Emin Çölaşan

Bugünkü Sözcü’de “Dinimizi mahvedenler” başlığı altında yayımlanan makalesinde kimi doğru şeyler yazıyor…

Doğru söylemek yetmez…

Haklı olmak da her zaman sizin “doğru” söylediğinizi göstermez…

Hem haklı olduğunuza ve hem de doğruları söylediğinize inanılması için “Tarz, tavır, üslûp” en az söyledikleriniz kadar ve hatta daha da önemlidir…

Birisine mutlak bir doğruyu aktarırken aynı zamanda ana avrat küfür de ediyorsanız, doğru söylüyor oluşunuz ya da haklılığınız kimin umurunda?..

Bu, siyasette de böyle…

Ticarette de böyle…

Medyada da…

Oğlumla birlikte maça ilk seyrettiğimiz futbol maçıydı…

Galatasaray – Beşiktaş T.S.Y.D. kupası için karşılaşıyorlardı…

1985 olmalı…

Yani oğlum henüz 7 yaşındaydı…

Prekazi o müthiş sol ayağıyla öyle şutlar atıyordu ki hepimizin heyecandan yüreğimiz ağzımıza geliyordu…

Her güzel şuttan sonra, hemen oğlumun yanında oturan Galatasaraylı taraftar Prekaziye küfür etmeye başlıyordu…

Oğlum, adamın Cevat’a öfkelendiğini zannediyordu…

Oysa taraftar Prekaziye övgü(!) düzmek için ediyordu o küfürleri…

Yani…

Eğer üslûp berbatsa, övgü ya da haklılık yergiye ve haksızlığa dönüşebilir…

Sözü Emin Çölaşana getireceğim…

Bugünkü Sözcü’de başlığı altında yayımlanan makalesinde kimi doğru şeyler yazıyor…

Birçoğunda da yerden göğe haklı…

Ama…

Üslûp berbat…

Bu ülkenin başbakanından ve dışişleri bakanından küçük isimleriyle söz ediyor…

Ve…

Onları tahkir ederken “mağdur” yerine koyarken kendisi “mağrur” rolünü oynuyor…

Elbette kaybediyor…