Demirtaş Radikal'e konuştu! Şehit polislerin cenazesine gitmek istiyor
'Kandil ile bizim barış sürecini yürütmeyle ilgili farklı tarzlarımız olabilir.' diyen Demirtaş "provakasyon olmayacağından emin olsam, o polisin cenazesine giderdim" dedi.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ateşkes sürecinin unutulan detaylarını anlattı ve polislerin öldürülmesiyle ilgili ilk kez konuştu: 'O polislerin kardeşleri kardeşlerim, çocukları çocuklarım gibidir. Kandil ile bizim barış sürecini yürütmeyle ilgili farklı tarzlarımız olabilir.'
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın sorularını yanıtlayan
Demirtaş, çok konuşulacak
açıklamalarda bulundu.
İşte o röportaj:
Ateşkesin nasıl bittiğine, masadan kimin kalktığına
dair herkesin farklı bir 'çözüm süreci' kronolojisi var. Sizinki
nedir?
-2013'ten bugüne kadarki süreç Dolmabahçe mutabakatına
hazırlık sürecidir, onun ön tartışmalarıdır. Asıl Dolmabahçe
mutabakatı nasıl hazırlandı, ona bakmak lazım.
Ondan önce, sürecin mihenk taşlarından biri olan
Türkiye'den PKK'lilerin çekilmesi meselesi var. Başbakan iki gündür
yaptığı açıklamalarda buna vurgu yapıyor ve Kürt tarafı çekilmedi,
sözünü tutmadı diyor. Çekilme döneminde ne olmuştu, detaylarını
bize hatırlatır mısınız?
-Benim de katıldığım İmralı görüşmelerinin ilk zamanlarında
Öcalan geri çekilmenin çok hızlı olması gerektiğini düşünüyordu.
'Bu iş gecikmemeli, devletle anlaştık ve çekilme için gerekli
yasayı çıkaracaklar… Biz de çekilmeyi hızla gerçekleştirmeliyiz ki
provokasyonlar yaşanmasın.' Böyle diyordu. 'Biz devlet heyetiyle
anlaştık, yasa çıktı çıkacak' diye ifade ediyordu.
Bu yasanın özelliği neydi?
-Şöyle anlatayım… Dağlarda silahlı insanlar var değil mi…
Çekilme demek bu insanların şehirlerden, köylerden, kasabalardan
geçerek bir yere ulaşması demek. Peki bu kişileri gören güvenlik
güçleri ne yapacak? Hakim, savcı, kaymakam, vali ne yapacak?
Kafasını öte yana mı çevirecek, çevirmezse ne olacak? Çevirirse
yarın bir gün önünden silahlı insanlar geçti sen niye müdahale
etmedin demezler mi? İşte tüm bu nedenlerden çekilmenin bir yasası
olmalı idi. Ve devlet bu yasayı çıkaracağına söz verdi.
Kime söz verdi, Öcalan'a mı?
-Evet. Biz de İmralı'dan döndükten sonra devlet heyetiyle bir
toplantı yaptık. 'Siz İmralı'da böyle bir çekilme yasası
çıkaracağınızla ilgili mutabakata varmışsınız' dedik, 'Doğrudur'
dediler. Bunun üzerine gittik, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin
ile görüştük. Sadullah Bey dedi ki, 'Şu anda yan odada hukukçu
arkadaşlarımız bu yasa üzerinde çalışıyor.' Ben de 'Bizim
hukukçlarımız da çalışıyor, ortaya çıkan metinleri parlamentoya
geri çekilme yasası olarak sunalım' dedim. Bakın, Abdullah Öcalan o
dönemde bu silahlı çekilmenin illa Kandil'e çekilmesi konusunda da
diretmemişti. Türkiye sınırları içinde bir yerde de tüm grupların
toplanabileceğini söylemişti. Çünkü zaten şöyle kurgulamıştı: O
sırada başka bir yasa daha çıkacak ve dağdakiler de inecek.
"SADULLAH ERGİN ÇOK UĞRAŞTI AMA YASA
ÇIKMADI"
Bu noktadan nasıl dönüldü?
-İşte bütün detayları paylaşıyorum ki halkımız bilsin. Bakan
Ergin'le konuşmamızdan sonra Kandil'e gittik ve hem Bakanlık hem
biz çalışıyoruz, yasa çıkacak dedik. Bunun üzerine Murat Karayılan
çıkıp 'Biz geri çekilme kararı verdik, yasa çıkar çıkmaz geri
çekilmeyi başlatacağız ve en hızlı çekilde sonlandıracağız.'
