Ekrem Dumanlı’nın verdiği örnek
Dumanlı, medyamızın (aslında siyasetimizin, sanatımızın, sporumuzun, iş dünyamızın) içine düştüğü kör kuyuyu....
ADNAN BERK OKAN
Dün, her gün olduğu gibi yüze yakın makale okudum…
Ancak içlerinden ikisi çok dikkatimi çekti…
Makalelerin birini bizim patron Hadi Özışık yazmıştı...
Diğerini ise ZAMAN Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı...
Özışık; "Fethullah Gülen'e hakaret haber midir?" başlığı altında yayımlanan makalesinde, Yönetim Kurulu Başkanı olduğu İnternethaber ve Gazeteciler.com'u eleştiriyordu…
Neden?..
Çünkü bizim arkadaşlar; haberden haber çıkarırken bir noktaya hiç dikkat etmemişlerdi…
Hangi noktaya mı?..
Kullanılmış olabilme ihtimaline…
Haberin kaynağı internethaber ve gazeteciler.com değildi…
Ama…
internethaber ve gazeteciler.com editöeleri haberin başlığını okur okumaz o haberi görmezden gelmeleri gerektiğine karar verip yayımlamamalıydılar…
Çünkü…
Haberin başlığı şöyle idi:
"Fethullah Gülen'e ağır hakaret"…
Yani…
Haberi yapanlar bile haberde “hakaret” olduğunu kabul etmişlerdi…
Haberi yapanın bizzat “hakaret” olduğunu kabul ettiği bir haberi yayımlamak, ancak acemi bir gazetecinin düşebileceği bir hata idi…
Bizim arkadaşlar işte o toyluk hatasına düşmüşler, birileri tarafından kullanılmışlardı…
Yılların gazetecisi Hadi Özışık hem hakaret içerdiği bilindiği halde bir haberin bizde de yayımlanmasına kızmıştı hem de kardeşlerimizin (istemeden de olsa) kullanılmış olmalarına…
Neyse…
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” deyip, kardeşlerimizin bu “çirkin” haberle büyük bir deneyim sahibi olduklarına sevinerek teselli bulalım bari…
Dumanlı’nın verdiği örnek
Geleyim ikinci makaleye; yani Ekrem Dumanlı’nın dünkü Zaman’da “Nedir bu şımarıklık Allah aşkına?“ başlığı altında yayımlanan yazısına…
Dumanlı, medyamızın (aslında siyasetimizin, sanatımızın, sporumuzun, iş dünyamızın) içine düştüğü kör kuyuyu o kadar güzel tanımlıyordu ki…
Hele eski Roma'nın menhus bir geleneğini hatırlatması muhteşemdi…
Bakın nasıl:
Romalılar; önde görünen birini itibarsızlaştırmak istediklerinde önce bir iddia atarlarmış ortaya. Aslı faslı olmayan o laflara ilkin kimse inanmazmış. O yüzden tepkiyle karşılanırmış.
Ne var ki ilk yalanı inandırıcı kılmak isteyen fettan bir ekip, ikinci gün uyduruk “ayrıntılar” üzerine dedikodu üretirmiş; ta ki ilk baştaki yalan tartışılmaz bir gerçek sanılsın.
Evet…
Dumanlı’nın verdiği örnek günümüz için “cuk” oturuyor…
Dedim ya…
Sadece medyamızda değil; neredeyse bütün sektörlerde rakip yok, düşman var…
Yarışma yok; düşmanı yok etme amacı var…
Bu amaç her türlü kirli amacı (ne yazık ki) meşru kılıyor…
Tabii ki bu düşmanlıkta en çok da medya kullanılıyor…
Ya da şöyle söyleyeyim:
Düşman belledikleri rakiplerini yok etmek isteyenler önce büyük bir yalan uyduruyorlar…
Bunu önce kendilerine yakın bir medya kurumunda (o kurumun çok saygın ve yaygın olması şart değil) yayımlatıyorlar…
Sonra da kendi uydurdukları ve yayımlattıkları haberi diğer medya kanallarına da yayıp daha geniş kitleler tarafından duyulmasını sağlıyorlar…
Pardon…
Bunu medyamızda (“medya” deyince; gazete, televizyon, radyo, internet siteleri, facebook, twitter falan hepsi) sadece tek bir mahalle yapmıyor ha…
Bütün farklı mahalleler bu yöntemi ne yazık ki kullanıyorlar…
Kimisi “önümüzdeki günlerde falanca ve filanca hapse tıkılacak” diye savcılara hem de bazı meslektaşlarını adlarını vererek hedef gösteriyor ve düşmanlarının itibarını sıfırlamaya çalışıyor…
Kimileri verilmiş ve uygulanmış kimi yargı kararlarının arkasında falanca veya filanca gurup ya da cemaatin olduğu yalanını yayıyor…
Okudukça tiksiniyorum…
Tiksindikçe işimden de soğuyorum…
adnanberkokan@gmail.com