Dinin iktidarla ve parayla imtihanını yaşıyoruz...
Ahmet Turan Alkan "Muhafazakârlardan niye itiraz yükselmiyor? Gırtlak dokuz boğum şimdi susayım ileride menfaatlerim engellenmesin diyorlar"
Türkiye’de son yıllarda yeni bir tür dindarlık mı ortaya çıkıyor?
Oturup birisi yeni bir dinî itikat formüle etmiyor. Bu, dindarlığın parayla, güçle, iktidarla imtihanı aslında. İnsanlar fıkhî düzlemdeki bazı gediklerden hareketle, kendi hareket alanlarını genişletiyorlar. Mesela şöyle bir hüküm var: “Cenabı hak nimetlerini üzerinizde görmek ister.” Bunu biraz genişletirseniz, “benim her şeye hakkım var” diye düşünürsünüz. Dinin özündeki perhiz duygusunu, yardımlaşma duygusunu, Allah’a adanmışlık duygusunu kemirirsiniz böylece. Kendinizi hâlâ dindarlık zemininde görerek yapabilirsiniz bunu üstelik.
Ciddiye aldığımız herhangi bir şey rahatlıkla dinin yerine geçebilir. Para sevgisi, evlat sevgisi, parti, etnik bağlılıklar, vatanperverlik, takım taraftarlığı... Çünkü bunların hepsinin mabetleri vardır, ritüelleri vardır, farzları, vardır vacipleri vardır, günahları, sevapları vardır. Türkiye’de futbol bu raddeye kadar geldi örneğin.
Dindarlık çeşitleniyor mu? Liberal Müslümanlar var. Şimdi buna antikapitalist Müslümanlar eklendi...
Bu çok tabii bir şey. Uzun sükûnet ve refah zamanları insanların davranışlarını değiştirir. Biz bu sürece yeni girdik. Bu tür itikat çeşitlenmelerini doğal görüyorum. Türkiye’de olanlar dünyada olanlardan farklı değil. Her yerde olduğu gibi bazı insanlar aşırıya gidecek, bazıları yanlış yorumlayacak. Bunun siyasi, kültürel yansımaları olacak. Bana yeni bir şey olacak gibi görünmüyor.
Türkiye’de şehirleşme oranı hızla artıyor. Peki, Müslümanlık aynı hızla şehirlileşebiliyor mu?
İslam şehirli bir dindir. Aslında bütün dinler şehirlidir. İnsanlar arasındaki münasebetin en karmaşık olduğu yer şehirlerdir. İnsanlar dine en fazla şehirde ihtiyaç duyarlar. İslam şehirli bir din olmanın çok iyi örneklerini verdi. Nasıl problem çözebildiğini gösterdi. Ama son iki-üç yüz yıldır bu durum tersine döndü. Türkiye’de şehirli Müslümanlık Atatürk devrimleriyle geriletildi. Bunun en somut adımı Tevhidi Tedrisat Kanunu ile medrese ve tekkelerin kapatılmasıdır. Bu kurumlar şehirli İslam’ın elektrik santralleridir. Böylece yönetim şehirli İslam’ı kolaylıkla bloke etti. Tekkelerin, medreselerin ileri gelenleri de rejime direnmediler. Yapabilecekleri başka bir şey de yoktu. O dönemde halkın yüzde sekseni köylerde yaşıyordu. Bu tabloya şehirli Müslümanlığın en güzel örneklerinin yaşandığı Balkanların kaybedilmesini de eklemek lazım. Sonra içine kapanan, dünyaya kapalı köylü bir toplum ortaya çıktı. Dinî kaynaklar susturuldu. Halkın yaşadığı İslam köyle kasaba arasında kaldı. Bu durum Milli Görüş hareketi ortaya çıkana kadar böyle sürdü. Milli Görüş hareketi köylü İslam’ı şehirlere taşıdı. Medreseli olmayan, tekke terbiyesinden geçmemiş, daha sert bir İslam’ın merkeze yürüdüğüne şahit olduk. Sünni İslam doktrini devlet himayesine alıştığı için güçlü bir itiraz oluştu. Milli Görüş hareketi bu itiraz duygusunu siyasete taşıdı.