Sonraki süreçte yasanın çıkması için biz de Adalet Bakanı Sadullah
Ergin de çok uğraştı fakat iş geldi dönemin Başbakanı Erdoğan da
tıkandı. Yasa masa yok dedi Erdoğan. Bunun üzerine kriz çıktı. Biz
tekrar Kandil'e gittik, devlet heyeti de İmralı'ya. Sayın Öcalan
yasa olmadan çekilmenin risklerini anlattı ama sonra anladık ki bu
yasa çıkmayacak. Bunun üzerine bir sonraki görüşmede Abdullah
Öcalan 'Bu yasanın önemini kavratamadık oysa söz vermişlerdi. Ben
yine de geri çekilme olsun istiyorum' dedi. Sonra Erdoğan
silahlarını gömerek çekilsinler dedi. Ama yasa yok birşey yok, kim
nereye silahları gömecek, nasıl gömecek? Bu krizle de birlikte geri
çekilme 45 gün uzadı. Oysa anlaşma gereği yasa hemen çıkacak,
çekilmenin tamamı 45 gün içerisinde tamamlanacaktı.
Sonra geri çekilme basının da bir bölümüne tanıklık
etmesine izin verilerek başlamıştı fakat tamamlanmadı, değil
mi?
-Kandil çok riskli bulmasına rağmen Öcalan'ın yine de başlayın
sözleriyle çekilmeye başladı. Türkiye'deki tüm güçlerin toplanıp
çekilmesiyle ilgili bir takvim öngörmüşlerdi. Üç ay kadar bir süre
hesaplamışlardı. Biz bu takvimi hükümete ilettik, hükümet de
memnuniyet duyduğunu açıkladı. Çekilmenin başlamasının üzerinden
birkaç gün geçmişti ki hükümet sözcüsü Bülent Arınç bir basın
toplantısında bir soru üzerine 'Cehennemin dibine kadar yolları
var, buyursunlar istedikleri yere çekilsinler' dedi. Bu açıklama
Kandil'de şok etkisi yarattı. O zamanlar ben de gidip geldiğim için
bizzat şahit oldum.
"ARINÇ'IN O SÖZÜ KANDİL'DE ŞOK ETKİSİ
YARATTI"
Arınç'ın sözü mü mesele oldu Kandil'de?
-Samimiyetimle söylüyorum şok oldular. Çünkü ortada yasa
yokken, sadece Öcalan'ın 'Biz yine de çekileceğiz, hemen sonrasında
da çözüm olacak' sözüne güvenerek çekilmeye başlamışlardı. Zaten
çok tedirgin ve güvensizdiler. Bu açıklamaya çok sert tepki
göstermelerine karşın süreci durdurmadılar. Fakat sonrasında Kandil
ve bölge ziyaretlerimizde hep şunlar konuşuldu: 'Bizim
boşalttığımız gerilla alanlarına hızla kalekollar yapılmaya
başlandı. Madem çözüm olacak, madem biz dağdan iniyoruz, bu
dağların başına kalekollara ne lüzum var…'
Başbakan ise bir devletin baraj ve karakol yapması son
derece doğaldır diyor. Burada asıl mesele nedir?
-Evet Başbakan bunu anlamıyor, anlatmak istiyorum. Yaptıkları
şey sulama veya enerji için kullanılacak bir baraj değil. Askeri
bir baraj. Gerillanın dağları ovaları kullanarak geçiş yapmasını
engellemek için oraları suyla doldurmak için yapılan bir baraj.
Dağın tepesine yapılan askeri yollar… Duble yol değil bunlar.
Yalnız Kandil bu baraj ve kalekol yapımını daha
sürecin ilk dönemlerinde biliyor ve şikayet ediyordu. Fakat buna
rağmen süreç yürüdü. Sonra niye bu konu gündeme
geldi?
-Geri çekilme esnasında mesele oldu bunlar yeniden, o şekilde
gündeme geldi. Özellikle sınır hattına dağın zirvesine askeri
araçların geçebileceği beton yolların yapılması… 'Biz geri
çekiliyoruz ama devlet bunları yapıyorsa barış niyetleri yok, biz
çekileceğiz onlar savaş başlatacak' diye yorumladı Kandil bunları.
Bu tartışmalar Kandil'de 'Çekilme yavaşlamalı' tartışmalarını
başlattı. Biz de bu durumu hükümete aynen ilettik. Tam bu döneme
denk gelen bir Gezi direnişi süreci yaşandı. Ve hükümetin Gezi'deki
gençlere verdiği tepki Kürt tarafındaki güvensizliği iyice
arttırdı. 'Böyle davranan bir hükümet bizimle barış istiyor
olabilir mi' denildi.
Öcalan'ın da Gezi olaylarının çok iyi anlaşılması
gerektiğiyle ilgili bir açıklaması olmuştu o
dönemde…
-İşin doğrusu daha Öcalan o açıklamayı yapmadan Kandil
çekilmeyle ilgili frene basmıştı. Ardından Öcalan, 'Elbette böyle
bir durumda çekilme devam edemez' diyerek onların tutumunu
pekiştirdi. Çekilmenin hikayesi budur. Kim kime ne sözü verdi, kim
niye tutmadı detaylarını incelemeden olayları öne çıkarmak
çarpıtmaktır.
