Dumanlı medyanın geleceğini nasıl görüyor?
Ekrem Dumanlı, dünyadaki değişimin Türk medyasına sirayet etmemesine inanamıyor.
Gazetelerin genel yayın
yönetmenleriyle söyleşi yapmak stresli bir iştir. İyi
hazırlanmanız, doğru sorular sormanız gerekir. Lakin ortaya çıkan
sonuca da katlanmanız lazım. Çünkü çıkan sonuç kimseyi memnun
etmez.
Dumanlı köşesinde yazdığı 'Tasfiye edilecek gazete(ci)ler',
'Ayakta kalacak gazete(ci)ler' başlıklı yazılarıyla
medyada bir tartışmanın da fitilini yakmıştı geçtiğimizde
günlerde.
Her kafadan bir ses çıktı bu konuda. Kimisi isimlerin ortada
olduğu listeler sıraladı. Kimisi isim vermeden ana başlıklar açtı
köşesinde. Ama bu tartışma hala süregeliyor.
Sabah Gazetesi'nden Olkan Özyurt da Ekrem Dumanlı'nın kapısını
çaldı. Aslında amacı edebiyat üzerinden bir röportaj
yapmaktı ama medyanın gündemini hareketlendiren konunun başlangıcı
Ekrem Dumanlı olduğu için, röportaj medyaya da
yöneldi.
İşte sorular ve
yanıtlar:
- Yayın yönetmenlerinin edebiyat eseri ortaya çıkarmalarına pek
alışık değiliz. Malum yayın yönetmeni olmak demek yoğun bir mesai
demek. Siz, bu hikâyeleri yazmak için nasıl zaman buldunuz?
- Gazete yöneticiliğinden fırsat buldukça yazdım. Önemli bir
kısmını seyahatlerde, özellikle uçak seyahatlerinde, otellerde ve
zaman zaman da evde yazdım. Doğru söylüyorsunuz. gazetede böyle
metinler yazmaya imkân yok. Ama zaten hikâyelerin çerçevesi hep
aklımdaydı. Sadece yazma kısmı için vakit bulmam gerekiyordu benim.
Onu da halledince kitap yayımlandı.
12 EYLÜL MEDYAYI KÖTÜ
ETKİLEDİ
- Son haftalarda medya dünyasıyla ilgili listeler yayımlıyorsunuz.
Bu liste yazıları nereden çıktı?
- Dünyanın yaşadığı değişime paralel olarak Türkiye'de de bir
değişim yaşanıyor. İnsanların bu kadar online yaşadığı bir dönemde
eskisi gibi kalmak mümkün değil. Şu anda Türkiye'deki gazetecilik
biraz 12 Eylül Darbesi'nin bir ürünüdür. Darbeden sonra basın,
siyasi olayları rahatlıkla yazamayınca politik şeyler yazmayalım
ama okuyucuyu da kaybetmeyelim diye magazine sığındı. Özel
televizyonların açılmasıyla ortalık iyice karıştı. Bu arada yalan
yanlış bir sürü haber yapıldı. Hakkınızda yapılan yalan bir haberle
ilgili tekzip yayınlatmanız çok zordu. Şimdi yasalar da, zaman da
değişti. Bu değişimin, bizi bekleyen daha büyük değişimlerin
farkında olmadan, kendi kendini hipnotize eden, kendi illüzyonuna
kendini kaptıran bir gazetecilik anlayışının sürdüğünü
düşünüyorum.
HER TÜRLÜ AYRIMCILIK SUÇ
OLMALI
- Bunu tüm medya için söylüyorsunuz sanırım.
- Evet. Bu genel bir hastalık. Siz ne kadar kendi ekibinizi bu
hastalıktan korumaya çalışsanız da virüs gelip yine bulaşabiliyor.
Lakap takmak, isim takmak, aşağılamak... Bunun bitmesi gerekiyor.
Hukuk sistemi de değişecek. Ayrımcılık ve nefret suçunun Türkiye'ye
taşınması lazım.
'NE OLDU RENGİN Mİ SOLDU?'
DİYEYİM
- Bu listelerle ilgili tartışmaları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
- Ben yalan yazanlar, söyleyenler ayakta duramayacak diyorum.
Birisi çıkıp 'Sen kimi kastediyorsun' diye feryat ediyor. 'Ne oldu
rengin mi soldu?' diyeyim. Zaman da yalan yazarsa o da ayakta
kalmayacak demektir. Ayrıca ne demem bekleniyordu? Yalana,
iftiraya, lakap takmaya, küpleri doldurmaya devam mı diyeyim? Ben
prensipler listesi yazdım. Bir başkası, başka liste yapabilir.