Türkiye’de giderek sertleşen bir yaşam tarzı tartışması var. Anadolu’da bazı yerlerde içki satışları yasaklanıyor, İstanbul’da örneğin Üsküdar’da yılların içkili lokantaları birden bire içkisiz olmaya karar veriyor. Son gerilim kaynağı da kürtaj tartışmaları... Tehlikeli bir noktada mıyız?
Hayır, tehlikeli bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Bazı insanların içki içme arzusu da, bazılarının içkili lokantada yemek yememe isteği de son derece tabii. Bunlar Türkiye’de çatışıyor gibi görünüyor ama bence bu problem çoktan halledildi. Ben içki içmediğim için Üsküdar’da kapanan içkili lokantaları bilmiyorum. Ama burada kapanıyorsa, şuradan vapura binersiniz, karşıya geçip alâsını içerseniz. Burası özel bir semt. Türkiye’de biz her şeye din üzerinden bakıyoruz ama asıl problem sosyolojiktir. Hayat tarzları farklılaşıyor bu da dine yansıyor. Adam para kazanıyor, yaşam tarzı değişiyor, denetimsiz yaşamak istiyor. Kimse bana karışmasın diyor. Ama dünyada böyle bir ülke yok. Her yerde bir takım kısıtlamalar var.
Artık muhafazakârlar da para kazanıyor.
Evet kazanıyor. Bu talepler çatışır mı? Çatışabilir. Ama Türkiye bu çatışmaları önleyecek tampon mekanizmaları üretiyor. Örneğin yeni anayasa. Demokratikleşme talebini Türkiye’de muhafazakâr kesim destekledi. Halkın yüzde 58’i daha muhafazakâr bir anayasa yapılsın diye oy vermedi, daha demokratik bir anayasa yapılsın diye oy verdi. Demokratik teamüller içinde herkes birbirinin hayatına saygı duyacak. Bunlar yeni şeyler değil. Hürriyetin ne olduğu Stuart Mill’den beri bellidir. Ben genel anlamda dert edineceğimiz bir çatışma görmüyorum.
Yaşam tarzına karışma anlamında hükümete yönelik bir eleştiriniz yok mu? Hükümet modern yaşam tarzına sahip olan kesimlere karşı bir parça “rövanşist” davranmıyor mu?
Var tabii. Hükümet değişen siyasi tansiyona göre küçük dokunuşlar yapıyor. Mesela kürtaj tam böyle bir şey. Sağlık Bakanı’nın bile konudan haberi yoktu. Neden? Çünkü o günlerde Uludere nedeniyle gündem değiştirmeye ihtiyacı vardı. Yarın bir başka konu olur. Danışmanlar bunun için vardır. Oyalama taktikleri, ricat taktikleri... Bunlar için danışman kullanılır. Ben hükümetin kürtajı, sezaryeni yasaklayacağını zannetmiyorum. Çünkü böyle yaparsa hükümet kendi altını oyar, Hükümet demokrasi, özgürlükler vaat ederek geldi.
Şimdi tıkandı mı?
Hayır tıkınmadı. Hükümet hâlâ güvenilmez bir bürokrasiyle çalışmak zorunda. İl, ilçe teşkilatlarınızı tamamlayabilirsiniz ama bütün bürokrasiyi bir anda değiştiremezsiniz. Bence Uludere bunun en dramatik örneğiydi. Hükümet Uludere’de fena halde darbe aldı. O darbenin nereden geldiğini biliyor ama bize söylemiyor.
Siz Başbakan’ın Çamlıca’ya yaptıracağını söylediği camiyi istemediğinizi açık açık açık yazdınız. Ancak muhafazakâr medyada hükümete açıkça karşı çıkabilen pek kimse kalmadı. Muhafazakâr medyanın bu hali ne olacak?
Çamlıca Camii de hükümetin gündem değiştirmeye yönelik bir hamlesiydi. Niye daha çok insan karşı çıkmadı? Aslında bu konuda benim gibi düşünen çok kişi vardı. Ama pek çok insan belki de “kötü ben olmayayım” diye düşündü. Çamlıca’ya camii bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyordu. Bu bir imaj projesiydi.
Ben Zaman gazetesi için söylüyorum ve kendi adıma konuşuyorum, doğru gördüğümü desteklerim. Biz referandumu destekledik. Ama Başbakan’ın şike yasası konusundaki tutumu beni dehşete düşürdü.
