Demet Cengiz: 'Ekmek Yediğim Meslek Birilerinin Hobisi!'
Sayım Çınar Demet Cengiz ile gazeteciliğe, ekonomi gündemine, patronlar dünyasına dair önemli bir söyleşi gerçekleştirdi, ortaya basını da eleştiren ses getirecek bir söyleşi çıktı.
SAYIM ÇINAR
Sayım Çınar, Demet Cengiz ile gazeteciliğe, ekonomi gündemine, patronlar dünyasına dair önemli bir söyleşi gerçekleştirdi, ortaya basını da eleştiren ses getirecek bir söyleşi çıktı.
Yıllarca Hürriyet gazetesi ekonomi servisinde çalıştın. Ne oldu da Hürriyet gazetesinden kopma noktasına geldin?
Ben o kadar erken yaşta çalışmaya başladım ki... Bu yıl gazetecilikte yirminci yılım. Eski kuşak gazetecileri, alaylıları çok iyi tanırım. 2000-2002 yılları arasında Londra'da kalıp medyadan biraz uzaklaştım. Döndüğümde de Hürriyet'te başladım. O zaman Hürriyet ekonominin efsane bir kadrosu vardı. Doktora yapmış muhabirler vardı. Cüneyt Uzunoğullar, Sadi Özdemir, Ufuk Sandık, Nurten Erk, Mustafa Kutlay gibi çok saygın meslektaşlarımla çalışma fırsatım oldu. Hepsi birer efsaneydi. Hürriyet'te 13 yıla yakın bir teşriki mesai... Bu süreçte oradaki kadrolar fazlasıyla değişti. Referans gazetesinin kadroları, Radikal'in ardından Hürriyet'te etkin olmaya başladı. O süreçte pek çok kopuş yaşandı. Kopanlardan biri de benim. Öyle çok büyütecek bir şey yok yani.
"TÜM DÜNYADAKİ GİBİ ÇAĞIN
GETİRDİĞİ
DEĞİŞİKLİKLERİN SANCISINI ÇEKİYORUZ"
Hürriyet'ten sonra Sözcü, orada da bir yıldan fazla çalıştın, orayla da bir kopuş yaşadın. Hürriyet gazetesinden ayrılan gazeteciler Sözcü gazetesine gidiyor. Orası ne kadar Hürriyet'e benziyor?
Sözcü, doğal olarak yüksek bir tiraj yakaladı. İçerideki
kadrolar Gözcü gazetesinden Hürriyet'e, Akşam'dan Yeni Günaydın'a
(ki bu benim de mesleğe atıldığım ilk gazetedir. Şimdi insanlar onu
Sabah gazetesinin bir ilavesi olarak biliyor sadece ama çok eskiden
o tek başına bir gazeteydi) farklı backgroundlara sahip.
Sayım, bazı şeyleri anlatmak epey güçleşti Türkiye'de. Biz de tüm
dünyadaki gibi çağın getirdiği bir takım değişikliklerin acılarını
çekiyoruz, sancılarını yaşıyoruz. Ancak Türkiye'ye özgü bazı özel
durumlar da var hepimizin malumu olan.
Gazetecilere çok hoyrat davranıldığını düşünüyorum. 'Gazeteci
kim' de ayrı bir soru olarak karşımıza çıkıyor zaten. Gerçekten
yaptığımız işin ne kadarı gazetecilik? Gökten zembille inen
gazetecimsiler var. Benim ekmek yediğim mesleğim kimilerinin hobisi
oldu. Ben açıkçası neyi kritik edeceğimi de şaşırdım. Dışarıdan
dizayn edilen medya düzenini mi eleştireyim yoksa zalim medya
patronlarını mı (bak aynı adamların, medya dışı kollarda daha
insani davrandıklarını düşünüyorum. Fakat konu medya olunca aynı
adam haktan hukuktan uzaklaşabiliyor) yoksa patronlardan daha zalim
gazetecimsileri mi, sağdaki sıfır sayısına göre daha yüksek çıkan
sahibinin seslerini mi, yoksa gazeteciliği hobi olarak yapan
ünlümsü futbolcu eşlerini mi yoksa gazeteciliğin en en en temeli
muhabirliği aşağılayan köşe yazıcılarını mı (ki ben de köşe yazdım,
mesele herkes değil), yoksa yoksa her şeyi eleştiren tepeden bakan
kibirli zihniyeti mi, yoksa yoksa yoksa herkesi gerizekalı yerine
koyan dün siyah dediğine bugün beyaz diyenleri mi... Kimi, neyi
eleştireceğimi şaşırdım. Bu şaşkınlıkla her şeyi, herkesi
eleştirenlerden birine dönüşmek de istemiyorum ama bu kaçınılmaz
olarak böyle gerçekleşiyor.