Sözünü ettiğiniz çekilme yasası çıkmış olsaydı, ne
olurdu?
-Ne diyordu biliyor musunuz Sayın Öcalan? 'Ben kamyonlarla,
otobüslerle gerillalar çok hızlı biçimde bir yere taşınacak ve biz
bir an önce müzakereye başlayacağız.' Hep böyle hayal ediyordu. O
yüzden 'Murat Karayılan bana bu iş 3 ay sürer dediğinde ben
kızıyordum, çok hızlı olması lazım bu işin çünkü devletle böyle
konuştuk' diyordu. Eğer hükümet vermiş olduğu sözü tutsaydı,
otobüsle kamyonla PKK gerillaları çekilmeyi yapsaydılar, çekilme
bitmiş, büyük ihtimalle silahsızlanma dönemi başlamış olacaktı.
Yasayı çıkarmayan bellidir.
Ama yasasız başlanmış olan çekilme süreci bir şekilde
devam ettirilemez miydi?
-Bu elbette HDP'nin vereceği bir karar değil ama bu kadar
hassas bir süreç böylesine bir anlaşma bozmayı, böylesine bir
güvensizliği kaldıramıyor işte.
Anlaşma ta o noktada bozulduysa, Dolmabahçe'de neyin
mutabakatını yaptınız?
-Şimdi gelelim o noktaya… O mutabakat için buluşuldu, herşey
hazırlandı çünkü aslında çekilmenin büyük bir kısmı tamamlanmıştı.
Yoksa mümkün mü? Çok az bir PKK'li grup Türkiye içinde kalmıştı.
Hükümet bunu çok iyi biliyor, çekilmenin büyük kısmı tamamlandığı
için geri kalanları problem etmedi. Ve görüşmelere devam edildi.
Hükümet o noktada çekilme yüzde yüz tamamlanıncaya kadar görüşmem
demedi. İmralı'ya gidip gelindi.
Dolmabahçe mutabakatına giden günler ve haftalarda ne
konuşuldu İmralı'da?
-Şöyle sözler verildi İmralı'da: Geniş heyetler, gazeteciler,
başka siyasetçiler hatta Kandil'den temsilciler gelecek Öcalan ile
görüşmeye.
Kim diyor bunu?
-Öcalan ile görüşen devlet heyeti. Bu arada İmralı'da
konuştuğumuz herşeyi biz Ankara'ya gelip teyit ettik hep. 'Böyle
konuşmuşsunuz, biz bunları tutanağa yazdık, bu tutanaklar Kandil'e
de gidiyor, Kandil bu konuda uzlaşma sağladığınızı kabul edecek,
teyit ediyor musunuz' dedik. 'Evet ediyoruz' dediler. Hem bakanlık
hem de devlet heyeti.
"DOLMABAHÇE'DEKİ OTURMA KRİZİNİ CUMHURBAŞKANI
ÇÖZDÜ"
Bu arada tüm bu diyalog sürecinde İmralı'yla görüşen
HDP heyetinden bir çok defa Öcalan'ın devlet heyetine ve MİT
müsteşarının çözme gayretine güvendiğini söylediği ifade edilmişti.
Doğru mudur?
-Doğrudur. MİT'in de içinde bulunduğu devlet heyeti biz
mutabık kaldık ama siyasetçilerin kaygıları başka, ikna edemedik
diyordu. Fakat biz İmralı'da Öcalan'ın uzlaştık dediği her konuyu
sonrasında Ankara'da teyit ettik. Bunları da Kandil'e bildirdik.
Ankara'ya, Kandil'e ve İmralı'ya güven vermek üzere çok gayret
sarfetti HDP heyeti.
Dolmabahçe'de açıklanan izleme heyetinde çoğunluğu
hükümete yakın gazeteci ve siyasetçiler vardı. Onların İmralı'ya
gitmesi sözkonusuydu. Cumhurbaşkanı niye sinirlendi bu
oluşuma?
-Siz görünen şeyi soruyorsunuz haklı olarak ama olayların
gelişimine baktığınızda sinirlendiği şeyin ne izleme heyeti ne de
mutabakattaki sözler olduğunu anlayacaksınız.
Cumhurbaşkanı Dolmabahçe mutabakatı toplantısının
ardından 'Doğru bulmuyorum' demedi mi? 'İzleme heyetine ne lüzum
var' demedi?
-Buradaki sıralama da, o toplantının yapıldığı güne kadar
yaşadığımız süreç de çok önemli. Kamuoyunun anlaması için detaylara
girmem gerekecek.