Muhafazakârlarda şimdi niye hükümete itiraz yükselmiyor; insanların beklentisi vardır. Gırtlak dokuz boğum şimdilik susayım ileride menfaatlerim engellenmesin diye düşünebilirler. İnsanlar genellikle hesabi davranırlar. Havada, karada, denizde ben doğruyu söylerim demeyiz biz. Çünkü toplum olarak bizim eğitimimiz böyledir.
Şöyle bir eleştiri var; eskiden Erbakan İslami entelektüellere bakarak hizaya gelirdi. Şimdi Erdoğan o entelektüelleri hizaya sokuyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Erbakan hep kendi gündemini takip eden bir insandı. Ama Erdoğan’ın birçok yazarın yazı hayatını durdurabileceği bir durumu var. Ama ben bunun ilânihaye sürebileceğini de düşünmüyorum.
Hükümet ve cemaat arasında MİT kriziyle başlayan bir gerilim var. Bu gerilimin ve çatışmanın ardından Erdoğan Türkçe Olimpiyatları’nda Fethullah Gülen’i davet etti. Bu daveti nasıl yorumladınız?
Bence güzel bir jesttir. Cemaat ve hükümet arasındaki krizin niçin kimler tarafından çıkarıldığını bilmiyorum. Deniyor ki bazı savcılar var polisler var... Ben içlerinde değilim ama bu meselelerin o kadar dışında da değilim. Güvendiğim insanlara soruyorum. Sözünüzü dinleyen hâkimler, polisler var mı? Hep ayrı cevaplar alıyorum. Ama ben böyle bir mekanizmanın işlediğini görmedim, hissetmedim.
Dolayısıyla Başbakan bu gerginliğin devamında fayda görmedi. Politika böyle bir şey, büyük kitlelere sırtınızı dönemezsiniz. Başbakan’ın bu adımı bana bir barış çubuğu olarak görünüyor. Zaten bu iki topluluğun uzun süre kırgın olabileceğini düşünmüyorum.
Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan, bazı kesimlerin “yandaş” olarak tanımladığı muhafazakâr medyada, sözünü sakınmayan birkaç kalemden biri. Alkan son olarak Başbakan tarafından ilan edilen Çamlıca’ya cami projesine karşı olduğunu açık bir şekilde yazdı. İlan edilen proje bir cami, ilan eden de Başbakan olunca Alkan’ın çıkışı dikkat çekti. “Aslında camiada birçok kişi benim gibi düşünüyordu ama dile getirmediler” diyen Alkan’la muhafazakâr medyanın hükümetle ilişkisini ve gündemdeki pek çok konuyu konuştuk.
Türkiye’de son yıllarda yeni bir tür dindarlık mı ortaya çıkıyor?
Oturup birisi yeni bir dinî itikat formüle etmiyor. Bu, dindarlığın parayla, güçle, iktidarla imtihanı aslında. İnsanlar fıkhî düzlemdeki bazı gediklerden hareketle, kendi hareket alanlarını genişletiyorlar. Mesela şöyle bir hüküm var: “Cenabı hak nimetlerini üzerinizde görmek ister.” Bunu biraz genişletirseniz, “benim her şeye hakkım var” diye düşünürsünüz. Dinin özündeki perhiz duygusunu, yardımlaşma duygusunu, Allah’a adanmışlık duygusunu kemirirsiniz böylece. Kendinizi hâlâ dindarlık zemininde görerek yapabilirsiniz bunu üstelik.
Ciddiye aldığımız herhangi bir şey rahatlıkla dinin yerine geçebilir. Para sevgisi, evlat sevgisi, parti, etnik bağlılıklar, vatanperverlik, takım taraftarlığı... Çünkü bunların hepsinin mabetleri vardır, ritüelleri vardır, farzları, vardır vacipleri vardır, günahları, sevapları vardır. Türkiye’de futbol bu raddeye kadar geldi örneğin.
Dindarlık çeşitleniyor mu? Liberal Müslümanlar var. Şimdi buna antikapitalist Müslümanlar eklendi...
Bu çok tabii bir şey. Uzun sükûnet ve refah zamanları insanların davranışlarını değiştirir. Biz bu sürece yeni girdik. Bu tür itikat çeşitlenmelerini doğal görüyorum. Türkiye’de olanlar dünyada olanlardan farklı değil. Her yerde olduğu gibi bazı insanlar aşırıya gidecek, bazıları yanlış yorumlayacak. Bunun siyasi, kültürel yansımaları olacak. Bana yeni bir şey olacak gibi görünmüyor.
