Dumanlı'ya göre Türkiye Çadır Devleti olabilir!

Türkiye nereye gidiyor? Daha özgür, daha barışçı, daha huzurlu, daha güzel günlere mi; yoksa daha yasakçı, daha kavgalı, daha güvensiz, daha kötü günlere mi?

Zaman gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, bugün köşesinde Türkiye'deki gidişi, "kadım bir dost" dediği, AK Parti'yi başından beri destekleyen ve hala Hükümete destek veren bir gazeteciye sorduğu soruyu ve aldığı yanıtı yazdı.

"Türkiye nereye gidiyor?" sorusuna hükümete tam destek veren gazeteci "kadim" dostunun da kendisi gibi "iyi bir yere gitmiyor malesef" diye yanıt verdiğini, ancak gerçeği gördüğü halde görmemiş gibi yapanlar, doğruyu ifade etmeyenler yüzünden "çadır devleti"ne savrulduğumuzu yazan Dumanlı, "Türkiye, ne “Parti Devleti” olur ne “Çadır Devleti”. Ancak oralara doğru kısmî bir savrulma söz konusu." yorumunu yapmayı da ihmal etmedi.

İşte Dumanlı'nın kaleminden Çadır devleti'ne doğru savrulan Türkiye manzarası:

"Geçenlerde kadim bir dosta rastladım. Mesleğin içinde. İktidara elinden geldiğince destek veriyor. Laf lafı açınca ona da son günlerde herkese sorduğum bir soruyu yönelttim:

Türkiye nereye gidiyor? Durdu, şaşırdı. “Dünyayı tanıyan, değişik ülkeleri ve rejimlerini yakından bilen birisi olarak öngörünü dürüstçe söyle lütfen.” dedim. Düşündü, taşındı, terledi. “Maalesef iyi bir yere gitmiyor...” deyiverdi. Aslında daha net, daha somut bir karşılık bekliyordum. Zira karşımdaki kişi, dünya sistemlerini bilen, o sistemlerin arızalarını yerinde görmüş birisiydi. Üzülerek, sıkılarak hükmünü verdi: “Maalesef dünyanın pek çok ülkesinde gördüğüme benzeyen ‘tek adam’ ve ‘tek parti’nin hükümran olduğu ve keyfîliğin toplumu parçaladığı bir noktaya doğru bir gidiş söz konusu...”

Kalbimin tam orta yerine kavurucu bir ateşin düştüğünü hissettim. ‘Kazanma kuşağında kaybetme’ bu olsa gerekti! Karşımdaki, AK Parti’ye tâ baştan beri destek veren değerli birisiydi. Parti’ye ya da lidere karşı art niyetinin olması düşünülemezdi. Ve gidişatın kötü olduğunu, demokrasiden uzaklaşıldığını, özgür dünyadan koparıldığını dünya tecrübesiyle  görüyordu.

Üzmek istemiyordum ama sormak zorundaydım: Madem ülke bambaşka bir yere savruluyor; dostlarınıza bugün söylemeniz gereken şeyleri dürüstçe ifade etmediğinizde sorumlu olacağınızı ve birkaç yıl sonra dizlerinizi döveceğinizi görmüyor musunuz? Tabii ki görüyordu gerçeği. Biliyordu başına geleceği. Ne var ki susmayı; hatta bir mücadelenin ortasında kaldığını düşünerek yanlışlar zincirine sıkışmanın getirdiği feveranla kavgayı körükleyenlerden olduğunun da farkındaydı; ancak bu kötü gidişin önüne geçemeyeceğini düşünüyor, bahanelerle kendini avutuyor ve halihazırdaki kurulu düzenin ona sağladığı avantajı bırakmak istemiyordu.

