'Doğrucu' Salih Tuna'nın yanlışları!..
Hangisinin kalemi daha saygılı, daha edepli?.. Emin Çölaşan ve Yılmaz Özdil'in mi yoksa Engin Ardıç'ın mı?
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Salih (Tuna);
Kalemin de kalbin de "Çok güzel"...
En azından bana göre ve sevenlerin için öyle...
Kimileri gibi "Erdoğan Yalakası" olmadığın da kesin...
Öye olsaydı milletvekilliğine diğerlerinden daha çok yakışırdın...
Ama...
Tabii ki sen de yanılıyorsun zaman zaman...
"Taraftar" olarak değil ama "taraf" olarak açtığın tek göz pencere her şeyi doğru dürüst görmeni engelliyor...
Nasıl mı?..
Anlatayım sevgili kardeşim...
Her seçim döneminde Erdoğan'la ilgili "tezvirata" sarıldıkları da doğru...
Meselâ senin de dediğin gibi:
Henüz belediye başkanı bile olmadan önce kirada oturduğu apartman dairesinin vaktiyle kaçak inşa edildiği iddiası...
Erdoğan oturduğu evin bir "gecekondu" olduğunu kendisi bizzat
söylemişti televizyon ekranlarında...
Yani senin yasallaştırmaya çalıştığın gibi bir "apartman dairesinde" oturmuyordu Erdoğan...
Gir arşive görürsün...
Öyle mütevazıydı ki oturduğu gecekondu...
Benim şahsen yüreğim yanmıştı kapısından çıkarken gördüğümde...
Ama normaldi...
Çünkü küçük bir maaşla çalışıyordu...
Rizeli hemşehrisi Kopuzlar (benim de çok eski dostlarımdır. Rize'de, Deniz Caddesi'ndeki dükkândan) Gıda'da (sucuk üretiyorlardı) muhasebe memuruydu o günlerde...
Mimar Nusret Bayraktar'ın altına verdiği mavi renklli bir Murat 124 otomobile biniyordu...
Hanımefendisi o günlerde en ucuz naylon kayışlı saatlerden takıyordu koluna...
Çünkü Erdoğan'ın aldığı maaşla ancak o kadarcık lüksü olabiliyordu...
Bugün maşallah İstanbul'un en lüks villalarından birinde oturuyorlar ailece..
Bindiği otomobiller orta halli bürokratların ve esnafın hayalinde bile göremeyeceği kadar pahalı...
Tabii hakkı...
Çünkü 3.5 yıl belediye başkanlığında, 8 yıl da başbakanlıkta çok başarılı işler yaptı...
İstanbul'un birçok semtinin kaçak inşa edilmiş olması, Recep Tayyip Erdoğan'ın da bir gecekondudan geldiği ve son yıllarda muhteşem villara sahip olduğu gerçeğini unutturmaz, unutturmamalı da...
Kültürel sınıf atlamak çok zor (hatta bazen imkânsız) olsa da "ekonomik" ve "makamsal" olarak sınıf atlamak çok kolay...
Yeter ki "kızaracak yüz" olmasın...
Yeter ki "tercih, servet edinmek" olsun...
Yeter ki kanunların delinmek için hazırlanmış birer örümcek ağı olduğu varsayılsın!..
Erdoğan'dan hesap soranlar nasıl ki "haksız" idiyseler ve yargının işini yüklenmek gibi bir edepsizliğe düçar olduysalar...
Onlara "ben ancak Allah'a hesap veririm" diyen Erdoğan da "Modern Hukuku hiçe sayarak" ayıp etmişti...
Yani...
Birincilerin edepsizliği, Erdoğan'ın "Modern Hukuka inanmadığı" gerçeğini değiştirmez...
Ama lütfen kabul et ki "o şans" giderek "karabasan"a dönüşüyor...
Cezaevleri, "elektronik posta ihabrıyla" tutuklanmış, yıllardır adil yargılanmayı bekleyen gazeteci ve emekli - muvazzaf askerle dolu...
