Duyduk duymadık demeyin, bir de benden dinleyin!..

“Bacılarını aşağıladığın” yazına… Emre’yi yumurta ile taciz eden üniversiteli kızları geneleve lâyık gördüğün yazına…

ADNAN BERK OKAN

Sevgili dostlarım!..
Önce teşekkürler ve haklı olduğunuzun itirafı…
Evet…
Hafta sonu hariç yazılarımı her gün güncelliyorum…
Ama dün güncelleyemedim…
“Güncellemedim” değil, “güncelleyemedim” çünkü çok uzun zamandır ilk kez moralim bozuldu…
Çünkü sadece medyamızın değil, okurların da “zihni infisah” halinde olduklarını bizzat yaşayarak, okuyarak, tepkiler alarak görüyorum…
Medya “Gerçek doğrular” yerine “bilmemiz istenenleri” bilgi – haber – yorum diye veriyor…
Okur ise sadece işine gelenleri doğru, gelmeyenleri “yalan” olarak kabulleniyor…
Yazarlar hangi siyasal görüşten olursa olsun önüne geleni eleştiriyor ve hatta hakaret ediyor ama şu fukara birkaç satırlık “tenkit” attırdı mı kendilerine yönelik; yanıp tutuşuyor, benden kurtulmak için perendeler atıyor…
Ayıp!..
Bakın…
Benim kimseden “empati” istediğim yok…
İhtiyacım da yok…
Ama…
Eleştiriyorsanız ve hatta bunu küfrederek yapıyorsanız, “insanca eleştirileri” bari hoş göreceksiniz…

                              *

Değerli dostlarım…
Sizlerden başka dertleşeceğim kimsem yok...
Eşimleyse işim konusunda pek fazla konuşmak gelmiyor içimden…
İyi bir şey olunca paylaşıyorum da “can sıkıcı durumlar” olduğunda belli etmemeye çalışıyorum...
Birkaç gündür kırgınım…
Moralim bozuk…
O halde izin verin de sizle dertleşeyim…

                              *

Medyamızın “karpuz gibi” ortadan ikiye bölündüğünü “Çocuklar Duymasın” dizisinin 6 yaşındaki Beton Orçun’u bile öğrendi…
Ve bendeniz...
Medyamızda birbirleriyle “kanlı-bıçaklı” iki farklı cephenin “nefrette mutabık” oldukları tek kişiyim…
Çünkü...

                              *


Ekmeklerini  “Ergenekon - Balyoz” dosyalarından kaptıkları “gizli belgelerden” kazananlara ve “tutuklu paşaları” yargılama bitmeden “suçlu – darbeci - Faşist” ilân edenlere göre ben de “Ergenekoncu - Balyozcu”yum…

                              *

Resmî değilse bile gayrı resmî olarak Ergenekon ve Balyoz dosyaları şüphelilerinin avukatlığına soyunan, hemen hepsini “sütten çıkmış ak kaşık” ilân edenlere göreyse bendeniz “Dinci İktidarın Yalakası”yım…

                              *

Hâlbuki ne darbecilerle ve darbecilikle işim var…
Ne de Ergenekon ve Balyoz’la ilgim…
Hükümetin, hem de "Dinci Hükümetin" yalakasıymışım...
Pes vallahi…
Bu sitede “siyaset yasak”...
Ve ben o yasağa uyuyorum...
Türkiye demokrasi tarihinin “en önemli” siyasi kişiliklerinden ve eski başbakanlarımızdan biri olan Prof. Necmettin Erbakan hakkın rahmetine kavuştu “siyasi” diye tek kelime yorum bile yapamadım…

                              *

Değerli dostlarım;
Ahmet Altan
veya Mehmet Altan için iki satır “iyi” bir şey yazmaya göreyim…
Bu “Ergenekoncu ve Balyozcu taifesi” hemen telefona sarılıyor…
Komünist oluyorum, satılık oluyorum, vatan haini ikinci cumhuriyetçi oluyorum...
Ve...
Başbakan'ın "Yalakası" oluyorum...
Yani...
Erdoğan'ın savcılığa şikâyet ettiği, 50 bin lira maddi tazminat talebiyle aleyhinde dava açtığı Ahmet Altan için "alkışlar, kazandı" deyince; "Başbakan yalakası" oluyorum...
Hani buna da "yuh yani!" denmezse neye "Yuh yani!" denir ki...

                              *

Kimisi ise klavyelerinin başına geçip ne Ergenekonculuğumu bırakıyorlar, ne Balyozculuğumu
En değer verdiğim insanlara ettikleri küfürler de işin bir başka yürek yakıcı yanı…
Neden mi?..
Tutuklu yargılanan paşaları savunuyormuşum?..
Cevaben diyorum ki:
“O paşaları savunduğum tek cümle gösterin”…
Yok…
Gösteremiyorlar…
Neden gösteremiyorlar?..
O paşaları savunduğum yok da ondan…
Peki ne yapıyorum?..
Tutuklu yargılanmanın “hükümsüz infaz” olduğunu yazıyorum…
“Çağdışı bir Ceza uygulaması” olduğunu anlatmaya çalışıyorum gücüm yettiğince…
50 kuruşluk CD için “delil bu” denilip yıllarca hapiste tutulmalarını aklım ve vicdanım kabul etmiyor…
İşte buna kızıyorlar…
Ve “Ergenekoncu ..zevenk” oluveriyorum birden…