Elbette, buyrun dinliyorum…
-Ben Kanada'dayken, Şubat'ın başı, İmralı heyetimiz telefonla
aradı ve Öcalan ile anlaşılan metni hazırladıklarını, hükümete
sunacaklarını söyledi. Bana da gönderdiler, uygundur dedim. Sonra
bu metin hükümete gitti, onlar incelediler. Ve 'kabul edilemez'
diyerek kendileri bir metin önerdi. Fakat onların gönderdiği
metinde sadece hükümetin istekleri ve beklentileri vardı. Ve
İmralı'da konuşulan metin değildi.
Çok mu farklıydı?
-Çok farklıydı. Bizim hazırladığımız metin müzakere için
gereken başlıkları da içeriyordu, silahsızlanma çağrısını da.
Onlarınkinde ise sadece silahsızlanma çağrısı vardı. Müzakere filan
yok. Aynen şunu söyledim: 'Biz de PKK'nin silah bırakmasını
arzuluyoruz. Fakat bu yöntemle olmaz. PKK'yi yada Öcalan'ı
kandırarak olmasın. Güvensizlik oluşturmayalım. Çünkü metne
karşılık alamazsak, Kandil bu nereden çıktı derse süreç tuzla buz
olur.' Bunun üstüne bizim heyetimizi hükümetin metnini iletmek
üzere Kandil'e gönderdik. Siz bu metne olumlu cevap verecekseniz
hemen açıklayalım dedik. Kandil de 'Hayır İmralı'da konuşulan bu
değil, tutanaklar bizde de var, böyle bir çağrı yapılırsa uymayız'
dedi. Heyetimiz tüm bunları hükümete iletti, 'gelin herkesin kabul
edebileceği bir metin hazırlayalım' dedik. Bunun üstüne devletin
heyetiyle bizim heyetimiz birlikte İmralı'ya gitti.
Bu iki farklı metin konusunu iletmek üzere
mi?
-Tabii ki. İki metni de gösterdik. Bunun üstüne Öcalan 28
Şubat'ta Dolmabahçe'de açıklanan mutabakat metnini önerdi. Bunun
üzerine hükümet yetkilileri Cumhurbaşkanı ile görüştü.
Bundan emin misiniz?
-Tabii ki. Metin budur denildi ve Cumhurbaşkanı'nın onayı
alındı. Açıklamanın Dolmabahçe'de yapılması kararlaştırıldı
vesaire. Tüm bunlar açıklamayı 22 gün geciktirdi. Çünkü o metin
krizi o kadar sürdü. Şimdi Cumhurbaşkanı ya da Başbakan diyor ki,
'Öcalan silah bırak çağrısı yaptı ama HDP buna engel oldu.' Bu
süreci referans alarak söylüyorlar o lafı.
"PKK VE İMRALI'YI ALDATMAMIZ İSTENDİ"
Bu kısmı biraz açar mısınız?
-Bizim onların metnini kabul etmememiz kısmını söylüyorlar.
Halbuki o noktada aslında bizden Öcalan ve PKK'yi bir nevi
aldatmamız istendi. Biz de, 'Böyle yaparsak süreç çok yıpranır sil
baştan başlamak gerekir' dedik. Asıl AKP'yi öfkelendiren
budur.
Tüm bunlara rağmen Dolmabahçe açıklaması yapıldı
ama…
-Her adımda, -oturma düzeni dahil- her adımda
Cumhurbaşkanı'ndan onay alındı. Oturma krizindeki son noktayı da
sayın Cumhurbaşkanı koydu. O kadar sürecin içindeydi yani. Zaten
ardından Cumhurbaşkanı'nın ilk tepkisi şu oldu: 'Uzun süredir
beklediğimiz bir açıklamadır. Gecikmiştir ama sevindiricidir.' Yani
ilk açıklaması 'Doğru bulmuyorum' şeklinde değildi. Bu gözden
kaçıyor hep. İlk açıklamada beğenmediği şey benim yaptığım açıklama
idi yoksa mutabakatla ilgili bir sıkıntı ifade etmemişti henüz.
Fotoğraf yanlıştır yahut mutabakat yanlıştır demedi
Sonra ne oldu da doğru bulmadı?
-Bu ilk açıklama ile 'Doğru bulmuyorum' açıklaması arasında
geçen süre zarfında AKP'nin oylarının artmadığını hatta düşürdüğünü
ama HDP'nin oylarının arttığını gördü. Anket şirketleri böyle bir
bilgi vermiş.
Siz nereden biliyorsunuz?
-Biz içeriden, AKP'nin içinden öğrendik. Cumhurbaşkanı aynen
şunu demiş 'Bize hiç bir faydası yoksa bu işe niye girdik.' Ve
homurdanmalar başladı AKP içinde ama Cumhurbaşkanı merkezli. Dışa
çok yansımıyor ama bizim heyetlerimiz birbiriyle görüşüyor.