Türkiye’de şehirleşme oranı hızla artıyor. Peki, Müslümanlık aynı hızla şehirlileşebiliyor mu?
İslam şehirli bir dindir. Aslında bütün dinler şehirlidir. İnsanlar arasındaki münasebetin en karmaşık olduğu yer şehirlerdir. İnsanlar dine en fazla şehirde ihtiyaç duyarlar. İslam şehirli bir din olmanın çok iyi örneklerini verdi. Nasıl problem çözebildiğini gösterdi. Ama son iki-üç yüz yıldır bu durum tersine döndü. Türkiye’de şehirli Müslümanlık Atatürk devrimleriyle geriletildi. Bunun en somut adımı Tevhidi Tedrisat Kanunu ile medrese ve tekkelerin kapatılmasıdır. Bu kurumlar şehirli İslam’ın elektrik santralleridir. Böylece yönetim şehirli İslam’ı kolaylıkla bloke etti. Tekkelerin, medreselerin ileri gelenleri de rejime direnmediler. Yapabilecekleri başka bir şey de yoktu. O dönemde halkın yüzde sekseni köylerde yaşıyordu. Bu tabloya şehirli Müslümanlığın en güzel örneklerinin yaşandığı Balkanların kaybedilmesini de eklemek lazım. Sonra içine kapanan, dünyaya kapalı köylü bir toplum ortaya çıktı. Dinî kaynaklar susturuldu. Halkın yaşadığı İslam köyle kasaba arasında kaldı. Bu durum Milli Görüş hareketi ortaya çıkana kadar böyle sürdü. Milli Görüş hareketi köylü İslam’ı şehirlere taşıdı. Medreseli olmayan, tekke terbiyesinden geçmemiş, daha sert bir İslam’ın merkeze yürüdüğüne şahit olduk. Sünni İslam doktrini devlet himayesine alıştığı için güçlü bir itiraz oluştu. Milli Görüş hareketi bu itiraz duygusunu siyasete taşıdı.
Türkiye’de giderek sertleşen bir yaşam tarzı tartışması var. Anadolu’da bazı yerlerde içki satışları yasaklanıyor, İstanbul’da örneğin Üsküdar’da yılların içkili lokantaları birden bire içkisiz olmaya karar veriyor. Son gerilim kaynağı da kürtaj tartışmaları... Tehlikeli bir noktada mıyız?
Hayır, tehlikeli bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Bazı insanların içki içme arzusu da, bazılarının içkili lokantada yemek yememe isteği de son derece tabii. Bunlar Türkiye’de çatışıyor gibi görünüyor ama bence bu problem çoktan halledildi. Ben içki içmediğim için Üsküdar’da kapanan içkili lokantaları bilmiyorum. Ama burada kapanıyorsa, şuradan vapura binersiniz, karşıya geçip alâsını içerseniz. Burası özel bir semt. Türkiye’de biz her şeye din üzerinden bakıyoruz ama asıl problem sosyolojiktir. Hayat tarzları farklılaşıyor bu da dine yansıyor. Adam para kazanıyor, yaşam tarzı değişiyor, denetimsiz yaşamak istiyor. Kimse bana karışmasın diyor. Ama dünyada böyle bir ülke yok. Her yerde bir takım kısıtlamalar var.
Artık muhafazakârlar da para kazanıyor.
Evet kazanıyor. Bu talepler çatışır mı? Çatışabilir. Ama Türkiye bu çatışmaları önleyecek tampon mekanizmaları üretiyor. Örneğin yeni anayasa. Demokratikleşme talebini Türkiye’de muhafazakâr kesim destekledi. Halkın yüzde 58’i daha muhafazakâr bir anayasa yapılsın diye oy vermedi, daha demokratik bir anayasa yapılsın diye oy verdi. Demokratik teamüller içinde herkes birbirinin hayatına saygı duyacak. Bunlar yeni şeyler değil. Hürriyetin ne olduğu Stuart Mill’den beri bellidir. Ben genel anlamda dert edineceğimiz bir çatışma görmüyorum.
