'Emret komutanım!' gazeteciliği sürecek mi?
Balyoz'un gazeteciler listesinin başlattığı tartışma derinleşiyor. Milliyet yazarı Hasan Cemal de bugün 'Emret komutanım' gazeteciliğini gündemine almış.
GAZETECİLER.COM
Balyoz'un gazeteciler listesinin başlattığı tartışma derinleşiyor. Milliyet yazarı Hasan Cemal de bugün 'Emret komutanım' gazeteciliğini gündemine almış.
“Emret komutanım!” gazeteciliği...
Bizim basında “Emret komutanım!” gazeteciliği bugün de yok değil ama bir zamanlar iyice yaygındı. ‘Esas duruşta’ gazeteciliği gazetecilik sananlar çoktu. Kimileri de ‘askerin gönüllü destekçisi’ydi, bu rolü sevmişlerdi.
ATATÜRK'ÜN EVİNE
BOMBA ATAN KONTGERİLLA NASIL VALİ OLDU?
1950’lerin başındaki 6-7 Eylül’ü, yakın tarihimizin en kepaze
sayfalarından birini, İstanbul’da gayrimüslimlere karşı işlenen
insanlık suçunu anımsayın.
Bu ‘pogrom’un fitili, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde patlayan
bir bombayla ateşlenmişti. Bir provokasyondu bu. ‘Kontrgerilla’nın,
‘derin devlet’in provokasyonu.
Atatürk’ün evine bombayı koyan kişi sonraki yıllarda valiliğe kadar
yükselen bir Türk’tü ve bir büyük gazetemizin Ankara bürosundan
geçmişti.
1960’da, 27 Mayıs darbesi.
DARBE SABAHI SUBAY ÜNİFORMASINI GİYEN GAZETECİ!
Bir büyük gazetemizin Ankara bürosunda darbe sabahı ilginç bir olay
yaşanır. Kaç zamandır muhabir olarak aralarında çalışan
gazeteci ağabeylerini darbe sabahı subay üniforması ile
karşılarında gören gazeteci milleti şaşkınlığa uğrar.
Basının 27 Mayıs öncesi darbecilerle nasıl içiçe çalıştığını
gösteren örnekler çoktur. 1960’larda, Albay Talat Aydemir’in
liderliğinde başarısız kalan 22 Şubat ve 21-22 Mayıs darbe
girişimlerinde de ‘emret komutanım gazeteciliği’ yapan meslek
büyüklerimiz hafızalarda kayıtlıdır,
12 Mart da farklı değildi.
DARBE LİDERİNE HİZMET EDEN ELİNİ ÖPEN GAZETECİLERİ
UNUTMADIK
Bunların bir bölümünde ben de vardım ‘gazeteci’ olarak. Askeri bir
darbeyi nasıl kışkırttığımızı Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli
kitabımda ayrıntılarıyla yazdım.
12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın farklı olduğu herhalde söylenemez. Darbe
liderlerine hizmet arzeden, elini öpen, anılarını redakte edebilen
anlı şanlı ‘duayen’ meslektaşlarımızı henüz unutmadık.
Bizim basın öteden beri daha çok devletle, askerle içiçe bir basın
olarak çalıştı. Seçim sandığından çıkan hükümetlere, partilere
çattı ve iş devlete, askere gelince genellikle suskunluğu tercih
etti.
Hükümetlerin, iktidar partilerinin sıkıştırılmasında ve darbe
süreçlerinin oluşturulmasında ‘gönüllü’ olarak destek görevi verdi,
‘esas duruşta gazeteciliği’ gazetecilik sandı bizim basın...
O kadar çok meslek ayıbı işlendi ki.
Askeri yönetimlerin demokrasi ve insan haklarını hiçe sayan
uygulamaları gözardı edildi. Demokrasi ve hukuk devletinin kolunu
kanadını kıran anayasal ve yasal düzenlemelere meşruiyet kılıfları
basının katkılarıyla hazırlandı.