Mutabakat başlayacak ardından silah bırakma kongresi yapılacak,
şeklindeydi anlaşma. Onların beklentisi ise Kandil hemen kongreyi
toplayacak ve silahsızlanma açıklaması yapacak şekline
dönüştü.
Aslında neydi?
-İmralı'da büyük bir masa kurulacaktı. Bizim heyetimiz, devlet
heyeti ve gözlemciler konuşup tartışacaktı, aynı gün Öcalan silah
bırakın çağrısı yapacaktı. İmralı buna tamam demişti. 'Siz gelin,
masaya oturduğumuz gün ben bu çağrıyı yapacağım' diye açıklamıştı.
Anlaşma buydu. Ve Dolmabahçe mutabakatından hemen 1 hafta sonra
olacaktı tüm bu iş. Biz İmralı'ya gitmek için, gözlemcilerin
gitmesi için başvuruları yaptık fakat hükümet tarafından bize
'Sorun var' denmeye başladı. Ne sorunu var, kamuoyu önünde
buluştuk, konuştuk, beklenti var. Ne oluyor? Sonra anladık ki
Erdoğan demiş ki gözlemci heyet filan da olmaz. Halbuki isimler
dahi netleşmişti. Zaten hemen sonrasında Cumhurbaşkanı sipariş bir
soruya cevap olarak 'Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmuyorum'
dedi.
Hakan Fidan ve MİT bu noktada nasıl bir katkı yaptı,
sizler hiç görüşmediniz mi kendisiyle?
-Devlet heyetinin bir parçası olarak MİT müsteşarlığı ve Kamu
Güvenliği Müsteşarlığı ile sürekli görüşülüyordu. Onlar devlet
heyeti olarak sözleri verdi, hükümet teyit etti ama herşey bir
çırpıda reddedildi. Olan bu. Nedeni nedir tam olarak kendilerinin
cevap vermesi lazım. Bunları tek yanlışı, tek eksiği tek fazlası
olmadan anlatıyorum. Olaylar aynen böyle gelişti.
"KANDİL İLE ANLAŞMADIĞIMIZ NOKTALAR
VAR"
Meselenin başka bir kısmına gelelim. HDP'nin kazandığı
ciddi seçim başarısının ardından Kandil'den çeşitli açıklamalar
geldi. Öncelikle sizin emanet oy ifadenizi beğenmediler, sonra
HDP'yi pasif buldular, sonra da sizin sürecin adresi olarak
Öcalan'ı göstermenizle ilgili 'apolitikliktir' ifadesini
kullandılar. Hiç bir noktada sizin Demirtaş olarak başarınızı dile dökmediler.
Bunların hepsi üst düzey örgüt yöneticilerinin ağzından çıktı.
Kandil'in HDP ile ya da Demirtaş
ile ilgili pozisyonu nedir şu anda?
-Ne benim onlarla ne de onların benimle kişisel bir sıkıntımız
yok. Ama her konuda aynı düşünmüyoruz. Her konuda aynı düşünmek
zorunda da değiliz. Ben HDP'nin eş genel başkanıyım, onlar KCK'nin
eş genel başkanları. Biz ne bütün siyasi tartışmalarda örtüşmek
zorundayız, ne de her konuda yüzde yüz anlaşmak zorundayız. Elbette
KCK Ortadoğu'da, İran, Irak ve Suriye'de etkili büyük bir hareket.
Türkiye'deki siyasi gelişmelere dair yorum yapmalarından daha doğal
birşey olamaz. Bunlar ne bizim için talimattır, ne de onlar söyledi
diye ille yerine getirmek zorunda olduğumuz hareket planlarıdır.
Zaten talimat dediğiniz şey basın üzerinden, köşe yazıları
aracılığıyla yapılmaz. Onlar fikirlerini açıklıyorlar.
Hangi konularda anlaşmıyorsunuz?
-Örneğin HDP önemli bir siyasi alan açtı. Ve bu siyasi alan
henüz tamamlanmamış bir yürüyüştür. Dolayısıyla Türkiye toplumu
HDP'ye büyük bir şans verdi. Ve bu şans ile ne yapacağımız, HDP'nin
daralmasına mı büyümesine mi yol açacak, onu belirleyecek. O
nedenle HDP'nin süreci tamamlanmamıştır, potansiyeli bunun çok
ötesindedir. İktidar partisi olabilecek ruha sahiptir.
Peki nasıl ulaşacak iktidara, gerçek potansiyel
dediğiniz şeye?
