Dileyin kardeşim benden ne dilerseniz...
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'a (bu gidiş ve savcılık zoruyla) aşık olabilirim... Onlar için açlık grevine başlayabilirim...
ADNAN BERK
OKAN
İster inanın ister inanmayın ama yandaki kutucukta okuyacaklarınızı, Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek; Kanal 24'te katıldığı bir programda söyledi.
Okuyun lütfen...
Sizi bilemem...
Ancak okurken kanım dondu...
Boris Yeltsin'in Rusya Federasyonu Devlet Başkanı olduğu dönemde; 1939 yılında Polonya'nın Almanya ve SSCB tarafından ortak işgal edildiği döneme ait açıkladığı bir belgeyi hatırlattı...
Dönemin NKVD ((Narodnıy komissariyat vnutrennnih del - Sovyet Gizli Polis Teşkilâtı) Başkanı Lavrentiy Beria, Stalin'e bir mektup göndererek; esir alınan Polonyalıların hepsinin "Rus Düşmanı" olduğunu belirttikten sonra "İdam İzni" istemişti...
5 Mart 1940'ta Polütbüro'dan çıkan kararı uzun uzun yazmayacağım...
Sadece 2 maddeyi hatırlatacağım:
1.) Duruşmalarda sanıklar çağırılmadan iddianame sonuçlanacak ve hükümler aşağıdaki prosedür uygulanarak yerine getirilecektir.
2.) Kamplarda savaş esiri olarak tutulan insanların yargılanmasında SSCB NKVD Savaş Esirleri Bürosu'nun topladığı kanıtlar veri alınacaktır...
Şimdi DGM'lerin yerine ikame edilen Özel Mahkemelerimize geleyim...
Söyler misiniz?..
1940 Rusya'sının yargı sisteminden ne farkı var?..
Bu yargılamaların yapılması gerektiği konusunda aldığı/alacağı kararları kişisel nefret duygularından arındırıp akıl ve vicdanı ile alan herkes kabul ediyor ki; "Yargılamalara evet"...
Ama...
"Hükümsüz Ceza" anlamına gelen "Tutuklu Yargılamalara hayır!"..
Sevgili dostlar;
2011 yılında bir şüphelinin emniyet güçlerince kontrolünen daha kolay bir şey yok...
Bileklerden birine takılacak bir GPRS ( General Packet Radio Service)li cihazla şüpheliyi her an hem de bulunduğu yerde denetlemek mümkün...
Ama Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı ve Adalet Eski Bakanı Cemil Çiçek'ten öğrendi ki...
Savcılar, şüphelilerin kaçacaklarından zaten korkmuyorlarmış...
Onların derdi başkaymış...
Ne miymiş?...
Gülmeyin ama...
Hayır yani...
Öfkeden güleceğinizi biliyorum ama yine de gülmeyin çünkü aslında ağlanacak durumdayız...
Söylüyorum:
Savcılar, soruşturmayı tamamlayınca şüphelileri, "Henüz delilleri toplayamadıkları" için mahkemeye sevk ederken; "aman ha sakın salıvermeyin... Tutuklayıp atın içeri çünkü henüz elimde hiç delil yok" diye not düşüyormuş Hâkimlere...
İnanamıyorum ya!...
Dışarıdayken günahım kadar sevmediğim Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'a (bu gidiş ve savcılık zoruyla) aşık olabilirim...
Onlar için açlık grevine başlayabilirim...
Pardon...
Tabii ki sadece ikisi için değil...
Onlar gibi "deliller henüz toplanamamış olduğu" gerekçesiyle tutuklu yargılanan herkes adına açlık grevine başlayabilir, boğaz köprülerinden birinden atlayabilir ve...
Arkamda bırakacağım bir mektuba;
"Böyle adaletsiz bir ülkede, adaletsizliklere göz yumarak yaşamaktansa, sonsuz alemde ölüler arasında yaşamak çok daha erdemlidir" diye bir not bırakabilirim...
Olur mu yaaa?...
Böyle bir şey olur mu?..
Bir zamanların Adalet Bakanı'nın tutukluluk gerekçesine bakar mısınız?...
Yahu...
Dünyanın bütün ileri demokrasilerinde delilden suçluya gidilir...
Ancak geri demokrasilerde veya totaliter rejimlerde önce "suç" ve "suçlu" üretilip tutuklanır ve sonra delil toplanmaya başlanır...
Yahu hani "ileri demokrasi"ye geçmiştik?..
Savcılar belli ki yeni soruşturmalar başlatmaktan, delil aramaya - toplamaya vakit bulamıyorlar...