Evet; asıl sorulması gereken soru bu: Türkiye nereye gidiyor? Daha özgür, daha barışçı, daha huzurlu, daha güzel günlere mi; yoksa daha yasakçı, daha kavgalı, daha güvensiz, daha kötü günlere mi? Toplumsal gerginlik, çatlama noktasına doğru hızla mesafe alıyor. İktidar kendi gibi düşünmeyen her kitleyi -evet istisnasız her kitleyi- kendine düşman hâle getirmek için adeta seferber olmuş. “Tansiyonu düşürmek lazım...” diyenlere karşı müstehzi bir eda ile birileri “kutuplaşma”nın oya tahvil edildiğini, bu sayede seçimler kazanıldığını söylüyor. Büyük hata! Sandıktan zaferle çıkarsın çıkamazsın; o başka bir mesele. Seçimden istediğin sonucu almak için toplumda gerginliği artırmanın kalıcı izleri olur; o tahribatı zamanında görmek lazım ki “rüzgâr eken fırtına biçer” atasözüne muhatap olmayasın…

Maalesef Türkiye son birkaç yıldır patlamış lastiklerle, tutmayan frenlerle yol alıyor. Demokratik reformlar sümen altı edildi, Avrupa Birliği’ne üyelik çabası askıya alındı, yeni anayasa yapma sözü unutturuldu, hukuk devleti hedefinden cayıldı, birleştirici üslup terk edildi… Daha birkaç sene öncesine kadar dünyaya “Müslüman ve demokratik” yapısıyla örnek gösterilen bir ülke idik. O imaj gitti, yerine istihbarat fişleriyle sürgünlerin yaşandığı, hak-hukuk ve nizamın devre dışı kaldığı kaotik bir Ortadoğu ülkesi görüntüsü geldi.

Yakın zamana kadar ortaya çıkan anti-demokratik uygulamalar, bu ülkenin “Parti Devleti” olmaya doğru savrulduğunu gösteriyordu. Bu tehlike halen de devam etmektedir. Devleti adeta Parti yönetmektedir. Parti’den gelen direktifler, bilgiler, kararlar bürokratlar tarafından harfiyen icra edilmektedir. 1876’da ilk anayasasını yapmış, tâ Osmanlı döneminde bile iki kez parlamento inşa etmiş, Parti Devleti rejimini 1950’de alaşağı ederek çok partili sisteme geçmiş bir ülkenin 1930 model bir devlet yönetimine tekrar dönmesi asla söz konusu olamaz. Çoğulcu demokrasiye bu kadar alışmış büyük kitlelerin temel hak ve özgürlükleri yeniden devlete devretmesi mümkün mü? Kaldı ki dünya 30’ların, 40’ların o maceraperest ve katı rejimler dünyası değil artık…

Ortada başka bir tehlike daha var şu an: “Çadır Devleti” olma riski. Keyfîliğin hükümferma olduğu, hukukun askıya alındığı, adaletin zulüm aracına dönüştüğü bir sistemdir bu. Çadır Devleti, çadır tiyatrosuna benzer; acemi, aceleci, iğreti… Çadır Devleti’nde şeklen her şey yerli yerindedir; ama derinlikten ve estetikten mahrumdur ve her şey göstermeliktir. Parlamento orada bütün heybet ve azametiyle duruyor gibidir. Yargı, cübbeli bir kısım insanlar tarafından temsil ediliyor gibidir. Medya cafcaflı ekranları ve rengarenk gazete ve dergileriyle arz-ı endam ediyor gibidir. Ancak yönetimin ana karakterini keyfîlik tayin etmeye başlamıştır. Sistem aşiret ilişkileri üzerine bina edilmeye çalışılırsa her alana keyfîlik hâkim olmaz mı hiç? Mesela birilerinin gümbür gümbür yaptığı faaliyetleri başkaları yapamaz hale gelir. Kutlu Doğum programlarına salon kiralamak bile imkânsız hale gelirse sadece ‘Kutlu Doğum’un sahibi’ incitilmiş olmaz; aynı zamanda vatandaşlar arasında ayrımcılık suçu işlenmiş olur. Kermes düzenlemekten özel okul açmaya kadar birilerinin önü açılıyor başkalarının önüne yasaklar sıralanıyorsa devlete keyfîlik ve kibir hâkim olmuş demektir.

Türkiye, ne “Parti Devleti” olur ne “Çadır Devleti”. Ancak oralara doğru kısmî bir savrulma söz konusu. Bugün bu gerçeği görmeyen; ya da gördüğü halde susmayı tercih eden hem kendine hem ülkesine büyük zarar veriyor. Üstelik zulme rıza göstererek korkunç bir vebalin altına giriyor…"

EKREM DUMANLI'NIN TÜM YAZILARI