Dilipak: Laiklik Müslümana da, Hristiyana da, Yahudiye de zarar veriyor
"Bugün Avrupa devletlerinin hemen hiçbirinde anayasal laiklik müessese olarak yok" diyen Dilipak'a göre Laiklik Müslümana da, Hristiyana da, Yahudiye de zarar veriyor.
Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "Yeni anayasada laiklik olmamalı" sözlerini destekleyerek, "Laiklik bugünkü şekli ile Müslümanına da, Hristiyanına da, Yahudisine de zarar vermektedir" dedi. "İslam toplumu için teokrasi de, laiklik de, Bizantinizm de yabancı ve inanç ve toplumsal hayatımızda karşılığı olmayan kavramlardır" diyen Dilipak, "Bana kalırsa İsmail Kahraman’ın ifadesi ucuz polemiklere kurban edilmemeli ve bu konu üzerinde herkesin düşünmesi ve kendi teklifini dile getirmesi gerekir" ifadesini kullandı.
Abdurrahman Dilipak’ın Yeni Akit’te “Kahraman’ca!” başlığıyla bugün (27.04.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Lafı dönüp dolaştırmadan, dümdüz söylemiş Meclis Başkanı. Onu tanıyanlar bilirler düşündüğünü açık, yalın bir şekilde söyler. Kahraman Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanına vekâlet eden bir isim. Hukuk adamı, siyasetçi, eski bir gençlik lideri. Kahraman’a göre yeni anayasada laiklik olmayacak! Daha doğrusu olmamalı. Sonucu birlikte göreceğiz.
Laiklik “ne idüğü belirsiz bir kavram”a dönüştürüldü; tek parti dönemi uygulamaları ile. Halk, laikliği “La-dinilik” olarak anladı. Çünkü laiklik adına din düşmanlığı yapıldı bu memlekette. Şeriata dil uzatıldı.
Şimdi tam da böyle bir zamanda benim şu 28 Şubat öncesi günlerde yayınladığım “Yaşasın Şeriat” kitabını yeniden yayınlıyorum. Aslında denk geldi. Arkadaşlarla konuşuyorduk. Bu kez adını değiştireceğim “Niçin Şeriat’a karşılar” diye değiştireceğiz kitabın adını.
Bugün Avrupa devletlerinin hemen hiçbirinde anayasal olarak laiklik müessese olarak yok.
Biliyorum, hemen “Fransa” diyeceksiniz. İyi de Fransız laikliği de kâmil bir laiklik olmadığı gibi, hem yapı hem de uygulama olarak bizdekine benzemez.
Bir defa Fransa’da, Strasbourg’un başkenti olduğu Alsace Lorraine eyaletinde laiklik kuralı geçerli değil. Fransa’da laiklik devlet tarafından değil, La Lique isimli bir sivil platform tarafından korunmaktadır. Fransız laikliği “din-devlet” ayrılığı gibi bir saçmalık ifade etmez. Fransız laikliği iş bölümü ve çatışmama ilkesi üzerinde varolur. Laikliğin objesi de din ve devlet değil, kilise ile devlettir.
Laiklik batıda bir kilise kurumudur. Meşruiyetini İncil’den alır. “Tanrının hakkı tanrıya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” verilecektir.. Laiklik, Katolik kilisesi ile kral arasındaki ilişkiyi düzenler. İslam’la ne ilgisi var.
Bir yandan “Laikim” diyeceksin, sonra resmi ideolojini dinleştireceksin. Tam bir komedi. “Türbeleri kaldırdım” diyeceksin sonra anıt “kabir” diye türbe inşa edeceksin.
Hem “Laik” olduğunu söyleyeceksin, hem de 3 Mart 1924 günü kabul edilen ve 6 Mart 1924 günlü Resmi Gazete’de yayınlanan 431 sayılı Kanun’un 1’inci Maddesinde şöyle diyeceksin: ‘Halife hâl edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.’
Evet yasadaki ifade aynen şöyle: Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan. Din ve vicdan hürriyetinin laiklikle bir ilgisi yok. Aksine Türkiye’de geçmişteki uygulamalar bu alanda bir tehdit oluşturdu. Türkiye’deki laiklik uygulaması sadece Türkiye’deki Müslümanlar için değil, tüm dünyadaki Müslümanlara yönelik bir tehdit anlamı taşımaktadır.