GAZETELER, BİRBİRİNİN
KOPYASI
- Medyanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Magazinleşme tehlikesinin altını çizdiniz ama artık medyada da bir
kutuplaşma var.
- En ciddi gazetelerin bile magazin eklerinin ya da sayfalarının
olmasını yadırgamıyorum. Yadırgadığım dünyadaki gazete modellerinin
Türkiye'ye gelmemesi. Dünyada gazeteler ya ciddi, düşünce ve
referans gazetesidir ya da bulvar gazetesi. İkisine de ihtiyaç var.
Türkiye'deki saçmalık, Türk medyası tam bir benzeşme yaşıyor.
Birbirinin kopyası bir sürü gazete var. Bir podyum haberinin hemen
yanında Irak Savaşı ile ilgili bir haber. İki haber yan yana
duramaz. Duruyorsa bir problem vardır. Ama medyanın geleceğiyle
ilgili umutluyum. Çok sesli, birbirlerinden kimlikleriyle ayrışan,
okuyucu profili belli medya kuruluşlarının olacağını düşünüyorum.
Bir de basın sektörünün kendi gerçekliğiyle sosyal gerçeklik
arasında bir uzlaşma olacağına inanıyorum.
TÜRK HALKININ YÜZDE 30'U
SOLCU
- Bu tespitinizi biraz açar mısınız?
- Türk halkının yüzde 70'i sağ, yüzde 30'u sola yatkındır. Türk
medyasında durum bunun tam tersi. Sektörel gerçeklikle sosyal
gerçeklik arasındaki bu dengesizlik büyük bir uçuruma sebebiyet
veriyor. Ama bu da normal çünkü sağ bu işlere çok kafa yormamış.
Medya üzerine yatırım yapayım falan dememiş. Şimdi sosyal
gerçekliğe yakınlaşan bir sektörel gerçeklik olduğunu düşünüyorum.
Lakin okur profili ve gazete tarzı yönünde hatlar henüz oturmadı.
Bu oturunca, her şey değişecek. Çünkü kamuoyu oluşturma etkinliği,
reklam pastasının paylaşımı değişecek.
YETENEKLİLER
DIŞLANIYOR
"Medyada, dışarıdan adam almayan, kendi içerisinde özel ilişkileri
olan, o ilişkiler ağı içerisinde olmayan insanlara yeteneklerine
rağmen yer vermeyen, bir ilginç yapının olduğunu görüyorum. Buna da
üzülüyorum"
SAĞ KESİM SANATTA GERİ
KALDI
"Fotoğrafın bütününe bakınca şunu görüyorum: 'Sağ kesim' siyasette,
ticarette, eğitimde bir yere geldi. Ama sanatta tam bir yere
gelemedi. Altyapısı üzerine düşünülmüş değil. Maalesef sağ camiada
bunu talep eden de yok"
SORUN CEMAATÇİ OLMAMAKTA...
- Ben, Zaman gazetesinin cemaatçi bir gazete olmadığını
düşünüyorum. Çünkü cemaatçi bir gazetede bu kadar farklı kesimden
insan yazamaz. Hilmi Yavuz, Şahin Alpay, Selim İleri gibi isimler
bu gazetede yazıyor. Bunu deyince 'Efendim bu isimler vitrinde
tutuluyor,' deniyor. Eğer kastedilen anlamda cemaat olsa bu
yazarlar hemen yadırganır. Çünkü o manada bir cemaat yayını
propaganda yapar. Ama siz temeldeki kitlenin de zaman zaman
yadırgayabileceği, yargılarını alt üst edebileceği yazılar
yayınlıyorsanız artık cemaatçi değilsinizdir. Cemaat dediğiniz şey
çok evrensel işler yapıyor, evrensel şeyler yaptığını iddia eden
insanlar cemaat gibi yaşıyor. Cemaat'ten kasıt da dar çerçevede,
kendi özel hiyerarşisi olan, çok küçük çapta, dış dünyaya kapalı,
küçük zümreler. Bu manada Türk medyasının değil cemaatler, küçük
küçük aşiretler şeklinde yaşadığını düşünüyorum. Olaya şöyle
bakıyorum: Cemaat mensubu olmayı bir problem olarak görmüyorum, ama
cemaatçi olmayı problemli görüyorum. Mezhep mensubu olmayı, laik
olmayı problem olarak görmüyorum ama mezhepçiliği, laikçiliği
problemli görüyorum.