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı "elektronik posta" ile suçlanıp, onuruyla oynanınca Başbakan, siz, ben ve bizler nasıl da üzüldük değil mi?..
Ama ben ve benim gibi çok kişi, "elektronik posta" ile tutuklu yargılanan o kişiler için de çok üzülürken Başbakan ve yanındakiler sevinçle ellerini ovuşturmadılar mı?..
Yargılanmasınlar mı?
Tabii yargılansınlar ama...
Tutukluluk hali seni hiç mi üzmüyor Salih?..
"Üzmüyor" diyorsan vicdani yönünü yanlış tanıdığıma inanır geçerim...
Kabul...
Ama...
Normal şartlarda, "Kanal İstanbul" gibi "güzel bir hayal"e "proje" denilmesi neyin nesi Salih?..
En az bir kaç tır dolusu evrak olması gerekirken "proje" diye bize bir sanal gösteri sunan Başbakan Erdoğan'ın yaptığı da zekâlarımızla "alay etmek" değilse ne?..
Ama...
SABAH & atv'nin Başbakan'ın damadının en üst düzey yönetici olduğu şirkete nasıl verildiğini de unutmadık değil mi?..
Ya da unutmamalıyız...
Ama...
Bir başka doğru daha var Salih...
Askeri ve yargısal vesayetin yerini, tek başına "Recep Tayyip Erdoğan Vesayeti"nin aldığı gerçeği...
Bunu ben söylemiyorum...
Bütün gelişmiş dünya aynı fikirde...
Sözünü ettiğin arkadaşların, adam gibi soru sormayı öğrenmelerinin mümkün olmadığını biliyorsun...
Çünkü onlar için "soru sormak" demek; senin bulunduğun mahellede de bol sayıda benzeri olanlar gibi, "işlerine geleni sormak"tır...
Ne yani?..
Mehmet Metiner ve Şamil Tayyar gazetecilik yaparken, Mustafa Mutlu ya da Ruhat Mengi'den daha mı "az taraftar"dılar?..
Tufan Türenç'ten ne istiyorsun anlayamadım...
Yahu, adamın elinde kalemi, yakasında mikrofonu var da sana cevap mı yetiştirecek?..
Ellerinde kalemi yakalarında mikrofonu olanlara sataşsana...
Ne Ahmet Altan'dan Emin Çölaşan olur ne Mehmet Barlas'tan.
Hatta, bütün taraftarlığına rağmen yazı dili son derecede efendi olan Mustafa Karaalioğlu'ndan...
Ama...
Bana "hangisinin kalemi daha saygılı, daha edepli?.. Emin ÇÖlaşan ve Yılmaz Özdil'in mi yoksa Engin Ardıç'ın mı?" diye sorsan hiç düşünmeden; "Emin Çölaşan ve Yılmaz Özdil'in" derim...
Emin Çölaşan'ın ruhunun "sağlıklı" olduğunu iddia edecek değilim...
Ama (Allah şahidimdir) küfür etme konusunda Engin Ardıç'a "çırak" bile olamaz...
Gözlerinden öperim.
Adnan
adnanberkokan@gmail.com
Sevgili Salih (Tuna);
Kalemin de kalbin de "Çok güzel"...
En azından bana göre ve sevenlerin için öyle...
Kimileri gibi "Erdoğan Yalakası" olmadığın da kesin...
Öye olsaydı milletvekilliğine diğerlerinden daha çok yakışırdın...
* * *
Her kurduğun cümlenin samimiyetinden de şüphem yok...Ama...
Tabii ki sen de yanılıyorsun zaman zaman...
"Taraftar" olarak değil ama "taraf" olarak açtığın tek göz pencere her şeyi doğru dürüst görmeni engelliyor...
Nasıl mı?..
Anlatayım sevgili kardeşim...