Toplumun artık, kendi inancı, tarihi, kültürü ile barışması gerek. Laiklik bugünkü şekli ile Müslümanına da, Hristiyanına da, Yahudisine de zarar vermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda laik değil. İstiklal Harbi, Hilafeti koruma adına veriliyordu ve bu savaşı verenler beynelmüslimin bir güçtü. O gücün adı da Kuva-yı Milliye idi.. Laiklik, tek parti ve darbe dönemlerindeki uygulamalarla Kuva-yı Milliye’ye ihanetin adına dönüşmüştür..
İslam toplumu için teokrasi de, laiklik de, Bizantinizm de yabancı ve inanç ve toplumsal hayatımızda karşılığı olmayan kavramlardır. Bana kalırsa İsmail Kahraman’ın ifadesi ucuz polemiklere kurban edilmemeli ve bu konu üzerinde herkesin düşünmesi ve kendi teklifini dile getirmesi gerekir. Artık toplumun kendi inanç, tarih, kültür ve geleneği ile barışması gerekir. Bu konuda önemli, güzel adımlar da atılıyor artık. 29 Nisan’da Kut’ul Ammare zaferini kutluyoruz. 7 Aralık 1915’de başlayıp 29 Nisan 1916’da sona eren kuşatma ile İngiliz kuvvetleri ve müttefikleri esir alınmıştı. Osmanlı kuvvetleri arasında geçen I. Dünya Savaşı’nın temel muharebelerinden biri olan savaş, bölgenin Osmanlı Ordusu tarafından ele geçirilmesi ve İngiliz birliklerinin tamamının esir alınmasıyla sonuçlandı.
Keşke 17 Ocak’ta da Kars İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlayabilsek. Anadolu topraklarında kurulan ilk Cumhuriyet. Konfederatif bir yönetim. Başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Diğer adı Güneybatı Kafkas Geçici Hükûmeti ya da Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi/ Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi) 17-18 Ocak 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen Büyük Kars Kongresi’nin sonucunda kurulan bu Cumhuriyet 12 Nisan’da İngilizlerin Kars’ı işgal etmeleriyle, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Somerset Arthur Gough-Calthorpe tarafından yıkıldı. Kars hükümet merkezi idi, Batum, Ahıska, Artvin, Kulp, Iğdır, Serdarabat, Nahçıvan, Culfa ve Ordubad gibi yerleri kapsamaktaydı. Ordusu, anayasası, parası, her şey vardı. Aslında kongre hükümetleri daha önceden oluşmuştu. Artık bunları da öğrenmemiz ve bu geçmişten ders almamız gerek.
Madem tarihle barışıyoruz, şu Osmanlı ailesi ile ilgili tartışmaları da artık bir şekilde sona erdirmemiz gerek. Geçen gün Ekmeleddin İhsanoğlu ile Ankara’da karşılaştık. Bir kanun teklifi hazırlamıştı. Osmanlı hanedanından hayatta olup, yardıma muhtaç olanlara sağlık hizmeti verilmesi ve maaş bağlanması. Hazırlanan gerekçe de “Osmanlı hanedanı mensupları, Türk tarihinin en şanlı dönemlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin kurucu ve sembollerinin torunları olarak dünya tarihindeki ve Türk milletinin gönlündeki şerefli yerlerini almış bulunmaktadırlar. Cumhuriyetin kuruluşu ile Hanedan mensuplarının 1924 yılında yurtdışına ihraçlarından sonra çeşitli tarihlerde (1949, 1952, 1974) Türkiye’ye dönme ve vatandaş olabilme haklarını almışlardır” deniyor. Aslında zaman içinde birçok iyileştirme yapılmış. 18.4.1949 tarihli ve 5370 ve 5371 sayılı kanunlarla; 16.6.1952 tarihli ve 5958 sayılı kanunla; 15.5.1974 tarihli ve 1803 sayılı kanunla da; doğru yönde ileri doğru adımlar atılmış.
Hanedan mensuplarının bugüne kadar Türkiye aleyhine hiçbir faaliyeti olmadı. Türkiye birçok ülkede yardım faaliyetleri sürdürüyor. Bugün içeride ve dışarıdaki bazı hanedan mensupları zor durumda olup, kıt kanaat geçinmeye çalışmaktadır. Ecdat yadigârlarına mutlaka sahip çıkılmalı, zorluk içinde olanlara devletimiz el uzatmalıdır. Osmanlı hanedanı mensuplarından yaşayanların tespiti ve ihtiyacı olanların müracaatları halinde maaş bağlanması, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilmeleri ve öğrenim gören çocuklarına burs ve yurt imkânı verilmesi ahlaki, tarihi ve insani bir görev olacaktır. Devlet Başkanımızın, Meclis başkanımızın ve Başbakanımızın bu konuya gereken ilgiyi göstereceğini düşünüyorum