Dünya neleri konuşuyor? Bunlar neleri tartışıyorlar...

“Gündem” ise aslında bu ülkenin entelektüel aydınlarının hepsini utandıracak saçma sapan konulardı…

ADNAN BERK OKAN

 

Dört Bir Taraf’ı dinledim ve yine her zaman olduğu gibi moralim bozuldu…

Öncelikle; merkez medya kanallarından birinde “Üçe bir” tartışmaları kabullenemiyorum…

Yani…

“Üç muhalif, bir iktidar yanlısı”…

Ya da tam tersi:

“Üç iktidar yanlısı bir muhalif”…

Dün gece:

“Üç muhalif, bir iktidar yanlısı” idi pozisyon…

Muhalifler:

Altan Öymen

Nazlı Ilıcak

Kadri Gürsel…

İktidar yanlısı:

Nagehan Alçı…

“Gündem” ise aslında bu ülkenin entelektüel aydınlarının hepsini utandıracak saçma sapan konulardı…

Protesto ediyorum…

Ve…

Bambaşka birkaç konu üzerine yazmak istiyorum bugün…

Okunma şansımın hiç olmadığını da biliyorum ama o riski almalıyım…

 

 

Demokratik ülkeler gelişiyor, biz dönüşüyoruz…

 

Amerika’da beyaz yakalıların (Bilgi emekçileri) sayısının mavi yakalıların (Kol gücü emekçileri) sayısını geçtiği yıl, 1956-1957’dir…


Gelişiyormuşuz…

Benim dönemin çocukları için “sanal” kelimesi yoktu…

Birisi gelse ve bize içinde “sanal” kelimesi geçen bir cümle kursaydı bundan 55 yıl önce; soru sormanın utanmazlık değil akıllılık olduğunu bilenlerimiz hariç bön bön bakar kalırdık…

Ne sanalın ne olduğunu bilirdik…

Ne karşımızdakinin ne anlatmak istediğini anlardık…

Çünkü…

Bizim çocukluğumuzda hiçbir şey “sanal” değildi…

Biz tahta kılıçlarla oynardık…

Evet…

Sahici değildi o kılıçlar ama elimize alır, gözümüzle gördüğümüz düşmanımıza (Tabii ki mahalle arkadaşımıza) sallardık onları…

Bugünün çocukları ise sanal kılıçlarla sanal düşmanları öldürüyor, kafalarını koparıyor, sanal kan deryalarının içinde sanal gezintiler yapıp sanal kahramanlıklarıyla böbürleniyorlar…

Yani…

Bizler gördüğümüz düşmanı, elimizde tuttuğumuz tahta kılıçla “sanal” olarak öldürürdük…

Bugünkü çocuklar ellerinde olduğunu sandıkları kılıçları, var olduğunu hayal ettikleri düşmana karşı sallıyorlar…

Ortak nokta ölülerin sanallığı sadece…

Ve işin fenası…

Sigara içenlerin görüntüleri buzlanıyor da ekranlarda…

Ortamı kan deryasına çeviren silahlar aleni ölüm kusuyor...

Neymiş?..

Gelişiyormuşuz…
 

Türkiye’de ise halen mavi yakalıların sayısı, beyaz yakalıların sayısından çok daha fazladır…

Yani…

Amerika, Japonya ve AB’nin gelişmiş ülkelerinde endüstriyel ekonominin emek temelli olmaktan çıkıp bilgi/zihin temelli olmaya geçişi çok eskidir…

Türkiye’de ise o değişim halen gerçekleştirilemedi…

“Ne kadar çok inşaat (yol, baraj, köprü, konut, kamu binası) o kadar ekonomik büyüme” sloganı halen geçerli…

Daha da kötüsü…

Türkiye halen başörtüsü yasağını kaldırmış olmanın “en büyük değişim” olarak kabul edildiği bir eksik demokrasi ülkesi…

Oysa başörtüsü yasağının en az 60 – 70 yıl önce kaldırılmış olması gerekirdi…

Ama…

Dedim ya, Türkiye’yi hem de neredeyse hemen her dönemde merkez sağ hükümetler yönettikleri halde çağdışı başörtüsü yasağını bir türlü kaldıramadılar…

İlginçtir…

Başörtüsü yasağının tamamen ve hem de hiçbir kanuna gerek kalmadan kaldırılması Atatürkçü CHP’nin (ve hem de iktidarda bile olmadığı halde) sayesinde gerçekleştirilmiştir…

Gelin görün ki…

İktidar ve muhalefet medyası bu gerçeği gözlerden saklamak için adeta el ele veriyorlar…

Neden?..

İktidar medyası bu onuru CHP ile paylaşmak istemiyor…

Muhalefet medyası ise bu yasağın kaldırılmasının “onurlu” bir iş olmadığına inanıyor…

Ve…

Türkiye kamuoyu (Ne yazık ki) bu iki karşıt görüşlü(!) medya tarafından bilgilendiriliyor…

Seçim sandığına da işte bu bilgiler yansıyor…

 

 

 

Kara mizahtan beter….

 

İlk uydu 1957 yılında Komünist S.S.C.B. tarafından gönderildi uzaya…

Amerika ise 1958’de başardı aynı şeyi…

Ve Türkiye…

Yıl 2014…

Halen uzayda kendi üretimimiz olan bir uydumuz yok…

Ki…

90 yıllık cumhuriyet tarihimizin en hızlı değişimin/dönüşümün yaşandığı savunulan süreci olan son 12 yılda da başaramadık bunu…

Ama tartışmıyoruz bile…

Ne siyasilerimiz tartışıyor…

Ne medyamız…

Gazetelerimizde bu konu üzerine araştırma yapan yok…

Çalışması olan yok…

Buna karşılık yapılan şu:

Medyamızın bir bölümü şeriat tehlikesi yaratan bir hükümetimiz olduğu korkusunu yaymaya çalışıyor…

Diğer bölümü ise yasakların nasıl da gerekli olduğunu, yolsuzluk ve rüşvet gibi yasa dışı fillerin olduğu gerekçesiyle operasyon başlatan Yargı’nın aslında hükümete darbe yaptığını anlatıyor…

Kara mizahtan beter…