Soruna cevap ise şu: Hürriyet ve Doğan Grubu beğenin beğenmeyin
medyadaki en kurumsal yapılanmadır. Eskiden de böyleydi. Hâlâ da
böyle. Hürriyet'ten sonra nerede çalışırsanız çalışın o
kurumsallığı bulamazsınız. Tüm eleştirilere rağmen hâlâ en etkin ve
en ciddiye alınan gazete, en ağırlığı olan gazete.
Mesleğin bugün geldiği yerden mutlu değilsin...
Nasıl olabilirim ki? Bu benim çocukken hayalini kurduğum bir meslek. Ama bizim içinde yüzdüğümüz akvaryumların suyunu değiştirdiler. Tuzlu suyumuzu aldılar. Tatlı suda yüzün dediler. Yüzemedik. Öldük. Pek çok iyi gazeteci minderin dışına itildi.
"SAKIP SABANCI, ŞU KÜÇÜK KIZ EZİLMESİN DEMİŞTİ"
İş adamlarıyla yaptığın röportajlar çok ses getiriyordu. Senin de unutamadığın röportajların vardır. Seni şaşırtan röportajların hangileri?
Çok erken yaşta gazeteciliğe başladığım için küçük bir kız
olmanın avantajlarını yaşadım. Pek çok iş insanıyla benim 18-19
yaşında olduğum anılarım var. Sakıp Sabancı, bir açılışta 'Şu küçük
kız ezilmesin' demişti. Kameramanlar arasında epey sert bir itiş
kakış vardı.
Vehbi Koç, bir basın toplantısının ardından masadaki Divan çifte
kavrulmuş Antep fıstıklı lokumları toplayıp bana vermişti. Çok
çelimsizdim. Sanırım kilo almamı istiyordu.
Üzeyir Garih ile bir röportaja geç kalmamak için spor çantam ve
raketimle gimiştim. Utançtan yüzüm kırpkırmızıydı. Çok babacan bir
tavırla bir gün beraber tenis oynayalım demişti. Sırf beni
rahatlatmak ve mahcubiyetimi azaltmak için.
Şimdi düşünüyorum; o kuşak karşılarında çok genç bir kız olmasına
rağmen inanılmaz saygılı davranıyordu. Hem babacan hem ölçülü hem
de anlayışlı olabiliyorlardı.
Bir unutamadığım röportaj da İspanyol Mango'nun Türk asıllı
sahipleridir. Babaları ölünce Hürriyet'te ilanları çıkmıştı. Ben de
Musevi cemaatinden bir numara bulup aramıştım. Telefona çıkan
kadınla İngilizce konuşmaya başladım. Kadın üzgün bir sesle birine
seslendi. 'Nahman al şu telefonu. Anlamıyorum' dedi. Aksanlı bir
Türkçe ile... Sonra onlarla ilgili bir haber yazdım ve çok okundu.
Mango'nun sahipleri Türkmüş diye ülkece gurur yaşadık. Bir yıl
sonra Barselona'da tatildeyken onları ziyarete gittim ve hiç
hesapta yokken röportaj yaptık. Daha önce medyada hiçbir şekilde
yer almamışlar ve tek kare fotoğrafları yoktu. Röportajın ardından
Nahman Andiç Ermay'ın odasındaki Atatürk portresi önünde fotoğraf
çektirirken Mango'nun tüm çalışanları paralize olmuştu.
