Enver Aysever 'dedesinin gazetesi'nde yazmaya başladı
Yazısına "Dedemin gazetesine geldim" başlığını atan Aysever, önce adaşı olan dedesini anlattı; "uzun yaşadığı, namuslu yaşadı, iyi yaşadı, zamanında öldü" dediği dedesinin eğer yaşasaydı BirGün okuyacağını iddia etti:
Yazısına "Dedemin gazetesine geldim" başlığını atan Aysever, önce adaşı olan dedesini anlattı; "uzun yaşadığı, namuslu yaşadı, iyi yaşadı, zamanında öldü" dediği dedesinin eğer yaşasaydı BirGün okuyacağını iddia etti:
"Dedem öldüğünde BirGün yoktu. Dedemin gazetesine geldim. Eğer yaşıyor olsaydı, özgür bir gazeteyi okurdu. Buradaki yazarları, çalışanları ailesi sayar, sever kaygılanırdı onlar için. Boyun eğmedikleri için gururlanır, kendince katkı verirdi. Herkese düşen bir görev/ödev olduğunu bilirdi."
İşte Enver Aysever'in bugün okurla paylaştığı ilk yazısı:
"Dedem ömrünün büyük kısmını Antakya'da geçirdi. Kravatını her sabah muntazaman takan, işini ciddiyetle yapan, aydınlanma inancı tam bir memurdu. Sabah ilk iş gazeteye ulaşmak için çabalamak oluyordu. O vakitler kolay değildi bu elbet. Okur-yazar olma ısrarı, memlekete kafa patlatan bir küçük memur olmanın bilinciyle bilgiye ulaşmak istiyordu. Gazete önemli bir olanak, gereksinimdi kuşkusuz. Gazeteci dediğiyse namuslu kimselerdi...
Dedem yaşamı boyunca kadın erkek eşitliğine inandı.
Menderes ve DP'ye karşı oldu. Zalimi tanıyor, işbirlikçi, piyasacı
ve baskıcı kafayla mücadele edilmesi gerektiğine
görüyordu. Din, iman meselelerinin çok konuşulduğunda
nasıl bir sömürüye döndüğünü biliyordu. Gericiliğin nasıl kıyıcı
olduğunun farkındaydı. 27 Mayıs sonrası doğan ortamla birlikte
TİP'in önemini hemen kavramış, Fikirlerini
paylaşıyor, çocuklarını bu yapıyla tanıştırıyordu. Antakya'ya
konuşmaya gelen Aybar ve arkadaşlarına kulak
kabartmış, ülkenin ancak soldan yol alarak düzlüğe çıkacağını
biliyordu.
Gençlerin özgürlük çığlıklarını uzaktan da olsa seziyor,
işitiyordu. Deniz, Mahir, Yusuf, Hüseyin ve daha
niceleri için dertleniyor, haklı davaları için çarpıyordu kalbi.
Tıpkı Nâzım'ı sezdiği biçimde, Sabahattin
Ali'yi tanıdığı gibi, bu deli fişek, yurtsever, eşitlikçi
gençleri seviyordu. Çocuklarına tanıtmıştı bu insanları.
Yaşıtlarıyla dayanışmanın, yoldaş olmanın ne demek olduğunu
anlatmıştı. Artık Üniversiteye gidiyordu evlatları ve Demirel'in,
ardından askerin ve işbirlikçi tüm meclisin bir memleketin
geleceğini idam ettiklerini görüyor, kederleniyordu.
Gazeteler vardı kuşkusuz.
Namuslu yazarlar...
Gericiliğin karabasan gibi yol aldığı ülkede, artık
Erbakan vardı, Türkeş ve
Demirel rol dağılımı içindeydiler.
TİP'e saldırılmış, milletvekilleri dövülmüştü.
Gösteri yapma, toplantı düzenleme, konuşmak yasaktı. Rağmen DİSK
vardı, Taksim'de toplanan yüz binler. O vakit Karaoğlan'a
düşmüştü aklı. "Toprak işleyenin, su kullananın" demişti. Gönlünü
çelmişti. Hemen cinayetler işlendi ve 12 Eylül çaldı
kapıyı. Gazeteler ya yazdı ya yazamadı
gerçeği...
Evren'in 'Çakma Atatürk' hallerinden hiç hoşlanmadı. Özal'ın
sevimli bir ton ton olarak pazarlandığının ayırtındaydı. Sunalp'in
bir baş belası, figüran olduğunu gördü. Ulusu'nun kukla olduğuna
işaret etti. "Bırakınız yapsınlar..." dönemiydi. Ton Ton'un memuru
işini biliyordu ya, hayali ihracat, papatyalar falan, devri
saltanatın farkındaydı.
Yalancı özgürlükçüler palazlanmış, zorunlu din dersleri dayatılmış,
YÖK belası memleketin başına musallat olmuştu. Gören gözler
yazıyordu. Bazısı derin uykudaydı...
Dedem daha nice zalimi, sahte demokratı gördü de, bir türlü
eşit, adil, özgür bir memlekette uyuyamadan öldü. Mezarı şimdi
Antakya'da ve taşında Enver Aysever yazıyor...
Uzun yaşadı, iyi yaşadı, namuslu yaşadı ve zamanında
öldü.
Ölmeseydi çok canı yanardı.
Ali İsmail, Ahmet Atakan ve Abdullah Cömert komşu
çocukları...
Berkin hepimizin evladı değil mi?
Gezi Direnişi'nde sakat kalan, ölen
çocuklar...
Soma'da can veren işçiler, asansörde yazgıya(!) boyun
eğenler...
Peki ya kapatılan kızlar, dövülen, sövülen
kadınlar...
Cumartesi Anneleri hâlâ ağlıyor...
Roboski yarası açık...
Cenazesi kalkamayan evlatlar var...
Bir de soyulan memleket...
Dedem öldüğünde BirGün yoktu.
Bugün susan, susturulan kalemler var. Dört bir yanımızdakine düşman
bir anlayış ve tetikçileri her yanda egemen! Saray soytarıları
hayal görmekte, tacirlik yapmakta, kimisi iktidarın fantezilerine
ortak, Kabataş yalanı için kurmaca yapmakta mesela! Dedemin
gazetesine geldim. Eğer yaşıyor olsaydı, özgür bir gazeteyi okurdu.
Buradaki yazarları, çalışanları ailesi sayar, sever kaygılanırdı
onlar için. Boyun eğmedikleri için gururlanır, kendince katkı
verirdi. Herkese düşen bir görev/ödev olduğunu
bilirdi.
Bazılarının dedeleri 'köşe dönmeyi' öğretti onlara. Kabahat dedede mi, torunda mı, bilmek güç tabii! İyi okullar açılıyor, fikir adamı yetişsin diye, ortalık alabildiğine fırıldak dolu. Demek okumakla âlim olunmuyor. Fıtrat meselesi.
Dedemin gazetesine geldim.
O düşmanın bile mert olanına saygı duyardı!