-Barışı sağlayarak. Çatışmasızlığı koruyarak. Bu konudaki
duruşunda istikrarlı ve ilkeli mesajlar vererek. Seçim öncesi
verdiği mesajları savunmaya devam ederek. HDP bir seçim partisi
değildir artık, kalıcı bir harekettir. Uzun yürüyüşü Türkiye
siyasetine damga vuracaktır. Dolayısıyla HDP'nin barışa dönük
çağrıları, silahsızlanmaya dönük çağrıları, niyet beyanı, yöntem
önerisi rolü ve görevi icabıdır. Bu apolitiklik değil, politikanın
ta kendisidir. Bu konuda benim düşüncem budur.
Size göre Öcalan'ın rolü ne olmalı?
-Müzakereyi yönetmelidir. Bu Öcalan'ın üstünde bir baskı veya
yük değildir. Silahsızlanma kararını nihai olarak verecek
Kandil'dir zaten. Öcalan sadece çağrıyı yapabilecek konumdadır.
Kendisi de aynen bunu beyan ediyor zaten. Ama Öcalan'ın dahil
olmadığı bir müzakere sürecinde yapılacak silahsızlanma
çağrılarının da işlerliği olmayacaktır. Kandil'in biraz daha
Türkiye demokratik siyasetinden yaklaşması gerekir meselelere. Ben
böyle düşünüyorum. Çünkü HDP çok büyük bir potansiyele sahip. Öte
yandan Kandil de savaş delisi bir yönetim değil. Onların da çözüm
ve barış istediklerinden zerre kadar şüphe duymuyorum ama buna
gidiş usulü ve yöntemleri konusunda bazen farklı düşünebiliriz. Bu
da normaldir.
"BİZ SİVİLLER SAVAŞIN İÇ MANTIĞINA GEREKÇE
BULAMAYIZ"
Diyarbakır ve Adıyaman'daki polisler niye
öldürüldü?
-Savaşın ve çatışmanın bizim gibi sivillerin anlayamayacağı
bir iç mantığı vardır. Biz savaşın bize acı ve anlamsız gelen iç
mantığına müdahale edemezsek ölümleri de engelleyemeyiz. Sivil
siyasetle uğraşan bir insan olarak niye öldürüldü sorusunu
cevaplandıramam. Öldürülmemeleri lazımdı. Hiç kimsenin ölmemesi
lazım. Bizim iç mantığımızda sivil siyaset dünyamızda böyle birşeyi
açıklayamazsınız ki. Gerekçesini bulamam.
Ne diyeceğiz öyleyse anlayamıyoruz mu
diyeceğiz?
-Hayır anlayamıyoruz demiyorum. Savaş mantığı içerisinde
devletin yaptığının da PKK'nin yaptığının da bir tutarlılığı var.
Bize anlamsız geliyor. Ama o realiteyi düşünmemiz gerekir.
Diyarbakır'daki polisler öldürülmeden önce henüz
Kandil bombalanmamıştı…
-Yani hiç bir şekilde kabul etmediğimizi ifade ettim. Ben
başsağlığı diledim, orada öldürülen polislerin bu halkın yoksul
evlatları olduğunu dile getirdim. Bu konuda tereddüt göstermeyiz.
Hangi ölüm karşısında biz Bülent Arınç gibi davranabiliriz ki?
Bizim için öldürülen kişinin giydiği üniformanın, taşdığı siyasi
kimliğin hiç bir anlamı yok. Önce ortadaki cenazeye hep birlikte
sahip çıkarız. Ben provakasyon olmayacağından emin olsam, o polisin
cenazesine giderdim mesela. Ailesine giderdim, o insanların
ailesinin elini öperdim. Yani benim annemden nasıl bir farkı var ki
onların? Tabloya bakın, görüntülere bakın… Aynıdır. Onların
kardeşleri benim kardeşlerim gibidir. Çocukları çocuklarım gibidir.
Nasıl ayrıştırabilirsin ki bu toprağın insanlarını… Fakat bunu
durdurmanın yolu kınamak, lanetlemek sonra da yerine oturmak falan
değildir. Ciddi bir müzakeredir tek yok. Başka türlü bitmiyor bu
iş. Tekrar tekrar yaşıyoruz bu acıları. Boğuluyoruz.
Şu anda HDP olarak sizin alacağınız pozisyonun hiç
olmadığı kadar önemli olduğunu söylesem, katılır
mısınız?
-Bizim barış politikamız gönül alma değil sonuç alma odaklı.
Halkı aldatmadık, öyle bir niyetimiz de yok. Şirin mesajlar verip
arkadan da başka işler yapmak istemiyoruz. Yapmadık, yapmayacağız.