E, pes yani...
Bu savcı adı verilen bürokratlar ya 50 sene "delil" ararsa ne olacak?...
E vallahi pes, billahi pes...
Hatta "yuh yani!"...
Çünkü...
Türkiye Cumhuriyeti olarak tanıdığımız güzel ve adaletsiz ülkemiz bir "SC" imiş...
"Savcı Cumhuriyeti"...
Ve...
Genellikle tutuklama kararı veren bütün yargıçlarımızdan özür dilerim...
Meğer soruşturma savcıları şüphelileri mahkemeye gönderirken; "aman salıvermeyin" diye not düşüyorlarmış...
Meğer soruşturma savcıları şüphelileri mahkemeye gönderirken, "sayın Yargıç; henüz şüpheliyi mahkum edebileceğimiz delillere ulaşamadım... Şüpheli içeride yatarken bizim ekip de delil işini çözer rahatlarız" diye mesaj gönderiyorlarmış...
Vay anasını be sayın halkım...
Vay anasını...
Ve...
Dışarıda ve güçlü olduğunuz 28 Şubat sürecinde anamdan emdiğim sütü burnumdan getiren Tucay Özkan ve Mustafa Balbay...
Bugün...
Bu savcılar sayesinde sizi öyle çok seviyorum ki...
Dileyin kardeşim benden ne dilerseniz...
Yapmayanın taaaa a'a'a'a'a'.....
adnanberkokan@gmail.com
İster inanın ister inanmayın ama yandaki kutucukta okuyacaklarınızı, Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek; Kanal 24'te katıldığı bir programda söyledi.
Okuyun lütfen...
Devlet Bakanı
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in; Kanal
24'e yaptığı açıklamanın kanımı donduran bölümü
aşağıda... (Org. Balanlı'nın) Tutuklama sebebi sadece kaçma endişesi değildir. Evet kişinin kaçabileceği ihtimali tutuklama sebeplerinden bir tanesidir. Bir tutuklamanın gerçekleşebilmesi için kuvvetli şüphenin olması lazım. 'Olabilir, ihtimal' üzerinden tutuklama kararları verilemez kanunen. Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddesi... Evvela kuvvetli bir şüphenin mevcudiyeti şart, tutuklanabilmesi bakımından. Bugüne kadarki tutuklamalarda en önemli sebep delillerin ortadan kaldırılması, karartılması endişesidir. Çünkü tutuklamaya sevk eden makam savcılık. Savcılık soruşturmayı bitirememiş anlamı çıkar. Belli ki savcı daha henüz soruşturmayı tümüyle tamamlayamamış, delilleri tümüyle toplayamamış. Öyle olduğu içindir ki tutuklamaya sevk edilen kişinin delilleri karartacağı, delilleri ortadan kaldıracağı endişesi, tutuklamalardaki en belirleyici faktörlerin başında gelir. Kaçma ihtimali bundan sonraki gelen başka bir sebeptir. Genelde Türkiye'de bir kısım şöhret, makam sahibi insanlarla ilgili tutuklamaya sevk ve tutuklama kararı çıkınca hemen akla, 'bu insanların sabit ikametgahı var, 80 yaşındaki kişi nereye gidecek ki' tarzında değerlendirmeler yapıldı. Bu çok eksik bir değerlendirmedir. O kaçacağı için tutuklamaya sevk edilmiyor, deliller toplanmadığı için, muhtemel delilleri, soruşturmayı daha delilli hale getirecek hususları ortadan kaldırabileceği endişesi tutuklama sebebidir." A.B.O. |
Sizi bilemem...
Ancak okurken kanım dondu...
Boris Yeltsin'in Rusya Federasyonu Devlet Başkanı olduğu dönemde; 1939 yılında Polonya'nın Almanya ve SSCB tarafından ortak işgal edildiği döneme ait açıkladığı bir belgeyi hatırlattı...
Dönemin NKVD ((Narodnıy komissariyat vnutrennnih del - Sovyet Gizli Polis Teşkilâtı) Başkanı Lavrentiy Beria, Stalin'e bir mektup göndererek; esir alınan Polonyalıların hepsinin "Rus Düşmanı" olduğunu belirttikten sonra "İdam İzni" istemişti...
5 Mart 1940'ta Polütbüro'dan çıkan kararı uzun uzun yazmayacağım...
Sadece 2 maddeyi hatırlatacağım:
1.) Duruşmalarda sanıklar çağırılmadan iddianame sonuçlanacak ve hükümler aşağıdaki prosedür uygulanarak yerine getirilecektir.
