Erdal Şafak Hıncal Uluç'a 'Dur!' demeli
Oysa Hıncal Uluç'un verdiği trafik kazası örneğiyle, parktaki "gasp" ya da "yağma" suçu arasında benzerlik bile yoktur...
ADNAN BERK
OKAN
Hıncal Uluç "demagoji" yapmaya bayılır...
Ve o konuda üstün yetenekleri vardır...
Çünkü tam bir entelektüel değildir ama her konuda yarımşar da olsa "bilgi" sahibidir...
Yarım entelektüeller ise ahlâki hassasiyetleri de yoksa çok rahat "demagoji" yaparlar (Tarihte en ünlü demagog Çiçeron'dur ve her konuda yarım bilgi sahibi olmasıyla tanınır)...
Hıncal Uluç Türkiye medyasının "en ünlü demagogu" olarak bugün "Adaletin bu mu Türkiye" başlığı altında yayımlanan yazısında yine müthiş bir "demagoji" örneği sergiliyor...
Ve bu arada "Olmayana Ergi Metodu"na başvuruyor...
Yani olmayan bir "varsayım"dan yola çıkarak ispat etmeye çalışıyor kendi düşüncesini...
Buna da (bunu nasıl yapabildiğine aklım ermedi) "Mukayeseli Hukuk"tan bir örnek(!) veriyor...
Önce Uluç'un itiraz ettiği bir yargılamayı aynen kendi anlatımıyla hatırlatayım...
14 yaşındaki çocuk parkta yürürken, 18 yaşındaki bir genç yolunu kesiyor. "Ayakkabılarım üç gün önce evimin önünden çalınmıştı. (Anadolu'da ayakkabılar bazen eve sokulmaz, kapıda bırakılır.) Aynen senin ayağındakilere benziyor. Birini çıkar da numarasına bakayım" diyor. Çocuk "Bunlar benim, faturası bile var" diye itiraz ediyor. Tartışma sürerken polisler geliyor. İkisini de karakola götürüyorlar. Delikanlı, çocuğun ayakkabısını zorla çıkartıp almayı istemek suçu ile savcılığa gönderiliyor. Savcı delikanlıyı gözaltına alıp mahkemeye sevk ediyor. Mahkeme tutuklu yargılama kararı veriyor.
Savcı "Nitelikli yağmaya teşebbüs" suçundan dört sene istiyor. Yargıç "Fiil teşebbüsü aşmış, gerçekleşmiştir. Polisler tesadüfen geçmeseydi, ayakkabıları alıp gitmişti" gerekçesiyle, teşebbüsten değil, yağmadan, 10 yıla mahkûm ediyor.
Hıncal Uluç bu olayı anlattıktan sonra yargı kararını şöyle eleştiriyor:
Şimdi, bu kararı kendi adalet anlayışınız, hukuk bilgileriniz, vicdanınız açısından değerlendirebilirsiniz.
Benim yıllardır İngiliz mahkemesi kararını örnek verdiğim gibi, "Bu ceza, çocukların parkta özgür ve korkusuz oynama haklarını savunmak için verilmiştir" de diyebilirsiniz.
Ben başka şey söyleyeceğim..
Mukayeseli hukuk diye bir şey var.. Ondan söz edeceğim.
İşte bu son cümleden sonra demagojinin hazırlık taşlarını döşemeye başlıyor Hıncal Uluç...
Bakın:
18 yaşındaki delikanlı, 14 yaşındaki çocuğa parkta rastlayıp, "Şu ayakkabını çıkar" diyeceğine, ehliyetsiz ve alkollü kullandığı arabasıyla kaldırıma çıkıp, orada çarpsaydı, inip yaralı olduğunu görünce orada bırakıp arabasına atlayarak kaçsaydı, giderken de, kazaya uğrayanların ayakkabıları ayaklarından fırlar ya genelde, o ayakkabıları da alsaydı, yaralı bıraktığı çocuk, kan kaybından ölseydi, ne olurdu?.
Sonra da sözü fahri müfetişlik(!) yaptığı trafik kazası örneklerine getiriyor ve şöyle diyor:
Örnek vakalar var. Belki göz altına alınır, ilk duruşmada tutuksuz yargılanmasına karar verilir, duruşma sonunda ertelenen bir seneye mahkûm olur, bir bilemedin iki ayla kurtulurdu.
Parkta "Ayakkabını çıkar" demenin cezası ise 10 sene!..
Hukukta mukayese "benzer olaylar" arasında yapılır...
Oysa Hıncal Uluç'un verdiği trafik kazası örneğiyle, parktaki "gasp" ya da "yağma" suçu arasında benzerlik bile yoktur...
Birini öldürüp parmağından yüzüğünü almakla, morgda yatan bir ölünün parmağındaki yüzüğü çalma suçunda her iki halde de soyulan "ölü" olduğu halde suç nevi olarak "aynı" değildir...
Hıncal Usta bunu bilmez mi?..
Bal gibi bilir ama bildiği gibi yorum yaparsa, demagoji alışkanlığından vazgeçmesi ve inandırıcılığını (ne yazık kiiyi demagojiler gerçek gibi algılanabilir) kaybeder...
Hıncal Usta ise inandırıcılığını gitmesindense, kişiliğinin gitmesini tercih eder...
Söylemek istediğim şu:
Bir televizyoncu nasıl ki "kardiyoloji eğitimi almamış" birini ekrana çıkarıp damar sistemi ve korunması konusunda ders verdiremezse, gazetelerin genel yayın yönetmenleri de Hıncal Uluç gibi, bilmediği bir konuda ahkâm ksenlere göz yummamalılar...
