Cinsellik değil, insanlık yazısı…
“Günümüzde insanların korunma ve toplumsallık ihtiyaçları bitti sadece cinsellik ihtiyaçları kaldı”…
GAZETECİLER.COM
Türk medyasında erkeklerde Hıncal Uluç’un,
kadınlarda ise Ayşe Arman’ın öncülük ettiği “Freudyen Yazar”
tipleri vardır…
Hatırlayacaksınız…
Freud, “insanların 3 temel
ihtiyacı vardır. Bunlar; korunma, toplumsallık ve cinsellik”
demişti…
Sonra da şu tespiti yapmıştı; “Günümüzde
insanların korunma ve toplumsallık ihtiyaçları bitti sadece
cinsellik ihtiyaçları kaldı”…
Hıncal Uluç, Ayşe
Arman ve takipçileri ya da taklitçileri
yazılarında “cinsellik” konusunda bir şey yazmayınca, o gün
kendilerinde bir “eksiklik” hissederler…
Okuyucularının önemli bir bölümü de içinde
“seks” olmayan yazılarına dönüp bakmazlar bile bu tür
yazarların…
Ama Ayşe Arman bugün “cinsellik” değil,
“insanlık” yazmış…
Şöyle de söyleyebiliriz…
Okurların % 90’ını “daha çok
ilgilendiren”…
Bir dakika olmadı...
Şöyle demeliyiz: “Daha çok ilgilendirmesi
gereken” bir yazı…
“Ayşe Arman içinde seks
olmayan yazı yazar mı?” diye
soranlardansanız lütfen okuyun…
Al, al, nereye
kadar? Vermek de lazım...
BİRAZDAN bir konuşma yapacağım.
Haliyle tedirginim.
Yok yok, cümleyi yeniden
kuruyorum.
Birazdan bir konuşma yapacağım.
Ve üç buçuk atıyorum.
Ellerim buz kesmiş vaziyette, kalbim de
neredeyse yerinden çıkacak.
Çare nedir?
Bir kadeh şarap mı, bir kaşık Pasiflora
mı?
Yoksa yalan söylemek mi?
Domuz gribi oldum desem, evden
çıkmasam...
*
Yüzlerce insan sana bakarken bir sahnenin
ortasında dikilme fikri çok ürkütücü.
Ama aynı zamanda tuhaf, vahşi bir zevk de
veriyor.
Aslında insanın bir şeyden korkması
güzel.
O korkuyla yüzleşmesi güzel.
Sizi bilmem ama beni canlı ve diri
kılıyor.
Fakat bir taraftan da, insanın kafasını
kurcalıyor:
Bu kadar strese girmesem mi? Ne gerek
var?
*
Gerçi, işim çok zor değil...
Çünkü kendimi anlatacağım, işime duyduğum
tutkuyu, meraklı biri olduğum için, yaptığım işle kişiliğimin cuk
oturduğunu, dostlar alışverişte görsün diye değil, o soruyu sormak
istediğim için sorduğumu... Herhangi bir uçaktan inerken bile,
yanımdaki 14 C’nin hikayesiyle indiğimi...
Amaaaaa... İş, benimle bitmiyor ki...
Fotoğraflar iyi olacak (Sebati, Senih, Kutup, Levent), görsel
yönetmen iyi olacak, kuş konduracak (Nilgün), tabii ki iyi bir
editör elinden geçecek iş, daha başlıktan insanı yakalayacak
(Muhittin, Neyyire, Ayşen, Emre). Ve tabii ki gazeten, işini iyi
gösterecek. Yoksa emeklerin boşa gider, ayvayı yersin!
Son olarak, sahnede iyi olduğunu düşündüğüm
işlerimden örnekler sunacağım. Görsellerini gösterip, o
röportajların hikayelerini anlatacağım.
Ve ve T Bank’ın CEO’su Dinçer Alpman
(söyledim değil mi bu konuşmayı T Bank için yapacağımı) tamam
derse, sahnede onunla röportaj gerçekleştireceğim.
Aklımca, birtakım numaralar
çekeceğim.
*
Ama tabii Caretta İletişim’den Şule Çizmeci
beni arayıp, “T Bank çalışanları için bir konuşma yapar mısın?”
dediğinde, “T Bank mı, o da ne?” dedim.
Türk Telekom’u satın alan Hariri Gurubu, T
Bank’ın ortaklarından biriymiş, Türkiye piyasasına 2007’de
girmişler, “Hoş gelmişler” dedim.
Ama sonra hemen ekledim:
“Teşekkür ederim, ilgilenmiyorum, ben hiçbir
yere konuşmaya gitmiyorum, benim işim değil.”
