uğramaması için yüzlerce suçlunun kurtulması göze alınabilir”
görüşü hakim artık…
Balçiçek Pamir’in makalesi
Bernay'ın mektubu ile devam ediyor:
Bernay uzun mektubunda
birçok noktaya işaret ediyor, karşı çıkıyor ama bpnim ilginizi
çekeceğini düşündüğüm bölüm başka.
"...Çok değer verdiğim isimler
bile televizyon programlarında 'Evet Ergenekon konusunda bazı
hatalar olabilir ama böylece bir daha kimse bu tür işlere girmez'
diye yorumlarda bulunabiliyorlar.
Hani kahvelerde söylenen tarz...
'Sallandıracaksın üçünü, bak bir daha yapıyorlar mı' durumu biraz.
Kaldı ki bir masumun haksızlığa uğramaması için yüzlerce suçlu
kurtulabilir yaklaşımı hukukun vazgeçilmezidir. Peki kaybedilen
zamanı, yaratılan kuşku bulutlarını kim ve nasıl telafi edecek?
İşin tuhaf tarafı, bugün bu haksızlıklara uğrayanların çoğunun 12
Eylül'de de aynı durumla karşılaşmaları. Özgür ve aydın bir Türkiye
isteyenler, yumruk değişti ama aynı muamele ile karşılaşıyorlar.
Üzüntümüz, o zaman beraber olduğumuz aydınların, yumrukların esas
sahiplerinin hemen hemen aynı olduğunu görmezden gelmeleridir.
Geçmişlerine duyduğumuz saygıdan dolayı ben yine de onlara sevgi
besliyorum..." Gelelim son mektuba... Sevim Oztürk'ü hiç
tanımıyorum.
Ne yalan söyleyeyim, mektubuna
kadar kendisinden ve yaşadıklarından haberdar bile değildim.
Yazdıklarını okuduktan sonra küçük bir araştırma yaptım. Onu en iyi
size şöyle anlatabilirim: İstanbul Bostancı'da üç kişinin ölümüne
sebep olan eylemde polisle çatışarak ölen örgüt mensubu Orhan
Yılmazkaya'nın İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler
Fakültesi'nden arkadaşı olan iki kadından biri. Biri gazeteci Aylin
Duruoğlu, diğeri ise işkadını Sevim Öztürk.
Sevim Öztürk mektubunda, "bir
gecede nasıl terörist olduğunu" anlatıyor. Bir bölümünü
aktarıyorum: "Size sesleniyorum, hatta bağırıyorum. Çünkü aklım
takatini yitirdi. Bir sabah uyuyor olduğum evimden alındım. 13
yaşındaki oğlumla bir gece uyudum ve sabah zilime basan parmağın
zilimden ayrılmasından geçen süre içinde ben 1969 doğumlu bir çocuk
annesi, işveren Sevim Öztürk, sıradan vatandaştan teröriste
dönüştürüldüm..." Ergenekon konusundaki gözaltıları sorduğum zaman,
"Bize feriştahını 12 Mart, 12 Eylül'de uyguladılar. Kimse sesini
çıkarmıyordu ama" diyenlere katılmıyorum. Orada insanlar tutuklu.
Oradan insanların kelimeleri "Görülmüştür" ibaresiyle geliyor
ancak. Bir an önce her şeyin bitmesini istiyorum.
Suçlusu, suçsuzu belli
olsun.
Cezaevinden gelen mektuplar beni
hüzünlendiriyor.
Bu hüzün biraz da bilinmezliğin
hüznü.
Çokça da
çaresizliğin.
Eline sağlık
Balçiçek…
TARAFSIZlığın için eline
sağlık…
OBJEKTİFliğin için eline
sağlık…
VİCDANın için eline
sağlık…