Kalıcı ve etkili olmak istiyoruz. Bunun da yolu çatışan tarafları
uzlaştırmak, masaya oturtabilmekten geçer. Kamuoyu HDP'den bir
barış rolü oynaması beklentisi içerisindeyse bizim bu pozisyonumuzu
iyi anlaması gerekiyor. Bu pozisyon herkes için değerli bir
pozisyondur. Şu anda yer yüzünde Ankara-Kandil ve İmralı ile
görüşebilen tek siyasi parti biziz. Türkiye kamuoyu HDP'nin bu
rolünün ne kadar işlevsel olduğunu görebilmeli. Biz pratik bir iş
yapıyoruz. Yoksa sabah öğlen akşam herkesin istediği açıklamaları
HDP yapsa, hiç bir pratik sonuç alamayacağız. Ölümleri
durdurabilecek işler yapmak istiyoruz. Dağdakinin annesi de bizden
bunu istiyor, askerdekinin annesi de.
"KÜRT ANNESİ DE ANKARA'YLA GÖRÜŞ BOMBALAMASINLAR
DİYOR"
Davutoğlu artık İmralı'ya gidemezler, kimle
görüşüyorlarsa görüşsünler silah bıraktırtsınlar dedi. Nasıl
yapmayı düşünüyorsunuz?
-HDP şu anda kime gidip ne söyleyecek? Peki biz Kandil'e
gidelim, ne diyeceğiz? Teslim olun mu diyeceğiz?
'Silah bırakın, artık sivil siyaset dönemi' gibi
Öcalan'ın dediği türden birşey bekleniyor olabilir
mi?
-Öcalan ben böyle bir çağrıyı yapmaya hazırım dedi zaten.
Görüşmeyi yarım bırakan hükümettir. Müzakere mukabilinde bunlar
olacaktı. Bu konularda uzlaşılmıştı, neden vazgeçildi diyorum.
Nedir oradaki tehlike? Dolmabahçe niye yanlıştır? Orada gayri
meşru, ahlaksız bir iş yoktu. İhale pazarlığı yapmadık biz.
Toplumun barışı için kutsal bir iş yaptık. Niye sahip çıkmadılar. O
fotoğrafta bulunan bakanlar bile sahip çıkmadı. Neden? Bir tek
Bülent Arınç çıktı ve 'Dolmabahçe mutabakatından Cumhurbaşkanı'nın
haberi vardır ve biz izleme heyetini olumlu buluyoruz' dedi.
Arkasından üstüne Ankara Büyükşehir Belediye başkanını saldılar ve
'Konuşanın sonu bu olur' mesajını verdiler. Ve herkes sustu. Böyle
bir durum varken biz HDP olarak nasıl ilerleyebiliriz? Silah bizde
değil, bizim kontrolümüzde de değil.
İnorganik bağınız olduğunu söylüyor ya
Cumhurbaşkanı…
-Neyi kastediyor bilmiyorum. Biz ayrı bir örgütüz, PKK ayrı
bir örgüt. Bizim PKK ile ne ast üst ilişkimiz vardır ne de ortak
hareket etme gibi bir ilişkimiz vardır. Biz çözüm sürecinde
kolaylaştırıcı olduk, zaman zaman ara bulucu olduk, zaman zaman
kriz çözücü olduk.
Çözüm sürecinin çeşitli aşamalarında hükümet Öcalan'ın
'olayları doğru okuduğu' ama 'Kandil'e söz geçiremediği' ya da
sizin sert açıklamalarınız nedeniyle sıkıntı yaşandığı söylendi.
Nedir aslı?
-Evet Öcalan'ın siyasi analizleri ve iradesi çok güçlü. Barış
konusunda da yapabileceği çok şey var. Ama şimdi Öcalan ile görüşme
sona erdirildi. Niye dört aydır tecrit altında? Bence Öcalan'a
rehine muamelesi yapmak istiyorlar, Kandil ve Öcalan da bunu kabul
etmiyor. Benim görebildiğim bu.
Peki polislere yapılan infazlara bakarak PKK'nin
Türkiye ile ilgili stratejisinde bir değişiklik olduğunu
söyleyebilir miyiz? Çünkü Duran Kalkan 'yeni bir mücadele'den söz
etti üç gün önce.
-2013'te Öcalan'ın Newroz'da açıkladığı noktalar stratejik bir
kırılmaydı, ona göre yapılması gereken Türkiye ile ittifak kurmak
idi. Ben bu stratejinin değiştiğini düşünmüyorum çünkü bağrında
ideolojik bir referans da barındırıyor. Konjonktürel ya da dönemsel
çıkarları gözeten bir strateji değil. Öcalan 1997'den beri, daha
İmralı'ya getirilmeden önce, bunları sistematik olarak söyledi.
2013 Newroz çağrısı o günlerde oluşmadığı gibi bugünlerde de
değişmez. O yüzden hepimize, bunu seçime, dönemsel çıkarlara heba
etmeyin dedi. Kandil için de önderlik olarak kabul ettiği Öcalan'ın
stratejik pozisyonu değişmez.
