Engin Ardıç'tan Yeşilçam çıkışı: Saygı göstermeyin
Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, Yeşilçam'ın eksiklerini bugünkü köşesine taşıyarak "Yeşilçam "matah" bir yer değildi benim arslan oğlum." dedi.
Türk sinemasında Yeşilçam'ın "saygıyla" anılmasına itiraz
eden Engin Ardıç, o dönemin sorunlarını köşesine taşıdı.
Engin Ardıç, Yeşilçam'a yaptığı eleştirilerin ardından Buri Bilge
Ceylan ve Ferzan Özpetek'e de şu göndermede bulundu: "Nuri Bilge
Ceylan, Ferzan Özpetek gibi "esas olarak Avrupalı
eleştirmenlereçalışan" sanatçılarımızı saymadım. Hani, Orhan
Pamuk'un "esas olarak çevirmeni Maureen'e
çalıştığı" gibi.."
İŞTE ENGİN ARDIÇ'IN O YAZISI
Sayısı günden güne artan "dizi yıldızlarından" bir genç, son oynadığı diziyle ilgili olarak "eski Yeşilçam filmlerine saygı duruşunda bulunuyoruz" demiş...
Yanlış yapıyorsunuz. Bu size para kazandırır ama saygınlık
kazandırmaz.
(Bakınız "şöhret" kazandırır
demedim, öyle bir "yıldız enflasyonu" var ki
isimlerini maşallah kimse bilmiyor, basında tanıtılmaları gerektiği
zaman "falanca
dizinin bilmemkimi" şeklinde
sunuluyorlar.)
Yeşilçam "matah" bir yer
değildi benim arslan oğlum.
"Lumpenlikten" bir türlü
kurtulamadı, "alaylılar" elinde
kaldı...
Oradan yıllarca ekmek yemiş yüzlerce lumpenin emeğine elbette
saygı gösterelim ama bir sinema gerçeği
olarak "Yeşilçam"a değil.
Kullandığı teknoloji
geriydi. "Dolly"yi, "şaryo"yu, "bum"u
bile nice sonra reklamcılardan öğrendiler. Becerip de
bir "travelling" bile çekemiyorlardı,
ellerinde ray yoktu ki...
"Dublaj" denilen çağdışı kabızlık, iyi
fotoğraf veren ama konuştuğu zaman iki cümleyi bir araya
getiremeyen yıldızlar yarattı! Yeşilçam bir türlü becerip
de "aktüel ses" çekimine
geçemedi.
Sermaye birikimi yoktu. Filmleri, taşra
işletmecileri "ısmarlama
üzerindenavans" yöntemiyle finanse
ediyorlardı. Filmler de tabii
onların "zevkine" göre
yapılıyordu.
Çünkü yapımcılar, kazandıkları parayı ya kumarda yediler, ya
metreslerine kürk aldılar ya da han yaptırdılar.
Bu durumda oyuncular da ücretlerini nakit
yerine "vadeli çek" şeklinde
alırlar, bunu
hemen "kırdırırlardı".. Böylece "reel" ücret
de düşüyor, oyuncu para kazanabilmek için senede kırk-elli filmde
çalışıyordu...
Kadrolar cahildi. Yeşilçam'da senarist olarak birşeyler
yapmaya çabalayan Orhan Kemal, Attila İlhan gibi yazarlar her
seferinde hayal kırıklığına uğradılar.
Bataklıkta çiçek yetiştirmeye çalışan Lütfi Ömer Akad, Atıf
Yılmaz, Metin Erksan gibi yönetmenler, keza...
Duygu Sağıroğlu, Erdoğan Tokatlı, Alp Zeki Heper
gibi "aydın" sinemacıları
Yeşilçam bir türlü hazmedemedi, kustu.
Onlar Yeşilçam'a birkaç numara büyük gelmişlerdi.
Taşraya bu kadar teslim olunmasa, iyi kötü bir sermaye
birikimi sağlanıp "sinemadan kazanılan para
sinemaya yatırılsa", teknoloji
yenilense, iyi film çekmek isteyen yönetmenlerin elleri kolları
bağlanmasa... Yeşilçam melodramı, İtalyan neo-realizm akımı gibi
bir
tür "Türk neo-realizmine" doğru
evrilebilirdi...
Bunu yapamadı, üstelik bir de pornoya yöneldi, öldü gitti.
Türkiye gelişmiş, Yeşilçam gelişememişti.
Şimdi, büyük ölçüde televizyon dizileri sayesinde tabii,
yeniden doğuyor.
Fakat, güzel filmler yapan ama henüz
ortaya "büyük eser" çıkaramamış
gençlerimiz, çok
şükür "Yeşilçamcı" değillerdir.
Tövbe, Çağan Irmak hariç. O geç gelmiş mükemmel bir Yeşilçam
yönetmenidir.
Keşke kırk yaş büyük olsaydı
da "Babam ve Oğlum"u ellili
yıllarda çekebilseydi...
Ama ne oluyor? O seyirciye mendil ıslattırınca, Ezel Akay
gibi son derece ilginç ve başarılı bir sanatçı güme
gidiyor.
Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek gibi "esas
olarak Avrupalı
eleştirmenlereçalışan" sanatçılarımızı
saymadım. Hani, Orhan Pamuk'un "esas olarak
çevirmeni Maureen'e
çalıştığı" gibi..