* * *
Türkiye'de (genellikle medyada) "Müzmin Erdoğan Düşmanı" olarak tanımlayabileceğimiz gazeteci/yazar sayısı çok fazla...Her seçim döneminde Erdoğan'la ilgili "tezvirata" sarıldıkları da doğru...
Meselâ senin de dediğin gibi:
Henüz belediye başkanı bile olmadan önce kirada oturduğu apartman dairesinin vaktiyle kaçak inşa edildiği iddiası...
* * *
İyi ama Salih'çiğim...Erdoğan oturduğu evin bir "gecekondu" olduğunu kendisi bizzat
söylemişti televizyon ekranlarında...
Yani senin yasallaştırmaya çalıştığın gibi bir "apartman dairesinde" oturmuyordu Erdoğan...
Gir arşive görürsün...
* * *
Ve...Öyle mütevazıydı ki oturduğu gecekondu...
Benim şahsen yüreğim yanmıştı kapısından çıkarken gördüğümde...
Ama normaldi...
Çünkü küçük bir maaşla çalışıyordu...
Rizeli hemşehrisi Kopuzlar (benim de çok eski dostlarımdır. Rize'de, Deniz Caddesi'ndeki dükkândan) Gıda'da (sucuk üretiyorlardı) muhasebe memuruydu o günlerde...
Mimar Nusret Bayraktar'ın altına verdiği mavi renklli bir Murat 124 otomobile biniyordu...
Hanımefendisi o günlerde en ucuz naylon kayışlı saatlerden takıyordu koluna...
Çünkü Erdoğan'ın aldığı maaşla ancak o kadarcık lüksü olabiliyordu...
* * *
Ama...Bugün maşallah İstanbul'un en lüks villalarından birinde oturuyorlar ailece..
Bindiği otomobiller orta halli bürokratların ve esnafın hayalinde bile göremeyeceği kadar pahalı...
* * *
Hakkı mı?..Tabii hakkı...
Çünkü 3.5 yıl belediye başkanlığında, 8 yıl da başbakanlıkta çok başarılı işler yaptı...
* * *
Ama be Salih...İstanbul'un birçok semtinin kaçak inşa edilmiş olması, Recep Tayyip Erdoğan'ın da bir gecekondudan geldiği ve son yıllarda muhteşem villara sahip olduğu gerçeğini unutturmaz, unutturmamalı da...
* * *
Demokrasi işte böyle bir şey...Kültürel sınıf atlamak çok zor (hatta bazen imkânsız) olsa da "ekonomik" ve "makamsal" olarak sınıf atlamak çok kolay...
Yeter ki "kızaracak yüz" olmasın...
Yeter ki "tercih, servet edinmek" olsun...
Yeter ki kanunların delinmek için hazırlanmış birer örümcek ağı olduğu varsayılsın!..
* * *
Ve sevgili Salih...Erdoğan'dan hesap soranlar nasıl ki "haksız" idiyseler ve yargının işini yüklenmek gibi bir edepsizliğe düçar olduysalar...
Onlara "ben ancak Allah'a hesap veririm" diyen Erdoğan da "Modern Hukuku hiçe sayarak" ayıp etmişti...
Yani...
Birincilerin edepsizliği, Erdoğan'ın "Modern Hukuka inanmadığı" gerçeğini değiştirmez...
* * *
Erdoğan için "Muhtar bile olamaz" diye efelenenlerin antidemokrat sevinçleri, Erdoğan'ın bir yurttaşa öfkelenip "Ananı da al git" despotizmini "masum" kılmaz Salih...* * *
Demirel'in merhum Kemal Ilıcak'ı kurtarmak için devletin gücünü kullanma pervasızlığı; oğlu "gemi sahibi olsun" diye Erdoğan'a da başbakanlıktan gelen gücünü kullanma hakkını vermez...* * *
Erdoğan'ın tek başına iktidar olması Türkiye için gerçekten büyük şanstı...Ama lütfen kabul et ki "o şans" giderek "karabasan"a dönüşüyor...