Yarım doktor nasıl ki insanı candan ederse, yarım hukukçu da insanı özgürlüğünden eder...
adnanberkokan@gmail.com
Hıncal Uluç "demagoji" yapmaya bayılır...
Ve o konuda üstün yetenekleri vardır...
Çünkü tam bir entelektüel değildir ama her konuda yarımşar da olsa "bilgi" sahibidir...
Yarım entelektüeller ise ahlâki hassasiyetleri de yoksa çok rahat "demagoji" yaparlar (Tarihte en ünlü demagog Çiçeron'dur ve her konuda yarım bilgi sahibi olmasıyla tanınır)...
Hıncal Uluç Türkiye medyasının "en ünlü demagogu" olarak bugün "Adaletin bu mu Türkiye" başlığı altında yayımlanan yazısında yine müthiş bir "demagoji" örneği sergiliyor...
Ve bu arada "Olmayana Ergi Metodu"na başvuruyor...
Yani olmayan bir "varsayım"dan yola çıkarak ispat etmeye çalışıyor kendi düşüncesini...
Buna da (bunu nasıl yapabildiğine aklım ermedi) "Mukayeseli Hukuk"tan bir örnek(!) veriyor...
Önce Uluç'un itiraz ettiği bir yargılamayı aynen kendi anlatımıyla hatırlatayım...
14 yaşındaki çocuk parkta yürürken, 18 yaşındaki bir genç yolunu kesiyor. "Ayakkabılarım üç gün önce evimin önünden çalınmıştı. (Anadolu'da ayakkabılar bazen eve sokulmaz, kapıda bırakılır.) Aynen senin ayağındakilere benziyor. Birini çıkar da numarasına bakayım" diyor. Çocuk "Bunlar benim, faturası bile var" diye itiraz ediyor. Tartışma sürerken polisler geliyor. İkisini de karakola götürüyorlar. Delikanlı, çocuğun ayakkabısını zorla çıkartıp almayı istemek suçu ile savcılığa gönderiliyor. Savcı delikanlıyı gözaltına alıp mahkemeye sevk ediyor. Mahkeme tutuklu yargılama kararı veriyor.
Savcı "Nitelikli yağmaya teşebbüs" suçundan dört sene istiyor. Yargıç "Fiil teşebbüsü aşmış, gerçekleşmiştir. Polisler tesadüfen geçmeseydi, ayakkabıları alıp gitmişti" gerekçesiyle, teşebbüsten değil, yağmadan, 10 yıla mahkûm ediyor.
Hıncal Uluç bu olayı anlattıktan sonra yargı kararını şöyle eleştiriyor:
Şimdi, bu kararı kendi adalet anlayışınız, hukuk bilgileriniz, vicdanınız açısından değerlendirebilirsiniz.
Benim yıllardır İngiliz mahkemesi kararını örnek verdiğim gibi, "Bu ceza, çocukların parkta özgür ve korkusuz oynama haklarını savunmak için verilmiştir" de diyebilirsiniz.
Ben başka şey söyleyeceğim..
Mukayeseli hukuk diye bir şey var.. Ondan söz edeceğim.
İşte bu son cümleden sonra demagojinin hazırlık taşlarını döşemeye başlıyor Hıncal Uluç...
Bakın:
18 yaşındaki delikanlı, 14 yaşındaki çocuğa parkta rastlayıp, "Şu ayakkabını çıkar" diyeceğine, ehliyetsiz ve alkollü kullandığı arabasıyla kaldırıma çıkıp, orada çarpsaydı, inip yaralı olduğunu görünce orada bırakıp arabasına atlayarak kaçsaydı, giderken de, kazaya uğrayanların ayakkabıları ayaklarından fırlar ya genelde, o ayakkabıları da alsaydı, yaralı bıraktığı çocuk, kan kaybından ölseydi, ne olurdu?.
Sonra da sözü fahri müfetişlik(!) yaptığı trafik kazası örneklerine getiriyor ve şöyle diyor:
Örnek vakalar var. Belki göz altına alınır, ilk duruşmada tutuksuz yargılanmasına karar verilir, duruşma sonunda ertelenen bir seneye mahkûm olur, bir bilemedin iki ayla kurtulurdu.
Parkta "Ayakkabını çıkar" demenin cezası ise 10 sene!..
Hukukta mukayese "benzer olaylar" arasında yapılır...
Oysa Hıncal Uluç'un verdiği trafik kazası örneğiyle, parktaki "gasp" ya da "yağma" suçu arasında benzerlik bile yoktur...
Birini öldürüp parmağından yüzüğünü almakla, morgda yatan bir ölünün parmağındaki yüzüğü çalma suçunda her iki halde de soyulan "ölü" olduğu halde suç nevi olarak "aynı" değildir...
Hıncal Usta bunu bilmez mi?..
Bal gibi bilir ama bildiği gibi yorum yaparsa, demagoji alışkanlığından vazgeçmesi ve inandırıcılığını (ne yazık kiiyi demagojiler gerçek gibi algılanabilir) kaybeder...
Hıncal Usta ise inandırıcılığını gitmesindense, kişiliğinin gitmesini tercih eder...
Söylemek istediğim şu:
Bir televizyoncu nasıl ki "kardiyoloji eğitimi almamış" birini ekrana çıkarıp damar sistemi ve korunması konusunda ders verdiremezse, gazetelerin genel yayın yönetmenleri de Hıncal Uluç gibi, bilmediği bir konuda ahkâm ksenlere göz yummamalılar...
Yarım doktor nasıl ki insanı candan ederse, yarım hukukçu da insanı özgürlüğünden eder...
adnanberkokan@gmail.com