Yaşam tarzına karışma anlamında hükümete yönelik bir eleştiriniz yok mu? Hükümet modern yaşam tarzına sahip olan kesimlere karşı bir parça “rövanşist” davranmıyor mu?
Var tabii. Hükümet değişen siyasi tansiyona göre küçük dokunuşlar yapıyor. Mesela kürtaj tam böyle bir şey. Sağlık Bakanı’nın bile konudan haberi yoktu. Neden? Çünkü o günlerde Uludere nedeniyle gündem değiştirmeye ihtiyacı vardı. Yarın bir başka konu olur. Danışmanlar bunun için vardır. Oyalama taktikleri, ricat taktikleri... Bunlar için danışman kullanılır. Ben hükümetin kürtajı, sezaryeni yasaklayacağını zannetmiyorum. Çünkü böyle yaparsa hükümet kendi altını oyar, Hükümet demokrasi, özgürlükler vaat ederek geldi.
Şimdi tıkandı mı?
Hayır tıkınmadı. Hükümet hâlâ güvenilmez bir bürokrasiyle çalışmak zorunda. İl, ilçe teşkilatlarınızı tamamlayabilirsiniz ama bütün bürokrasiyi bir anda değiştiremezsiniz. Bence Uludere bunun en dramatik örneğiydi. Hükümet Uludere’de fena halde darbe aldı. O darbenin nereden geldiğini biliyor ama bize söylemiyor.
Siz Başbakan’ın Çamlıca’ya yaptıracağını söylediği camiyi istemediğinizi açık açık açık yazdınız. Ancak muhafazakâr medyada hükümete açıkça karşı çıkabilen pek kimse kalmadı. Muhafazakâr medyanın bu hali ne olacak?
Çamlıca Camii de hükümetin gündem değiştirmeye yönelik bir hamlesiydi. Niye daha çok insan karşı çıkmadı? Aslında bu konuda benim gibi düşünen çok kişi vardı. Ama pek çok insan belki de “kötü ben olmayayım” diye düşündü. Çamlıca’ya camii bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyordu. Bu bir imaj projesiydi.
Ben Zaman gazetesi için söylüyorum ve kendi adıma konuşuyorum, doğru gördüğümü desteklerim. Biz referandumu destekledik. Ama Başbakan’ın şike yasası konusundaki tutumu beni dehşete düşürdü.
Muhafazakârlarda şimdi niye hükümete itiraz yükselmiyor; insanların beklentisi vardır. Gırtlak dokuz boğum şimdilik susayım ileride menfaatlerim engellenmesin diye düşünebilirler. İnsanlar genellikle hesabi davranırlar. Havada, karada, denizde ben doğruyu söylerim demeyiz biz. Çünkü toplum olarak bizim eğitimimiz böyledir.
Şöyle bir eleştiri var; eskiden Erbakan İslami entelektüellere bakarak hizaya gelirdi. Şimdi Erdoğan o entelektüelleri hizaya sokuyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Erbakan hep kendi gündemini takip eden bir insandı. Ama Erdoğan’ın birçok yazarın yazı hayatını durdurabileceği bir durumu var. Ama ben bunun ilânihaye sürebileceğini de düşünmüyorum.
Hükümet ve cemaat arasında MİT kriziyle başlayan bir gerilim var. Bu gerilimin ve çatışmanın ardından Erdoğan Türkçe Olimpiyatları’nda Fethullah Gülen’i davet etti. Bu daveti nasıl yorumladınız?
Bence güzel bir jesttir. Cemaat ve hükümet arasındaki krizin niçin kimler tarafından çıkarıldığını bilmiyorum. Deniyor ki bazı savcılar var polisler var... Ben içlerinde değilim ama bu meselelerin o kadar dışında da değilim. Güvendiğim insanlara soruyorum. Sözünüzü dinleyen hâkimler, polisler var mı? Hep ayrı cevaplar alıyorum. Ama ben böyle bir mekanizmanın işlediğini görmedim, hissetmedim.
Dolayısıyla Başbakan bu gerginliğin devamında fayda görmedi. Politika böyle bir şey, büyük kitlelere sırtınızı dönemezsiniz. Başbakan’ın bu adımı bana bir barış çubuğu olarak görünüyor. Zaten bu iki topluluğun uzun süre kırgın olabileceğini düşünmüyorum.