2.) Kamplarda savaş esiri olarak tutulan insanların yargılanmasında SSCB NKVD Savaş Esirleri Bürosu'nun topladığı kanıtlar veri alınacaktır...
Şimdi DGM'lerin yerine ikame edilen Özel Mahkemelerimize geleyim...
Söyler misiniz?..
1940 Rusya'sının yargı sisteminden ne farkı var?..
Bu yargılamaların yapılması gerektiği konusunda aldığı/alacağı kararları kişisel nefret duygularından arındırıp akıl ve vicdanı ile alan herkes kabul ediyor ki; "Yargılamalara evet"...
Ama...
"Hükümsüz Ceza" anlamına gelen "Tutuklu Yargılamalara hayır!"..
Sevgili dostlar;
2011 yılında bir şüphelinin emniyet güçlerince kontrolünen daha kolay bir şey yok...
Bileklerden birine takılacak bir GPRS ( General Packet Radio Service)li cihazla şüpheliyi her an hem de bulunduğu yerde denetlemek mümkün...
Ama Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı ve Adalet Eski Bakanı Cemil Çiçek'ten öğrendi ki...
Savcılar, şüphelilerin kaçacaklarından zaten korkmuyorlarmış...
Onların derdi başkaymış...
Ne miymiş?...
Gülmeyin ama...
Hayır yani...
Öfkeden güleceğinizi biliyorum ama yine de gülmeyin çünkü aslında ağlanacak durumdayız...
Söylüyorum:
Savcılar, soruşturmayı tamamlayınca şüphelileri, "Henüz delilleri toplayamadıkları" için mahkemeye sevk ederken; "aman ha sakın salıvermeyin... Tutuklayıp atın içeri çünkü henüz elimde hiç delil yok" diye not düşüyormuş Hâkimlere...
İnanamıyorum ya!...
Dışarıdayken günahım kadar sevmediğim Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'a (bu gidiş ve savcılık zoruyla) aşık olabilirim...
Onlar için açlık grevine başlayabilirim...
Pardon...
Tabii ki sadece ikisi için değil...
Onlar gibi "deliller henüz toplanamamış olduğu" gerekçesiyle tutuklu yargılanan herkes adına açlık grevine başlayabilir, boğaz köprülerinden birinden atlayabilir ve...
Arkamda bırakacağım bir mektuba;
"Böyle adaletsiz bir ülkede, adaletsizliklere göz yumarak yaşamaktansa, sonsuz alemde ölüler arasında yaşamak çok daha erdemlidir" diye bir not bırakabilirim...
Olur mu yaaa?...
Böyle bir şey olur mu?..
Bir zamanların Adalet Bakanı'nın tutukluluk gerekçesine bakar mısınız?...
Yahu...
Dünyanın bütün ileri demokrasilerinde delilden suçluya gidilir...
Ancak geri demokrasilerde veya totaliter rejimlerde önce "suç" ve "suçlu" üretilip tutuklanır ve sonra delil toplanmaya başlanır...
Yahu hani "ileri demokrasi"ye geçmiştik?..
Savcılar belli ki yeni soruşturmalar başlatmaktan, delil aramaya - toplamaya vakit bulamıyorlar...
E, pes yani...
Bu savcı adı verilen bürokratlar ya 50 sene "delil" ararsa ne olacak?...
E vallahi pes, billahi pes...
Hatta "yuh yani!"...
Çünkü...
Türkiye Cumhuriyeti olarak tanıdığımız güzel ve adaletsiz ülkemiz bir "SC" imiş...
"Savcı Cumhuriyeti"...
Ve...
Genellikle tutuklama kararı veren bütün yargıçlarımızdan özür dilerim...
Meğer soruşturma savcıları şüphelileri mahkemeye gönderirken; "aman salıvermeyin" diye not düşüyorlarmış...
Meğer soruşturma savcıları şüphelileri mahkemeye gönderirken, "sayın Yargıç; henüz şüpheliyi mahkum edebileceğimiz delillere ulaşamadım... Şüpheli içeride yatarken bizim ekip de delil işini çözer rahatlarız" diye mesaj gönderiyorlarmış...
Vay anasını be sayın halkım...
Vay anasını...
Ve...
Dışarıda ve güçlü olduğunuz 28 Şubat sürecinde anamdan emdiğim sütü burnumdan getiren Tucay Özkan ve Mustafa Balbay...
Bugün...
Bu savcılar sayesinde sizi öyle çok seviyorum ki...
Dileyin kardeşim benden ne dilerseniz...
Yapmayanın taaaa a'a'a'a'a'.....
adnanberkokan@gmail.com