Cezaevleri, "elektronik posta ihabrıyla" tutuklanmış, yıllardır adil yargılanmayı bekleyen gazeteci ve emekli - muvazzaf askerle dolu...
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı "elektronik posta" ile suçlanıp, onuruyla oynanınca Başbakan, siz, ben ve bizler nasıl da üzüldük değil mi?..
Ama ben ve benim gibi çok kişi, "elektronik posta" ile tutuklu yargılanan o kişiler için de çok üzülürken Başbakan ve yanındakiler sevinçle ellerini ovuşturmadılar mı?..
Yargılanmasınlar mı?
Tabii yargılansınlar ama...
Tutukluluk hali seni hiç mi üzmüyor Salih?..
"Üzmüyor" diyorsan vicdani yönünü yanlış tanıdığıma inanır geçerim...
* * *
Başbakan Erdoğan'ın "Kanal İstanbul" projesini(!) açıklar açıklamaz "müteahhitlerini zengin edecek" demeye koyulanlar kesinlikle akıl ve vicdan özürlü...Kabul...
Ama...
Normal şartlarda, "Kanal İstanbul" gibi "güzel bir hayal"e "proje" denilmesi neyin nesi Salih?..
En az bir kaç tır dolusu evrak olması gerekirken "proje" diye bize bir sanal gösteri sunan Başbakan Erdoğan'ın yaptığı da zekâlarımızla "alay etmek" değilse ne?..
* * *
Birilerinin Hilton arazisi üzerinden müteahhitlik faaliyeti yürümediği için nerdeyse darbe dileneceklerini tabii ki unutmadık...Ama...
SABAH & atv'nin Başbakan'ın damadının en üst düzey yönetici olduğu şirkete nasıl verildiğini de unutmadık değil mi?..
Ya da unutmamalıyız...
* * *
Erdoğan'ın "askeri ve yargısal" vesayet rejimiyle hesaplaştığı ve hatta Orhan Pamuk'un da dediği gibi "yok ettiği" doğru...Ama...
Bir başka doğru daha var Salih...
Askeri ve yargısal vesayetin yerini, tek başına "Recep Tayyip Erdoğan Vesayeti"nin aldığı gerçeği...
Bunu ben söylemiyorum...
Bütün gelişmiş dünya aynı fikirde...
* * *
Sevgili Salih;Sözünü ettiğin arkadaşların, adam gibi soru sormayı öğrenmelerinin mümkün olmadığını biliyorsun...
Çünkü onlar için "soru sormak" demek; senin bulunduğun mahellede de bol sayıda benzeri olanlar gibi, "işlerine geleni sormak"tır...
Ne yani?..
Mehmet Metiner ve Şamil Tayyar gazetecilik yaparken, Mustafa Mutlu ya da Ruhat Mengi'den daha mı "az taraftar"dılar?..
* * *
Ve sevgili Salih;Tufan Türenç'ten ne istiyorsun anlayamadım...
Yahu, adamın elinde kalemi, yakasında mikrofonu var da sana cevap mı yetiştirecek?..
Ellerinde kalemi yakalarında mikrofonu olanlara sataşsana...
* * *
Sevgili Salih;Ne Ahmet Altan'dan Emin Çölaşan olur ne Mehmet Barlas'tan.
Hatta, bütün taraftarlığına rağmen yazı dili son derecede efendi olan Mustafa Karaalioğlu'ndan...
Ama...
Bana "hangisinin kalemi daha saygılı, daha edepli?.. Emin ÇÖlaşan ve Yılmaz Özdil'in mi yoksa Engin Ardıç'ın mı?" diye sorsan hiç düşünmeden; "Emin Çölaşan ve Yılmaz Özdil'in" derim...
Emin Çölaşan'ın ruhunun "sağlıklı" olduğunu iddia edecek değilim...
Ama (Allah şahidimdir) küfür etme konusunda Engin Ardıç'a "çırak" bile olamaz...
Gözlerinden öperim.
Adnan
adnanberkokan@gmail.com
* * *