Sizin HDP olarak planınız nedir şu
anda?
-Savaşın faturasını bütün Türkiye ödüyor, ölen hangi taraftan
olursa olsun. Çatışan taraflara acilen dur çağrısı yapmamız lazım.
İki tarafı da zorlamak istiyoruz. Çünkü barış hakkı bir insan
hakkıdır. Medya savaş ayarlarına dönmemelidir. Eksiklerimizi
eleştirsinler ama barış dilinden vazgeçmesinler. Bizim
açıklamalarımızı PKK'yi korumak, hükümete vurmak şeklinde
yorumlamamak lazım. Bizim desteğe ihtiyacımız var. AKP içinde bir
çok kişinin de barışı çok istediğini biliyoruz. Onlar da sesini
çıkarsın.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP'nin oylarını
artırdınız, genel seçimlerde o oranın da üstüne çıktınız. Son
gelişmelerin bu oyları verenleri hayalkırıklığına uğrattığını
düşünüyor musunuz?
-Bunu AKP'nin manüpilasyonları bu hale getiriyor. Ölümlerin
hiç biri HDP'nin sorumluğundan ötürü değil. Erken seçime giderken
bir kaos ortamı istendi ki halk, istikrarı güvenliği sağlayacak bir
tek AKP'dir desin.
Ama kahir ekseriyetin hayatı düz mantıkla ilerler.
Şöyle ki: PKK polisleri öldürdü. HDP, PKK ile görüşüyor.
Dolayısıyla bunu düzeltsin. Hatalar olabilir ama bu mantığın
yaygınlaşmasını gayri makul mu buluyorsunuz?
-Gayet makul ve doğrudur. Elbette biz bunu düzeltmek için
uğraşmak zorundayız. PKK'nin eylemleri durmalı. Devletin
operasyonları durmalı. Bir Kürt annesi de bize barış için oy verdi.
O da bana şunu soracaktır: Biz sana oy verdik, benim çocuğum dağda,
gece yarısı onun tepesine bomba yağdırılmasın, sen Ankara'yla
konuşabiliyorsun. Git düzelt. O da haklı mı? Haklı.
"90 GENÇLİĞİYİM YAŞADIĞIM HER ANI FAZLADAN
SAYARIM"
Son olarak… Parti içinde ya da Kandil'de size yönelik
özel bir memnuniyetsizlik var mı?
-Bu röportajı kişiselleştirmek istemiyorum ama çok kısa cevap
vereceğim. Ben siyasete girdiğimden beri parti içinde ve çevresinde
küçük de olsa rahatsız olan bir kesim oldu. Çünkü siyaset tarzım ve
üslubum önceki tarzlarla pek uyumlu değil. Bu konuda mütevaziliğimi
bozmamaya gayret ettim ama işin doğrusu şöyle bir şeyle
karşılaştım: Herkesin çıtayı belli bir seviyede tuttuğu yerde
çıtayı yükselttiğiniz zaman bazılarının çıtasının düşük olduğu
ortaya çıkıyor ve rahatsızlık yaratıyor. Bu öyle çok yaygın birşey
değil, bir hizipleşme de yok. Halktan ve parti içinden bana destek
olan çok büyük bir kesim de var. Fakat bazı kişiler benim önümü
kesecek, benim şevkimi kıracak hareketler yapmaya çalıştılar. Ben
çok koltuk sevdalısı değilim, her an koltuğu bırakabilirim hissini
de herkese verdim. Bırakmam gereken zaman ikiletmem mesajını
verdim. Fakat ben kimsenin adamı da olmadım hiç bir zaman. Diğer
partilerde belki böyle bir tarz vardır. Ya uluslararası gücün adamı
olur, ya bir istihbarat örgütünün adamı olur, ya parti içinde bir
kliğin adamı olur. Birşeyin adamı olur yani. Ben öyle olmayınca bir
çokları herhalde 'Benim adamım değilse öbürünün adamıdır' diye
düşündü. Hiç kimse demedi ki bu halkın adamıdır. Çünkü bu
memleketin siyasi geleneğinde yok. Hiç kimsenin adamı olmamamama
ihtimal vermeyenler benimle uğraşıyor. Bu kadar.
Çok ciddi tehditler aldığınız söyleniyor, doğru
mu?
-Öyle. Emniyetten de geliyor bilgileri. Ben 90 gençliğiyim.
Bir çok arkadaşım yaşamını yitirmiştir. Biz hep kendimizi fazladan
yaşamış insanlar olarak gördük. Tüm günler hanemize fazladan
yazılıyor diye düşündük. IŞİD'den, kontradan korkacak insanlar
değiliz ama herkesin içi rahat olsun tedbirimizi de alıyoruz.
Halkın moralinin bozulmasını istemeyiz.