DİYARBAKIR CEZAEVİ VAHŞETİNİ NASIL GÖRMEZDEN
GELDİK?
Şöyle bir hatırlayın, 12 Eylül’ün Diyarbakır Askeri Cezaevi’ndeki
işkencelerine, ‘faili meçhul cinayetleri’ne necip Türk basınının,
(elbette o tarihte benim yönettiğim Cumhuriyet gazetesi de dahil
olmak üzere) ne kadar yer ayırdığına...
Ne hazindir ki görmezlikten geldik.
Eğer bizler o tarihte bu insanlık suçlarını haber yapıp, bunlara
karşı sesimizi yükseltebilseydik, belki de Güneydoğu’da bu kadar
büyük bir PKK yangını çıkmayacaktı, belki de yaşanan acıların bir
sınırı olacaktı.
Yıllar yılı zarf içinde ‘kardeş payı’ halinde (bir genel yayın
yönetmeninin deyişi) gazete bürolarına ulaşan dezenformasyon
niteliğindeki haberler büyük basında zaman zaman hiç sorgulanmadan
yayınlandı, kulaklara fısıldanan sözde haberler manşete çekilerek
‘psikolojik harekat’lara bilerek alet olundu.
PATRONLAR ANKARA VE ATİNA'DA DERİN DEVLET GAZETECİLEREİNE RAZI
OLDU!
Ankara bürolarında, Atina gibi hassas başkentlerde gazetecilikten
çok ‘derin devlet’le bağı ağır basan ‘gazeteci’lerin
yerleştirilmesine genellikle razı oldu patronlar ve gazete
yönetimleri. Genelkurmay’la, MİT’le en üst seviyede temas kuran da
onlardı.
Bu ilişkiler 1980’lerde, 1990’larda tırmandıkça tırmandı. “Emret
komutanım!” gazeteciliğinin, yani gazetecilikle uzaktan yakından
ilgisi olmayan bir zihniyetin en berbat örnekleri yaşandı.
Bu bakımdan o kadar ileri gidildi ki, asker nezdinde görev yapacak
‘savunma muhabirleri’nin önce askeri akademilerde kursa tabi
tutulmaları gibi bir uygulama bile başlatıldı.
SAVUNMA MUHABİRLERİ
GAZETESİNİ DEĞİL, GAZETESİNDE ORDUYU TEMSİL EDER
OLDU!
Öylesine bir düzenleme yapıldı ki, savunma muhabiri
meslektaşlarımız sanki gazetelerin asker nezdinde değil de, askerin
gazetelerdeki temsilcileriymiş gibi bir havaya sokuldular.
Bütün bu yazdıklarımın ne anlama geldiğini öncelikle
gazetelerimizin Ankara temsilcileri, savunma muhabirleri, siyasi
habercilerle köşe yazarları ve gazete genel yayın yönetmenleriyle
patronları çok iyi bilir.
Ben de bilirim.
Çünkü ben de oralardan geçtim.
GEÇMİŞİMİZLE
HESAPLAŞMALIYIZ!
Uzun lafın kısası:
Basın olarak, medya olarak demokrasi sicilimiz hiç de iyi değil,
kötü. Asker-devlet- demokrasi üçgeninde birçok bakımdan perişanları
oynadık, eskisi kadar olmasa da oynamaya devam ediyoruz, (Elbette
medyanın bir de iktidar partileriyle, büyük iş dünyasıyla ilgili
ayağı vardır, bu yazıda, daha önce birden çok kez değindiğim bu
konuyu ayırdım)
Eğer Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin gerçekten adam
olmasını istiyorsak, ‘balyoz’lardan kalıcı olarak kurtulmak diye
ciddi bir niyetimiz varsa, bunca tecrübeden sonra artık sivil
sivilliğini, gazeteci gazeteciliğini, asker askerliğini bilsin
diyorsak, o zaman medya olarak adam olmanın kapılarını ardına
açabilmeliyiz, geçmişimizle hesaplaşarak, geçmişimizi özeleştiri
süzgecinden geçirerek...
İyi pazarlar!