Dersimiz: DERSİM!..

Murat Suyu’nun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur… İksor vadisindeki mağaralarda en büyüğü 14 olan 243 çocuk imha edildi....

ADNAN BERK OKAN
 
 Yıl 1948. Aylardan Nisan…
Tunceli’ye (Dersim) giden Son Posta Gazetesi yazarı Osman Mete, şunları yazıyor:
“Tunç Eli’ne gittim. Burası sabık Dersim’dir. Kalan’dan Ararat’a kadar oralarda yaşayan ahali ile görüştüm. Onlar jandarma ve vergi tahsildarından başka hükümet memuru görmemişler. Zanaat katiyen yoktur. Ziraat ve ticaret de yoktur. Orada, bütün hayatını keçisinin arkasına bağlayan biçare insanlar gördüm. Tunçeli, sabık Dersim, beşinci asrı yaşıyor ve bugünkü müterakki (gelişmiş) Türkiye’nin hudutları dâhilinde bulunmasına rağmen. Yirminci asrın nimetlerinden hiç de istifade edememiş”…
Sizi bilmem ama bu satırları okurken benim içim acımıştı…
Bugün de değişen pek bir şey olmadığını kısa bir zaman önce gidip bizzat yerinde gördüm…
Bilhassa kırsaldaki insanlarımız halen Hz. İbrahim dönemindeki gibi giyinip, o dönemin evlerine benzeyen kerpiç evlerde oturuyorlar…
3.000 yılda giysilerini ve oturdukları evlerini bile zamana uyduramadığımız o insanlardan hep istemiş ama hiçbir şey vermemişiz…
Geçtiğimiz yerel seçimler öncesinde bir şeyler vermek isteyen Vali’ye ve siyasal iktidara da demediğimizi bırakmamış, Vali’yi ise yargılamışız…
Bunları hatırladıktan sonra gelin bir de 1930 öncesine dönelim…
Sonra da günümüze geliriz…
 
                        ***
 
Abdülhamit ve 2. Meşrutiyetçilerin Kürt tebaa ile ilgili hiç de iyi şeyler düşünmedikleri malûmdur…
Ve o insanlara çektirilen zulüm de…
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında yanında bulduğu Kürt desteği, Abdülhamit ve 2. Meşrutiyetçilerin işte o “ayıplı” politikaları yüzündendir…
Ne var ki; Cumhuriyet dönemi de yine İttihat Terakkicilerle Teşkilâtı Mahsusacıların despotizmi altında geçmiştir…
O kadar ki…
Savaştan önce “Özerklik” verileceği vaat edilen Kürtlere yapılan kültürel ve “Türkleştirme” baskılarından başka bölgedeki askeri garnizonlara erzak ve zahire götürüp teslim etme mecburiyeti getirilmiştir…
Önce bir noktada uzlaşalım:
“Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyetin ilânından sonra ne yapmışsa haklıdır, doğrudur” saçmalığından arınalım…
“O günün şartları……” diyerek başlayan her cümlenin “Yanlış” olduğunu kabul edelim…
O günün şartları, bugün; o dönemde yapılan mezalimi haklı çıkaramaz…
Size o dönemde, Mustafa Kemal Paşa (henüz Atatürk değil) ile Cafer Tayyar Paşa arasında geçen bir konuşmayı aktarayım:
 
                        ***
 
Cafer Tayyar Paşa: İngilizler, Musul vilâyetini sözleşmeden sonra bir oldu-bitti ile işgal ettiler. Aynı şeyi ben de yapabilirim. Eğer benim hareketim hükümet politikasına uygun düşerse, Musul vilâyeti kazanılmış ve dava halledilmiş olur. Aksi halde tarihi sorumluluk benim üzerime yüklenir. Siz de Kumandan bu harekâtı hükümetin isteğine aykırı olarak yapmıştır; Kendisini Divan-ı Harp’e verdik, sorumlu tutacağız” dersiniz ve işi yine politika ile halledersiniz.
Mustafa Kemal Paşa: Zaten sizi bu işi bu tarzda halledeceğinizi düşünerek görevlendirdim. Bu, rastgele bir kumandanın halledebileceği bir iş değildir, Bu konuda eminim…
(Mim Kemal Öke. Musul Kronolojisi. Türk Dünyaları Araştırması Vakfı. Sayfa: 139)
 
                        ***
 
[page_end]
 
Gördüğünüz gibi olası bir hukuksuzluğa karşı Lider korunmaktadır…
Bugün de değişen bir şey yoktur…
Resmi tarih öyle demez ama daha sonraki yıllarda bölgedeki bütün isyanlar hükümetin bir oyunu sonucu çıkmıştır…
Daha doğrusu hükümet; bölgedeki ajanları aracılığıyla isyanları teşvik etmiştir…
Amaç, isyanları bahane ederek bölge insanına baskı yapmak, bölgede Kürt etnik birliğinin önüne geçmektir…
Bakın nasıl:
 