Bir de Luciano Benetton röportajım hoştu... Onunla yaptığımız
röportajın ardından o zaman Türkiye'de ortak olduğu Cem Boyner'e
mektup yazmıştı. '50 ülkeden gazeteci geldi. En genci Türkiye'den
gelendi ve en iyi hazırlanan da oydu' yazmış. Sonra Cem arayıp bu
mektuptan söz etti. O da gururlanmış. Aslında işte hepimiz biraz
böyleyiz. Akdenizlilik belki bilmiyorum. Duygusalız. Böyle bir
şeyle milli gurur falan yaşıyoruz. Kötü bir şey diye söylemiyorum.
Aksine çok hoş ve harika bir şey bu heyecan.
Patronca adlı kitabın çok ses getirmişti, bu proje kitabın çok sattı mı? Bülent Eczacıbaşı, Hüsnü Özyeğin, Leyla Alaton, Cem Boyner, Demet Sabancı Çetindoğan'ın bu kitapta yer alıyor. Onlar senin bu çalışmana nasıl katıldılar?
İşte önceki sorularda uzun uzun anlattığım eski ve güvene dayalı
ilişkiyle... Ben hiçbir zaman yaptığım söyleşiyle sansasyon yaratma
hevesi duymadım. İnsanlar bazen böyle bir özşehvet ile hareket edip
ortalığı dağıtabiliyor. Şakayı ve gerçeği ayırt etmek önemli. Bir
cümlenin yazılı ve sözlü ifadesi çok farklıdır. Yanlış anlaşılacak
bir ifadeye bilerek yer vermem. Varsın az okunsun yazım. Varsın bir
sansasyon çıkmasın. İşiniz kadar yaşamınız da önemli. Şöhret
hedefiyle bir şey yapmadım ben. Hikayeler dinledim ve onları
anlattım.
Tacizle ilgili bir yazım nedeniyle hakkımda soruşturma açıldı.
Bununla ilgili sansasyonel açıklamalar yapmadım. Siyasi
tartışmalara bir şeyin yanında veya karşısında olarak girip bir
rant sağlamaya, ünlü olmaya çalışmadım. Şöhretin iyisi ve kötüsü
var çünkü.
"EKONOMİ SAYFASINDA BEKLENMEDİK BİR FIRLAMALIK"
Genelde ekonomi sayfalarını okutmak oldukça zordur fakat sen kendini okutabilen bir yazar oldun. Bu durumu neye bağlıyorsun?
Bunu ben açıklayamam. Bazı şeyler o kişinin kendi doğasından
gelir. Örneğin bir yangın çıkar on kişi ölür ama bir kişi sembol
olur. Koca şiddetine maruz kalan binlerce kadın vardır ama birinin
hikayesi herkese ulaşır. Bunun bir formülü var mı ben bilmiyorum.
Bazı olayların da kişiler gibi karizması var. Bazı hikayeler yazarı
nedeniyle kıymetlidir. Bir cümle onu kuran kişi nedeniyle daha
anlamlıdır. Bütün bunları tayin eden nedir? Tayin edebilir miyiz
ki? Elbette pakette bazı unsurlar vardır ama demek istediğim bazı
şeylerin doğasında bu vardır. Ya da kaderinde... Yani bir tarafını
yırtsan yine de yapamazsın...
Söylediğini iltifat olarak kabul edip itirafta bulunayım.
Ekonominin sıkıcı olduğunu biliyorum. Ve belki de tek amacım onu
daha az sıkıcı kılmaktı. Günlük yaşamımda da neşeli ve espriliyim.
Gülmeyi çok seviyorum. Bu yazılarıma da yansıyor. Ve insanlar,
ekonomi sayfasında beklemediği bir fırlamalık görüyor. Şaşırıyor.