Fakat sonra şimdi buraya yazmak istemediğim
bir ücret söyledi.
Kimilerine göre atla deve olmayabilir, ama
mesela sevgilimi bir hafta sonu bir yere götürebileceğim kadar bir
miktar.
Kafamda, evirip çeviriyorum, “Nereye
götürsem? Nereye davet etsem acaba? Neresi şık olur?”
Hatta baktım, Alya da olsun mu olmasın mı
planlarına geçmişim.
“Ben sana yarın haber vereyim Şule” dedim ve
telefonu kapattım.
*
Sonra arkadaşlar...
Bunu sevgilime açınca...
“Ne seyahati, ne tatili ya!”
dedi...
“Sen sosyal sorumluluk işlerine girmek,
çocuklara yardım etmek istemiyor muydun, al sana
fırsat!”
Biraz afalladım. Yalan söylemeye gerek yok,
onun yönlendirmesi olmasaydı LÖSEV hiç aklıma
gelmeyebilirdi.
“Hadi hadi, sen iyi bir insansın, yaparsın”
dedi.
Birden havaya girdim, “Tamam”
dedim.
Hızımı alamadım, yakında bir kitap
çıkarıyorum, yazarım detaylı olarak Doğan Kitap’tan çıkıyor, “Alya,
sevgilim ve ben... Bizim ailenin hikâyesi...”
“Anasını satayım, onun da geliri LÖSEV’e
gitsin” dedim...
*
Neden LÖSEV?
Çünkü içimden öyle geldi.
Çünkü bizler, dünyanın en şanslı
insanlarıyız, çocuklarımız sağlıklı.
Çünkü dünyanın en boktan şeyi bir çocuğun
hasta olması.
Çünkü yardım direkt çocuklara gidiyor, 0-16
yaş arası lösemili çocuklara.
Çünkü kurucusu, hayatını bu işlere adamış
biri Üstün Ezer, pediatrik hematolog. 11 yıldır bu meseleyle
canhıraş bir şekilde uğraşıyor. O, bir savaşçı.
Çünkü 30 çocukla başlamışlar, şimdi 6018
çocuğu tedavi ediyorlar.
Çünkü çok pahalı bir tedavi ve Türkiye’de ne
yazık ki her yıl 5000 çocuk kansere yakalanıyor, bunların 1500’ü de
lösemiye.
Çünkü LÖSEV’e kayıtlı olan 6018 çocuğun 87’si
yoksul.
*
Onun, bunun, benim, sizin
yardımları...
Hem o çocukların Türkiye’nin her tarafında
ücretsiz tedavi olmasını sağlıyor, hem de aileleri nakti yardım
alıyor. Kömürden deodoranta kadar yaşam ihtiyaçları karşılanıyor.
Çünkü paraları yok. Evde kardeş varsa, kırtasiye alınıyor. Yardım
kolileri gidiyor. Vakıf ve dernek işlerinde insanın bazen kafası
karışıyor gerçi, ama LÖSEV gibi vakıflarda biliyorsunuz ki, para
gerçekten yerine ulaşıyor.
Önümüz bayram... Kurban bayramı... Bir kurban
280 TL’ymiş, isterseniz bu parayı LÖSEV’e yolluyorsunuz, onlar
sizin için kurbanı kesiyor, o etler de lösemili çocukların ailesine
gidiyor. Diyorsanız ki, “Yok kardeşim, ben kan akıtmak istemiyorum”
o zaman LÖSEV’e yardım yapıyorsunuz, 280 TL vermek de şart değil,
imkanlarınız ne kadar el veriyorsa...
0660, LÖSEV’in banka hesabı, bütün bankalarda
geçerli.
İnternetiniz yoksa, Ankara telefonu 0312 447
0660, İstanbul telefonu da 0212 268 68 68...
Evden çıkamayacak durumda iseniz bile,
ayağınıza kadar gelip, yardımınızı alabiliyorlar.
Son alarak, hızlı bir vakıf, insanı
delirtmiyorlar.
*
Durum budur.
Kim nereye çağırırsa, kendi hikayemle
geleceğim, profesyonel bir konuşmacı değilim, ama işime duyduğum
heyecanı elimden geldiğince sizi aktarmaya çalışırım.
Ücretini de bir zahmet LÖSEV’e
yatırırsınız.
Şartım bu.
Bana düşmez ama para almadan konuşma yapan
herkese de naçizane önerim bu, gidin yapın konuşmanızı ama parayı
bir vakfa bağışlamalarını isteyin.
Ömer sevgilim, bu şartlar altında seni
seyahate götürecek param yok!
Boş ver kim takar seyahati...
Beni daha iyi bir insan olmaya teşvik ettiğin
için de seni seviyorum...