                              *

Ya da şikâyet ediliyorum:
“Kovun şu Ergenekoncuyu!”
Pes vallahi!..
Ahmet Altan
ve Mehmet Altan’ın fikirlerini destekleyen Ergenekoncu
TARAF’ı “Türkiye’nin En İyi Gazetesi” seçen Ergenekoncu
Salih Tuna’yı alkışlayan Ergenekoncu
Ergun Babahan’a sık sık ”kazandın” diyen Ergenekoncu
Ergenekoncu(!) Soner Yalçın’a karşı, Ergenekon karşıtı Hüseyin Gülerce’nin yanında yer alan Ergenekoncu
Ne diyeyim?...
Allah’tan bulsunlar!...

                              *

Ve…
Bu arada eleştirilerimden dolayı yargıya koşup beni şikâyet edenler de var?..
Yok efendim, siyasetçi falan değil…
Hem neden siyasetçi beni şikâyet edecek?..
Siyaset veya siyasetçi yazmıyorum ki…
O halde kim mi?..
Söyleyeyim: Engin Ardıç
Neden mi şikâyetçi?..
Kardeşime “hakaret” etmişmişim…
Hâlbuki yazdığım her “sıfat”,iltifat” amaçlıydı…

                              *

Madem davalık olduk buyur Engin’ciğim…
Yine koş ver bir dilekçe daha…
Zira…
Yine “iltifat” edeceğim…

                              *

Meselâ, "maşallah Engin" diyeceğim...
“Sanki kaybetmek için yazıyorsun” diyeceğim...
“Sanki sevimsizleşmek hastalığına duçar oldun” diyeceğim...

                              *

Engin kardeş!..
Sözü, getireceğim…
Hani başlığı “Bacı” olana…
Ama tamamı okunduğunda “Bacılarını aşağıladığın” yazına…
Emre’yi yumurta ile taciz eden üniversiteli kızları geneleve lâyık gördüğün yazına…
Sahi…
Sana göre kadın ve kız ya "öpülür" ya da “öpülür”, başka da bir işe yaramaz mı yani?..
Hayır, yazından o mana çıkıyor da…
Eğer öyleyse pes vallahi…

                              *

Neymiş?..
Emre Aköz'e yumurta atanlar "birkaç kara kuru kız"mış...
Emre keşke o kara kuru kızlardan birini öpseymiş...

                              *

Yok ya?..
O kızlar da açmış dudaklarını Emre'yi bekliyorlarmış öyle mi?..
Yuh yani Engin yuh yani (Not: “Yuh” nidadır ve hakaret içermez. ABO)...
Sitemizi takip ettiğine göre hatırlaman lâzım…
Ben o protestoda Emre Aköz’den yana tavır aldım…
Ama protestocu kızları aşağılamadım…
Çünkü beni onların kimlikleri, kişilikleri değil eylemleri ilgilendiriyordu…

                              *

Sevgili dostlarım;
Engin hiç olmazsa mahkemeye şikâyet ediyor…
Bir de patrona şikâyet edenler var kiiii…
Onlar için sözlük karıştırmaktan divaneye döndüm ama “suç unsuru” taşımayan “hukuki” bir deyim ya da kelime bulamadım…
Yok, yok, yok…
İş başa düştü…
Kendim üretmeye çalışıyorum…


Utanırlar mı acaba?..

 "Cihana sığamadı da İskender; iki metrelik toprak mekân bol geldi..."
Tam böyle değildi belki ama buna benzer bir şeydi...
Kim söylemiş?..
Ne zaman söylemiş?..
Bilmiyorum...
Belki biliyorum ama şu anda hatırlamıyorum...
Ancak...
Bu tek satırlık ama "doktora tezi" değerindeki cümleyi kimden dinlediğim şu an gibi aklımda...

                              *

Türkiye'nin yaşayan ender bilgelerinden Kasım Garipoğlu'nun ağzının içine düşercesine dinlediğim sohbetlerinden birinde ondan öğrenmiştim...
Ve Kasım Ağabey bu tek satırı öyle bir sükûnetle söylemiş, gözlerimin içine öyle bir bakmıştı ki...
Ve o anda haklarında konuştuğumuz kişileri öylesine "aciz" duruma düşürmüştü ki benim gözümde...
Kimileriniz, "sohbetin tamamını ve konusunu da anlatsana" diyebilirsiniz ama tamamını anlatsam ne olacak?..
Kim olduklarını söylesem...
Ve onlar da okusalar...
Utanacaklar mı?..
Yooo...
Utanacak olsalar, sonunda en büyük ödülü(!) iki metrelik toprak mekân olduğunu bile bile "zulüm" yapan, "adalet" diye diye adaletin ırzına geçen o insanlar yaptıklarından "pişman" mı olacaklar?..
Yoooo...
Ama dertleşmek istedim sizinle…
Erbakan Hoca'nın vefatı da üstüne gelince…
“Değer mi?” dedim ve büyük bilge Kasım Garipoğlu’nu hatırladım…
 "Cihana sığamadı da İskender; iki metrelik toprak mekân bol geldi..."

adnanberkokan@gmail.com