Hep böyle postalar, mektuplar aldım ben. Ama sokakta dolaşırken de
insanları şaşırtan şeyler yapabiliyorum. Asla böyle bir amacım
olmuyor ama şaşırtıcı cevaplar veriyorum.
Geçenlerde bir taksi şoförü arkada öpüşen sevgililerden şikayet
etti. 'Bırakın öpüşsünler. Dövüşseler daha mı iyi' deyiverdim.
Tabii adam dumur! Ama olsun.
Biraz düşünmeye sevk ettiysem ne mutlu bana. Bir de galiba ben her
şeyi biraz bir öykü gibi görüyorum ve onu lezzetli anlatmak
istiyorum.
Türkiye'de hep bir kriz var deniyor. 2016 sence nasıl bir yıl olacak? Bizi neler bekliyor?
Zor işte, hepimiz yaşıyoruz. Küresel olarak da zor bir dönem. Hepimizin içini burkan acılar yaşanıyor. Savaşlar, felaketler, terör... Ekonomik olarak da zor bir süreç.
Gazetecilerin son dönemde fazlasıyla kitap yazdığını görüyoruz. Son dönemde çok fazla kitap yayınlanıyor, sen kendi kitabını nereye oturtuyorsun? Senin kitabının farkı ne?
Ben dersten çok örneğe inananlardanım. Benim kitaplarım örnekleri gösteriyor. Kitaplarımla ilgili iş dünyasını, patronları anlatan konuşmalar yapıyorum. İş liderleri de rol modeli. Ve tabii ki herkes onlar gibi başarılı olmak istiyor. İmza günlerimde bana gelip 'Nasıl zengin olacağım ben' diye soranlara sık sık rastlıyorum. Gerçi nelere rastlamıyoruz ki? Geçenlerde Trump'ta imza günüm vardı ve bir adam Kuruçeşme'deki arazini satmak istediğini anlattı. Ona müşteri bulursam bana da komisyon verecekmiş. 'Sizin çevreniz geniş Demet Hanım' dedi.
"BENİM İŞİM SORU SORMAK VE BUNU ÖZLÜYORUM"
Gazeteciliğin geldiği nokta hep tartışılıyor. Sana da mutlaka teklifler geliyordur. Ne zaman gazeteciliğe geri dönmeyi düşünüyorsun?
Sözcü'den ayrılınca üç ayrı gazete aradı ama ben biraz
uzaklaşmak istedim. Ben mesleğimi çok seviyorum ama bunu istediğim
bir yerde yapmayı tercih ederim.
Şarkı söylemek gibi. Gazinoda da söyleyebilirsiniz, pavyonda da,
banyoda da. Gazeteci olarak da var olmak zorunda hissetmiyorum.
Kendimi sadece bununla tanımlamıyorum ben.
Ama tabii ki tekrar sahada olmayı çok isterim. Benim işim soru
sormak. Ve bunu özlüyorum.
Yıllardır hep performans işleri yapıyorsun. Sonuçta güncel olmak, ayakta kalmak zorundasın. Seni ayakta neler tutuyor?
Farklı ilgi alanlarım var. Çok seyahat ediyorum. Neredeyse
çocukluğumda beri. Seyahat ettiğim yerlerin kedi doğasını
yaşıyorum. Gittiğim yerin içine giriyorum. Kenardan bakmıyorum. Çok
okuyorum diyeceğim ama bir gazetecinin okumaması gibi bir durum
olabilir mi? Ve televizyon kirliliğinden çok uzağım. Bu bana vakit
kazandırıyor. Gerçek şeylerle uğraşacak vakit...
Ve biraz spor ve bol müzik benim enerji kaynaklarım. Sık sık
kendimi yoklarım. Ve pozitif olduğum kadar pozitif kalmaya da
gayret ederim. İnsan kendiyle de uğraşmalı.
Yahu tarlayı bile yılda birkaç kez sürmek gerekiyor. İnsan kendini
boşlamamalı. Arada nadas da iyidir.