Devlet, medya ve sermaye oyunu...
Birbirine dokunmayarak bin yıl yaşayan yılanların sadece denize düşenlerden beslendiği eğlenceli bir oyun bu...
ADNAN BERK OKAN
Amerikalı ünlü "neo-con - yeni muhafazakâr" Irving Kristol şöyle diyordu:
“Yeni muhafazakâr, etrafı gerçekler tarafından kuşatılmış bir liberaldir" …
12 Mart 1971 muhturası verildiğinde Kristol o sözü söylemiş miydi?..
Yoksa ilerleyen yıllarda mı söyledi hatırlamıyorum...
Ama...
Demokrasimizin rafa kaldırıldığı 44 yıl önce; iki tarafın da (Solcuların ve sağcıların) "Muhafazakârdan liberal olmaz" diyerek aşağıladıklarındandım...
Zira henüz çiçeği burnunda bir üniversiteli liberal öğrenci olarak etrafımın gerçeklerle çevrildiğini görüyordum...
Evet...
Gerçekler, gereklilikler yaratıyordu…
Aynı gerçekler, gereklilikleri de yok ediyordu…
Ve...
Gerçekler, gerekliydi de...
İyi ama…
Hangi gerçekler?..
TSK'nın, Devletin, iş dünyasının, basının, siyasetçinin, sanatçının ve ilâhiyatçının kendine göre, kendi için yarattığı gerçekler mi?..
Diyebiliyor mu?..
Ak Parti iktidarının ilk yıllarında; yetmişli yılların “Yeni Muhafazakârı” olarak ne çok umut bağlamıştım…
Yeni muhafazakâr imam, İslam’a laf atan Hıristiyan’a, Musevi’ye veya Budist’e ya da ateiste kızıp tükürükler saçmazdı...
Saçmamalıydı...
Yüzünde merhametli bir tebessümle CNN’e çıkmalı: “Meslektaşımı patronumuza havale ediyorum” demeliydi...
Sahi…
Diyebiliyor mu?..
Zorun oyunu bozduğu yer
Her insan, hayatı boyunca en az bir kez, geçmişiyle mücadele etmenin veya onu geleceğin bilinmezliğinden korumaya çalışmanın hiçbir şey ifade etmediğini kabullenmek zorunda kalır (Bakınız: Bendeniz)…
Böyle anlarda karşı karşıya kalınan zincirleme sorular çok açıktır:
- Geleceğin gerçekleri karşısında değişecek misin?..
- Değişeceksen, ne yönde değişeceksin?..
- Şayet “Ben asla değişmeyeceğim” diyorsan, gelecekten ne bekliyorsun?..
- Üzerinde etkili olmadığın bir gelecekten memnun olmaman halinde, ne yapmayı düşünüyorsun?..
Burası, çoğu zaman, tüm değerleri ve doğrularıyla “kendini muhafaza edebilme” endişesinin, bütün o değerlere ve doğrulara yönelik en büyük tehdit haline geldiği yerdir...
İşte tam burası, “zorun oyunu bozduğu” yerdir...
Ve…
Hiçbir oyun, henüz oynanmamış olanlar kadar zor değildir...
Ve fakat…
Müslüman toplumu, bugün dünyanın tüm diğer toplumlarından daha çok bölünmüş halde...
Çünkü…
Sadece bölgesel değil, ırksal, ekonomik ve tarihî menfaatler açısından da birbiriyle çatışıyor...
Müslümanlar bu yüzden ne tam anlamıyla bir ümmet, ne bir millet, ne de bir kültürel hareket oluşturabilmiş durumda...
Hal böyleyken…
İslam (yani kelime anlamıyla “Barış”) ülkelerinin, dünyanın en çok silah alan…
Ve fakat…
En az fikir üreten ülkeleri olmalarına şaşırmak bile gelmiyor içimden...
Ve elbette ki:
Bugün gelinen nokta, yeni nesilleri, en az kendileri kadar yeni, ama gerçekten yeni bir şeyler yapma mecburiyetiyle karşı karşıya bırakıyor…
Sadece “Barış olsun, herkes birbirini sevsin; mutlu-salak yaşayıp gidelim” diye değil...
İnsanoğlunun siyasi ve kültürel tekâmülü, artık gerçek bir sıçramayı; yepyeni bir safhayı gerektirdiği için...
Özellikle İslam toplumu; tarihinin en önemli dönemeçlerinden birinde, tarihinin en değerli sorumluluklarından biriyle karşı karşıya...
Kelimenin tam ve tüm anlamlarıyla bir “İslam çağı” başlatma sorumluluğundan bahsediyorum.
Yüzü geleceğe dönük bir Ortadoğu Rönesanssından…
Özgürlükçü…
Akılcı…
Gerçekçi…
Ve…
Güler yüzlü bir popüler kültürden…
Köklü tarihine sırt çevirmeyen zengin modern sanatlardan…
Küresel kamuoyunu peşinden sürükleyecek yepyeni bir “müşterek çıkarlar” siyasetinden bahsediyorum...
Ve elbette ki:
Capcanlı, üretken ve girişken bir ümmetten(!)..
Tek gerçek...
Her hangi dinden olursak olalım…
Ancak şunu da asla unutmayalım:
Bir tek gerçek var:
Kalemin kılıçtan ve kameranın bazukadan üstün olduğunu kabullenenler ile…
Menfaatlerin gerçeklerden ve sermayenin vicdandan üstün olduğunu bilenler arasında dostça paylaşılmış bir dünyada yaşıyoruz…
Birbirine dokunmayarak bin yıl yaşayan yılanların sadece denize düşenlerden beslendiği eğlenceli bir oyun bu...
Devlet, medya ve sermaye oyunu...
Oyunların en gerçeği…
Karşı çıkmanın; yanlış bulmanın veya suçlamanın yasak olduğu bir oyun...
Ama asla haksız veya nafile bir oyun değil…
Çünkü -siz onun kaç dişi kaldığına inanırsanız inanın- “medeniyet” dediğimiz canavarın var oluşu ona bağlı...
Hem de binlerce yıldır...
Hem de her medeniyet için...
Hem de tüm diğer medeniyetlere rağmen!..
Aynı bundan sonraki binlerce yıl boyunca da olacağı gibi...
adnanberkokan@gmail.com