                        ***
 
1924 anayasası ile Türkçe okuyup yazması olmayanlara “Oy hakkı” verilmesi yasaklanmıştır…
Bundan maksat Türkçeyi tek dil haline getirmektir…
Ve o süreçte devletin en etkin argümanı, iç savaştır…
Peki, bugün değişen bir şey var mı?..
Şimdi artık Dersim’e gelebiliriz…
1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey tarafından hazırlanan bir raporda bakın neler denmektedir:
“Dersim, Hükümet-i Cumhuriye için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye yapmak şarttır”.
Ve aynı raporda; Dersim’e okul, hastane, yol falan yapmak yerine halkın elindeki silâhlar toplandıktan sonra ani bir askeri harekâtla Dersim’e baskın düzenlenmesi lâzım geldiği anlatılmaktadır…
Yine Hamdi Bey’in raporundan devam edeyim:
“Göreceği baskı nedeniyle dağlara çekilecek olan silâhlı halkı kara ve hava kuvvetleriyle imha etmek şarttır”…
Yani; “toplu katliam”…
Aynı müfettiş daha sonra bölgeye ülkücü memurlar gönderilmesini ve havalide yaşayan Kürtlerin Türkleştirmelerini önermektedir…
Genel Müfettiş İbrahim Tali Bey ise 1930 yılının Temmuz ayında kaleme aldığı raporunda şöyle demektedir:
“Elaziz’de bir bomba tayyare filosu hazır bulundurularak, mühim vakalar yapan veya hükümetin tebligatına muhalefet eden aşiret köylerini etkili bir şekilde bombalamak, ziraat ve hayvanlarını imha etmek ve rahatça ikamet etmelerine mani olmak…”
Şimdi artık ünlü, 2510 sayılı İskân Kanunu’na gelebiliriz…
Buyurun:
“Dâhili iskân safahatı cümlesinden olarak ana dili Türkçe olmayan nüfus birikimlerinin engellenmesine ve mevcutların dağıtılmasına ve bu suretle kültür birliğinin korunmasına ait tedbirlerin alınması ve uygulanması için hükümete yasal yetki alınması düşünülmüştür”… (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi. Devre IV-C.23.)
 
                        ***
 [page_end]
 
Bu yetki nereden alınacak?..
Meclisten elbette…
Ve alınmıştır da…
Ve kanun uygulamaya konulmuş; Türkçe olmayan nüfus birikimleri engellenmiş, mevcutları dağıtılmıştır…
Nasıl yapılmıştır?..
Şöyle…
M. Nuri Dersimi’den okuyalım:
“Van vilâyeti köylerinden tehcir edilen (göç ettirilen) 1400 hanelik bir kafile, Erzurum muhitinden yaya olarak, Bayburt üzeri Trabzon’dan deniz yolu ile Trakya’ya sevk edilirken, bu kafieden 1.000 hane bütün efradıyla yollarda mahvolmuş ve geri kalan çaresizler ağlaşarak Trakya'ya varabilmişlerdir"... (Nuri Dersimi. Dersim Tarihi. Sayfa. 178)
Ve şimdi de Vecihi Timuroğlu’ndan 1937 Dersim’ini okuyalım:
“Murat Suyu’nun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur… İksor vadisindeki mağaralarda en büyüğü 14 olan 243 çocuk imha edildi”… (Vecihi Timuroğlu. Dersim Tarihi. Yurt Kitap. S: 86)
Şimdi de isyanı bastırmakla görevli Albay Hacı Hulusi Yahyagil’in, “Son Şahitler” kitabına bir bakalım:
“ 1938’de bizi dersim İsyanı’nı önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi; İMHA!.. Canlı bir şey bırakmayınız, genç-ihtiyar, çocuk, kadın saire. Bunların çoğu Rafızi (Alevi) idi.”…
Şimdi, dikkat!..
Bunları yazan emekli Albay; yetmişli yıllarda ülkücülerin akıl hocasıydı ve Nurcu olarak tanınıyordu…
Yani; Kürt Müslümanlarının büyük önderi Nurslu Said’in öğrencisi…
 
***
 [page_end]
 
Ne yazık ki gerçek böyle!..
Bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki…
Ama hangi birini yazayım?..
Peki ya tartışılanlar?..
Hepsi geyik muhabbeti…
Kimisi işi “Atatürk öyle şey yapar mı?” diye sorarak “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum!” diyen bir askerin “öldürün!” emri veremeyeceğini savunuyor…
Bir bölümü ise olaya sadece “Alevilik” açısından bakıyor…
En büyüğü 14 yaşına olan çocuklar Alevi olsa ne olur, olmasa ne olur?..
Çocuk be çocuk!...
Ne diyeyim?..
Allah hepinizi bildiği gibi yapsın!..
Amin!..

Not: Fotoğraf 'ta; 1927 senesinde Sivas Divriği cezaevinde yatan Dr. Nuri Dersimi ve iki arkadaşını görülmektedir.