Engin Ardıç kazandı çünkü...
Bizim için ne düşünürseniz düşünün; nasıl ki haddini bildiriyorsak yeri geldiğinde... Hakkını da vereceğiz gerektiğinde...
Ne "zor iş" iş be arkadaş...
Hani adamı kıskanmasak(!) neyse...
Hatta "hakaret" bile etmişiz bir yazımızda...
O da gitmiş maaile hepimizi savcıya şikâyet etmiş...
Hemi de bir avukat ordusu tutmuş o iş için...
Kim mi?..
Engin Ardıç efendim...
Peki nasıl hakaret etmişiz arkadaşa?..
"Küfür etmeden yazsan yazılarının anlamı değişmez ama adam gibi yazmış olursun" demişiz...
Ya da buna benzer bir şeyler söylemişiz...
Ama be arkadaş...
Adam dün (15.05.2011) SABAH'ta nefis bir "Pazar" makalesi döktürmüş...
Ne yapalım şimdi?..
Kendisini "kıskanıyoruz" diye hakkını teslim etmeyelim mi?..
"Engin Ardıç kazandı" demeyelim mi?..
Valla arkadaş...
Bizim için ne düşünürseniz düşünün; nasıl ki haddini bildiriyorsak yeri geldiğinde...
Hakkını da vereceğiz gerektiğinde...
Gerçi yine "büzük" falan demeden duramamış ama...
Makalenin özü çok güzel...
Bilgi dolu...
Kimselere sataşmamış...
Ve...
Yine gerçi, 1980 öncesinde hafta arası evimize gitmeden önce hemen her akşam üstü iki (bazen dördü bulurdu) kadeh rakı içtiğimiz Divan Bar'a gelenlerin (karides kokteyli de ne yaparlardı ama?) "serseri" olduklarını yazmış...
Ve...
Meğer bizler de o "serseri" takımındanmışız ama haberimiz yokmuş...
"Bizler" dediğim bizim de aralarında bulunduğumuz sehpa (sahi yaaa... Aslında bunun doğrusu "sâhba" değil mi?... Mehmet Emin Bara, "İki gözüm sensiz, lütfet de söyle" diye başlayan Mahur şarkıda şöyle der: "... kuralım sahbayı başbaşa şöyle")...
(Yattığı yer Nur olsun) Ayhan Işık (rahmete kavuşuncaya kadar), onun taaa çocukluk arkadaşı ve benim de sevgili patronum (Allah uzun ömürler versin) ünlü sanayici Ali Ellialtıoğlu ki Erman ağabeyin (Yardelen) dünürü olur...
Neyse...
33 yıl sonra "serseri" olduğumuzu da öğrendik...
Ama olsun...
Biz yine de işimizi yapalım: