Elif Şafak'a mektubumdur...
Sonucu, sebebin önüne koyma… Önyargıların varsa yık, parçala çünkü sen bir roman yazarısın…
Sevgili Elif Şafak;
Dün (3 Eylül 2009) Gazete HT’de
“Sessizlikte bir nokta” başlığı altında yayımlanan makaleni
okudum…
Sitemlerinde haklı, moralini
toparlayamamakta haksızsın…
Mevlana,
Mesnevi’de, katılmadığı bir savaş
meydanında gazi olmak isteyen Sofi’nin, kendisine teslim edilen
elleri bağlı esir karşısında düştüğü aczi anlatırken şöyle
der:
“Bu kadarcık bir
tepeden korkup ölüye döndün. Önünde aşılacak dağ gibi beller var,
nasıl gideceksin?.” (Mesnevi 5. Cilt. Sayfa
306)
Sevgili Elif kızım;
Bu kadarcık eleştiri karşısında
enerjin azalır, moralin bozulur da romanlarını yayımlamaktan
vazgeçersen, yakışır mı sana?..
Sana, senin mecburiyetini anlatan
sözlerini hatırlatayım:
“Pişmelisin, pişmelisin,
pişmelisin”…
Hiç; ateşlerde yandırılıp,
çekiçlerle dövülmeseydi; sıradan bir küflü demir parçası,
Zülfikâr'a dönüşür müydü?...
Daha çok gençsin ancak yaşından
çok daha ileridesin eserlerinle…
Elbette haset edenler
olacak…
Tabii ki, eserlerinden gelen ve
ananın ak sütü gibi helâl olan telifini dillerine
dolayacaklar…
Ama görmezden, duymazdan
geleceksin…
Göz ışıktır ama bazen de insanın
başını döndürür…
Kulak sestir ama zaman gelir
cinnet geçirtir…
Aşk’ın 78. sayfasında Şems, kendisini
sevmeyen Başkadı için şöyle diyor:
“Varsın kızsın, ben ona kızgın
değilim. Hem alışkın sayılırım kadılar tarafından
sevilmemeye”…
Sen henüz bizim zamane kadıları
tarafından sevilmemeye alışık değilsin ama alışacaksın…
alışmalısın…
Yine Mesnevi’ye
döneyim.
Padişah’ın halayık tutuğu kızın
sevdiği Kuyumcu’yu hatırla…
Mevlana
ona şöyle dedirtir:
“Ben o ahuyum ki
göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı
dökmüştür.” (Mesnevi. 1. Cilt. Sayfa
17)
Şu anda sen de göbeğinde misk olan
ahu gibisin…
Nice avcı acımasızca
saldıracak…
Usanmayacaksın…
Varsın onlar sana kızsınlar, sen
onlara kızmayacaksın…
Ancak sevgili Elif
kızım;
Aynı yazında “Mevlana’yı yazmışım”
derken Şems’i de yazdığını söylemeyerek, o yüce Güneş’e haksızlık
ediyorsun…
Şems olmadan, Mevlâna; Mevlâna
olamadan Şems düşünülebilir mi?..
Tıpkı bir yazarın okursuz, okurun
da yazarsız olamayacağı gibi…
Sevgili Şafak kızım;
Bir roman yazarı; yarattığı
kahramanlarının Tanrısıdır…
Onlara önce can verir… sonra da
kişilik…
Ve en son kaderlerini
çizer…
Günahlarını, sevaplarını hep yazar
tayin eder…
Haliyle roman kahramanlarının tüm
konuşmalarını Tanrı yazar söyletir…
Aşk’ın 292. sayfasında Şems, Rumi’den
meyhaneye gitmesini, iki şişe şarap alıp gelmesini istiyor.
“Yalnız” diyerek bir ricada bulunuyor. ”Meyhaneye vardığında
alelacele şişeleri kapıp buraya gelme. Birazcık oralarda oyalan.
İnsanlarla sohbet et.”
Mevlâna
ilk başta isyan edercesine bakıyor Şems’in yüzüne
ama sonra “Pekâlâ” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Bu yaşa kadar ne meyhaneye
gittim, ne ağzıma bir damla şarap koydum. İçki içmek doğru değil
zannımca. Ama sana itimadım tam. Zira inanıyorum ki sen benden boş
yere bir şey istemezsin. Muhakkak ki görmemi istediğin bir hakikat
var. Senin hatırın için, dost, dediğin yere gideceğim. Nefsimin
ağırına gitse de, ayaklarıma zor gelse de, şanıma leke düşürse de
bu iş, o şarabı alıp senin için buraya getireceğim."
Mevlana çıkıp gittikten sonra Şems
dizlerinin üstüne çöküyor, secde ediyor ve Rumi’nin bıraktığı
tespihe sarılıyor…
Sonra da şöyle dedirtiyorsun
ona:
“ Rabbime defalarca şükrettim.
Bana böyle harikulâde bir yoldaş verdiği için dua ettim. Mevlana
coşkun bir nehirdir. Yerinde saymayan, tüm insanlığı ve varoluşu
kucaklayan, kimseye karşı bir önyargısı olmayan, hep daha öteleri
merak ve keşfeden, çağıl çağıl berrak bir nehir… benim tek yaptığım
o nehrin önündeki Seddi yıkmaktır. O kadar. Dilerim ömrü hayatı
boyunca İlahi Aşk sarhoşluğundan ayılmaz.”
Ve sevgili Şafak; sonra
Mevlana’nın meyhaneye gidişini, orada gördüklerini, yaşadıklarını
anlatıyorsun…
Roman kahramanlarına bu
konuşmaları yaptıran bir Tanrı yazara sesleniyorum:
Senden her kötü bellediğin işi
isteyen, “mutlaka kötü kişi” olacak değildir…
Sonucu, sebebin önüne
koyma…
Önyargıların
varsa yık, parçala çünkü sen bir roman
yazarısın…
Asla önyargın
olmayacak…
Sevgili Elif kızım;
Okurların senin yol arkadaşların
olduğuna göre her iki halde de; okurlarından gelecek tepkileri
anlayışla karşılayacaksın ama onları “övünç” aracı olarak köşende
yazmayacaksın…
Başkalarının (senin gibi
düşünmeyenlerin) senin okurlarının övgüleriyle değiştirecek
fikirleri olduğunu sanmıyorum…
Bütün övgüleri kalbinde ve
beyninde sakla…
Açığa vurma onları…
Ve hiç yılgınlığa
düşmeden…
Enerjini yitirmeden…
Moralini bozmadan, “Aşk” gibi
mükemmel eserlerini yazmaya devam et…
Senin işin yazmak, yeni
kahramanlara can, kişilik ve dil vermek…
Başarılarının devamını
dilerim...
Adnan Berk Okan