Ece Temelkuran Domuz Gribi ile savaş halinde!
Ece Temelkuran da salgının pençesine düşmüş ve yazısını Domuz Gribi'ne ayırmış. Temelkuran hastalıkla boğuşan tüm bünyeleri selamlamış ve 'direnmeye devam' demiş.
GAZETECİLER.COM
Dünyanın korkulu rüyası haline gelen Domuz Gribi beklendiği gibi Türkiye'de de etkisini göstermeye başladı. Milliyet'in muhalif yazarı Ece Temelkuran da salgının pençesine düşmüş maalesef. Bugünkü yazısını Domuz Gribi'ne ayıran Temelkuran hastalıkla boğuşan tüm bünyeleri selamlamış ve 'direnmeye devam' Bu illet nasıl bir şeydir diye merak edenler okusun bizce. Ece Temelkuran'a acil şifalar diliyoruz.
İşte bir yazarın Domuz Gribi ile kıran kırana mücadelesi...
Dayan yoldaş!
Bir avuç dolusu ilaç alarak nihayet yazmaya derman bulabildiğim
bu yazıyı tüm domuz gribi kurbanlarının şanlı direnişine
adıyorum...
Önceki gün itibarıyla domuz gribi olduğum kanaatine varıldı. İtiraf
edeyim, hastalık fazla popüler olduğu için bana bulaşmaz gibi
gelmişti. Ne bileyim, bu kadar popüler olunca hastalığı ciddiye
alamadım. Yine itiraf edeyim ki dalga geçmeye ve haber
bültenlerindeki felaket senaryolarına gülmeye başlamıştım. Elbette,
her aklı başında Türk insanı (ve Başbakan!) gibi ben de aşı
olmadım! Sonuç: İki gündür dünya gerçekliğiyle domuz gribi
gerçekliği arasında, halüsinatif bir evrende, yanımda tuvalet
kâğıdı rulosuyla yatıyorum.
Bu ‘süreçten’ çıkardığım dersleri paylaşmak isterim:
1. New Yorker’da okuduğum bir makaleye göre ‘aşıya güvensizlik’
sadece bizim mazlum halkımıza ait değil. ABD’de de vaktiyle tıpkı
bizimki gibi bir sağlık bakanı ‘Aşı olun’ dediği ve sonrasında bin
kadar insan öldüğü için Amerikan halkı da aşıdan hazzetmezmiş. Ve
fakat makaleye göre, aşıdan ölmek diye bir şey yok. Dolayısıyla
olmak gerekiyor. Nedir? Ben bakana inanmam, New Yorker’a inanırım.
Şu da var: Sağlık konusunda siyasilere duyduğum güvensizliğin son
derece sağlam dayanakları var. Nihayetinde bu memlekette
radyasyonlu çayları lıkır lıkır içip “Bak bana bir şey olmuyor”
diyen bakanlar yüzünden Karadeniz’de binlerce insan kanser oldu,
öldü.
2. Domuz gribi olmanın en kötü yanı nedir? Açıklıyorum: Televizyon
izlemek zorunda kalmak. Kitap, dergi okunamıyor zira gözlük
takılamıyor, göz sulanıyor vesaire. Dolayısıyla Türkiye
televizyonlarına maruz kaldım son 48 saattir. Sonuç? Kendini,
Batılı, çağdaş diye niteleyen TV’lerde ‘Hoppala yârim yaz geldi’
yayıncılık anlayışı hâkimken İslami televizyonlarda ha baba de baba
doktrinasyon yapılıyor. Mehtap TV’de ‘ateizmden’ kanser gibi
bahseden bir program gördüm, kanım dondu. Sunucu “Nasıl kurtuldunuz
bu dertten?” diyor, canını ateizmden zor kurtarmış konuk cevap
veriyor:
“Üç rüya gördüm!”
Komedi programı olmasını dilediğim ama olmayan onlarca program
gördüm. Ürktüm. ‘Çağdaş’ kanallardan da korktum. Tahlil mecalime
kavuştuğumda yazacağım bu konuyu.
3. Ben genellikle hastalıktan sıkıldığım için iyileşirim. Bu
sebeple iki gecedir gördüğüm kâbusları sevgiyle kucaklıyorum.
Yakında beni hastalıktan bezdirirler. Birinci rüyada sevgili Ahmet
İnsel bir çorap fabrikasında ‘artı değer’ kavramını anlatıyordu.
İzleyenler arasında soykırımcı El Beşir de vardı. Ve görüntüler
manga çizimleri olarak akıyordu! “Manga karakteri olmuşum,
ağlayanım yok” diye bir içlen, bir içlen! Bir de Diyarbakır
Cezaevi’ni gördüm. Duvarda “Türkçe konuş! Çok konuş!” yerine “Bunu
da açıklıkla ortaya koymak lazım” yazıyordu. Başbakan’ın en çok
kullandığı sözlerden biri biliyorsunuz.
4. Domuz gribinde en kritik konu, organizasyon. Belli saatlerle
tavuk suyu çorba, greyfurt suyu, ilaç, yemek vesaire getireniniz
olması gerekiyor. Yani bireysel değil, kolektif bir çaba olması
lazım. ‘Kolektif’ demişken, bu hastalığı da solculuktan kaptım
korkarım. Zira ilk hapşırığım İstanbul Üniversitesi öğrencilerine
yağmur altında destek verirken gelmişti. Hatırlıyorum.
5. Domuz gribi kafası olabilir, ilaçlara duyduğum genel güvensizlik
olabilir, ama ne zaman azıcık iyileşsem bunun greyfurt suyundan
olduğunu düşünüyorum. Dayan yoldaş! Dayan greyfurda!
Huzurlarınızdan çekiliyor, yatağıma dönüyorum.