Çetin Altan olabilmek kolay mı?..

Ne bir Bekir Coşkun’um, ne Yılmaz Özdil; ne su dökebilirim Salih Tuna’nın eline, ne yetişebilirim Ahmet Kekeç’in diline…

ADNAN BERK OKAN

 

Behçet Kemal Çağlar, Yusuf Has Hacip’in ünlü eseri Kutadgu Bilik’ten yaptığı çevirinin bir yerinde “söz” ve “dil” üzerine şunları söyler:

 



Zor iş başardım…

Fatih Altaylı, Alev Alatlı
’yı konuk etti…

Ozan’ın dediği gibi: At bulunca meydan olmuyor, meydan buluyorsunuz at yok…

Alev Hanım “hem güçlü bir kalem, hem de güçlü bir dilin aynı insanda olamayacağının kanıtı” gibi…

Yazmaya başladığında kalemi müthiş...
Gelin görün ki konuşmaya başladığında;
dinleyebilmek zor iş…

Çok sabır istiyor…

Normal şartlarda yarım saatlik (Fatih’in hızıyla) sürecek sohbet iki saatte ancak tamamlanabildi…

Erkeklerin yaşadıkları prostat sorunu Alev Hanım’ın dilinde var…

Söyleyecek şeyi çok ama dilde o çok şeyi söyleyecek takat ve sürat yok…

ya da şöyle diyeyim:
Beyniyle dili arasında iletişim kopukluğu var...

Neyse;
ekran başında geçirdiğim iki saate değdi…

Zorlandım, ahladım, vahladım ama kendimi de tebrik etmeliyim…

Çünkü zor bir iş başardım…
 

Kem söz duyanları hep düşman eder,

Ederse insanı, söz sultan eder.

Ne yumruktan, ne kılıçtan iz kalır.

İnsan ölür arkasında söz kalır.

Söyle: doğru, güzel, öz sandığını,

Söyle: bildiğini, inandığını.

Söyle: inananlar gelsin izinden,

Canına mal olsa dönme sözünden!

Akıllı söz söyler, amma az söyler,

Er olan sözünü sakınmaz, söyler.

 

Olur a öbür dünyada  Yusuf amca ile karşılaşırsam elbette iki çift lâfım olacak...

Neden mi?..

Onun nasihatlerine uymak için yıllardır didindim durdum da başıma gelmedik kalmadı da ondan...

Çetin Altan Usta da yıllarca canına malına gelse de sözünden dönmedi; bildiğini, inandığını söyledi...
Ama...
Yine yıllarca hapisanelerde kendi söyledi kendi dinledi...


Son yıllarda "en doğrusu bu dünya denilen mereti ciddiye almamak" demiş olmalı ki artık dünya ona değil, Usta dünyaya "nanik" yapıyor...

Düşündüm de; “en iyisi Çetin Altan Usta gibi olmaya çabalamak”…

“Çabalamak” diyorum zira onun gibi olabilmeme imkân yok…

O halde "en iyisi, Şam'da kayısı" (Şam da kalmadı ya neyse) demek...

“Kâbe’ye varamasam da yolunda ölürüm ya” diyen hacı adayı misali Çetin Altan Usta'mın peşinden gitmek...
Yani; “dünya” denen şu âlemi pek fazla ciddiye almamak… 

Başaramasam da hiç olmazsa daha az kalp kırmış olurum…

Bundan sonra edeceğim sözler elbette beni “sultan” etmez ama “rezil” de etmez sanırım…

Yok efendim;

tabii ki yine ona buna takılacağım ama bunu dünyayı pek de ciddiye almadan yapacağım…

Neden mi?..
Nasrettin Hoca'nın öldü zannıyla gömüldüğü kabirde canlanıp da üstündeki toprağı devirdikten sonra kefenleriyle koşmaya başladığında katırlarını ürküttüğü fincancılardan dayak yemesi ve dirildiğini zanneden komşusunun "öbür dünya nasıldı?" sorusuna; "fincancı katırlarını ürkütmezsen öbür dünya da pek güzel" dediği fıkranın tamamını bilenler bilemeyenlere anlatsınlar lütfen...

O zaman benim ne demek istediğim daha kolay anlaşılır...

Hem; söyler misiniz, biri karşınıza geçip size “nanik” yapsa onu ciddiye alır mısınız?..

Elbette almazsınız…

İyi ama her saniye hepimize “nanik” yapıp dil çıkaran; çoğu zaman da “kul kurar kader güler” sözünü doğrulamak istermiş gibi en mutlu olduğunuz anda karşınıza geçip sağ elinin işaret ve ortaparmağı arasından uzattığı başparmağını size doğru sallayıp “nah beklediğin gibi olacak” diye kafa bulan, umutlarınızı yıkan dünyayı neden ciddiye alıyorsunuz; alıyoruz, alıyorum?..

Valla benden paso…

Akıllı ya da akil falan da değilim ki memleketi yönetenlerin aklıma ihtiyacı olsun…

Bugüne kadar oturduğum yerde ahkâm kestim de kimin umurunda oldu?..

Hiç kimsenin…

Bundan sonra da olacağı yok…

Gerçi öyle mizahi dili olan biri değilim…

Zekâm da mizah yapmaya müsait değil ama idare edin gari…

Yani;

ne bir Bekir Coşkun’um, ne Yılmaz Özdil; ne su dökebilirim Salih Tuna’nın eline, ne yetişebilirim Ahmet Kekeç’in diline …

Ama be arkadaş;

Engin Ardıç ve mukallidi Hikmet Genç kadar da olurum her hal-ü kârda…

Sululuğa kaçarsam affola!..

 

  Allah akıl versin de hepsine
 

Farkında mısınız?..

Medyamız ve siyasetimiz nasıl da bileşik kaplar misali...

Nasıl da denk düşüyorlar birbirlerine...

Nasıl da “değer terminatörlüğü” yapıyorlar karşılıklı olarak...

Şimdi de, "tarihte 16 Türk devleti kuruldu mu kurulmadı mı?" tartışması yapıyorlar...

Yahu deyin ki kurulmadı...

Deyin ki yalan...

Eeee...

Bunu kanıtladığınızda necasetinizde boncuk mu bulacaksınız?..

Başınız göğe mi erecek?..

Buğdaylar bire kırk mı verecek?..

Kel başınızda saç mı bitecek?..

Çürük dişleriniz inci gibi mi görünecek?..

Yoooo...

Sadece bazı değerleriyle ayakta durmaya çalışan saf/temiz yurttaşların dünyalarını yıkacaksınız...

İşte o kadar...

Kalan hiçbir şey değişmeyecek...

Dişleriniz yine geçmiş zaman hapishanelerinin demir parmaklıkları gibi yamuk, eğri büğrü ve kimisi de kırık ve paslı kalacak...

Kafanız yine kel;
iki başınız da apış aranızda olacak...

Eeee...

Değecek mi be arkadaşlar bu millete yaptığınız bu kadar zulme?..

Tamam arkadaş…

Senin babana “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” diyen araştırmacı/yazar “Falanca” ayıp etti…

Kabul…

Yahu senin o ayıbı edene söylediğin “ben derim Çanakkale Boğazı o anlar yandı k.çımın ağzı” lâfına ne diyeceğiz?..

Yani ey güzel insanlar!..

Futboldan siyasete, sanattan ticarete kadar her alanda birbiriyle kavgalı şu millet nasıl barış yapacak hiç aklım almıyor…

Ne diyeyim?..

Meselâ şöyle desem:

Allah akıl versin de hepsine; kurulalım barış tepsisine…