Cengiz Çandar'dan patronu da dahil medyaya bombardıman!
Çandar Aksiyon'a konuştu: "İki türlü medya var Türkiye'de şimdi. Biri reisin önünde secdede, Allah önünde demiyorum, öbürü de rükûda."
17 - 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ve Ortadoğu'daki son gelişmeler üzerine de değerlendirmelerde bulunan Çandar'ın Aksiyon'a verdiği röportajdan bazı bölümler şöyle:
ERDOĞAN'IN KAFASINDA BİR
OYUN PLANI VAR...
-İktidara yakın medyada siz, Murat Belge ve Hasan Cemal'i hedefe oturtan yazılar çıktı. Özellikle çözüm sürecinin başlangıcında. Bu konunun bilenleri olarak engel mi görülüyordunuz? Daha önceden askerî vesayet cephesinden gelirdi bunlar çünkü.
- Tek maddelik cevabı olan soru değil bu. Birkaç şeyi bir arada düşünmek lazım. Önem sırasına göre söylemiyorum; bir kere Tayyip Erdoğan biattan hoşlanıyor. Bu çözüm sürecini başlatacağı zaman konuyu en iyi bilen kişilerin başında ben ve Hasan geliyorduk. Ama ikimizin de ona veya herhangi bir kişiye biat etmeme özelliğini gayet iyi biliyor Erdoğan. Hâlbuki onun kafasında bir oyun planı var ve oyun planı için Türk entelijansiyasını belli bir biat kadrajı içinde kullanmak var. Bu akil adamlar onun bir örneğiydi mesela. Gayet başarılı bir şekilde uyguladı onu. Başarılıydı çünkü onların hepsi AKP'li değildi; kimisi AKP'ye muhalif, bazıları PKK'ya yakın, hatta bizatihi PKK'nın verdiği isimler ama sonuç olarak işlevleri itibariyle AKP propaganda timleri gibi çalıştılar. Erdoğan'ın bir PR başarısıdır o. Biz o tipolojiye uymuyorduk bir kere kafasında. İkincisi Kürt kamuoyu nezdinde sempati var, konuyu da iyi biliyoruz ikide bir itiraz edebiliriz; 'hayır bu adım öyle atılmaz, şu adımı attıktan sonra şunu yapmak lazım' gibi. Tayyip Erdoğan'ın gerçek anlamda bir çözüm niyetlisi olduğundan emin değilim. Öyle olmadığı için bizim gibi çıkıntılık yapacak adamları –konuyu da iyi bildiğimizden ve Kürt tarafında da bir karşılığımız bulunduğundan– dışarıda tuttu. Ve çok da çirkin bir propaganda kampanyasıyla yaptılar bunu. "Çözüm sürecine karşıdır, bunlar silahlı mücadeleden yana, çünkü bunlar ekmeğini bu ihtilaftan kazanıyorlar, hâlbuki iş şimdi çözüm yoluna girdi, silahlar konuşursa bunlar tekrar işlevsel olabilirler" gibilerden en alçakça etiketi yapıştırarak etkisizleştirme yoluna gittiler. Bütün trolleriyle birlikte, sosyal medyada, kendi medyalarında her Allah'ın günü, bir itibarsızlaştırma ve alçakça kişilik katli operasyonlarıyla, bütün ömrü çözümü aramakla, barışçıl çözüm girişimleriyle geçmiş olan bizlere en olmayacak şekilde saldırdılar. Üçüncüsü, bu devlet bizi tanıyor, biz de bu devleti tanıyoruz. 60'lı yıllardan beri Türk siyasi hayatının bir yerlerindeyiz hep. Ben, Murat Belge, Hasan Cemal... Tanışıyoruz karşılıklı devletle. AK Parti devlet olduğu ölçüde bizim üzerimizde çarpı işareti olduğu için onu tevarüs ettiler.
- Bir nevi andıçlandınız yani bu dönemde
de?
- Tabii. 28 Şubat andıcı bunun yanında hiçbir şey değil. AKP
nereden baksanız koca bir parti, iktidar ve kitlesi var.
İKİ TÜR MEDYA VAR, SECDEDEKİLER VE RÜKUDAKİLER
-Büyük medya desteğiyle de bunu yapıyor...
- En azından kaçış yapacağımız medya vardı o dönemde. Şu anda o
medya iktidar medyası. Olmayanı da patronları itibariyle rükû
halinde olan bir medya. İki türlü medya var Türkiye'de şimdi. Biri
reisin önünde secdede, Allah önünde demiyorum, öbürü de rükûda.
-Her an secdeye gidebilir yani.
- Evet. Ben rükûdaki medyada çalışıyorum şimdi. Kendi grubumunkiler
de dâhil 2013 yılının ilk aylarından itibaren merkez medyanın
televizyonlarında ambargoluyum. Telefonla, en azından iyi bildiğim
konularda bile öyle. Son bir sene içinde dünya çapında çok itibarlı
kişilerle bir sürü konferansta beraber olduk, konuşmacı olarak. O
kadar olay oldu, olmaya devam ediyor bu bölgede yaklaşık iki
yıldır; iç siyaset analizinden vazgeçtim Ortadoğu gibi birebir
ilgilendiğimiz konular yani, telefonla bile yayına alınmıyoruz,
ambargo var. Çalıştığım grubun yayın organları da televizyonları da
var. Rükû'da mı? Evet. Başka izahı var mı? Bayıldığım falan da yok
illa çıkayım konuşayım diye, hatta konuşmamakta yarar var. 3 ay
önce Musul'u alana kadar IŞİD'in Türkiye'de adını bilen kimse yoktu
neredeyse, bir baktık ki meğer yüzlerce uzman varmış. Hangi
televizyonu açsam 5 kişi konuşuyor. Onun için şu anda belki
gözükmemekte yarar da var.
17 ARALIK'TA ASIL DARBEYİ ERDOĞAN YAPTI
-AK Parti Gezi'den itibaren hatta daha öncesinde
cemaati; paralel devlet diyerek yüz binlerce kişiyi hedefe koydu.
Bir kesim üzerinden 'zorba devlet' yeniden dolaşıma
sokuldu?
- Radikal'de yazmıştım kesinlikle patent hakkı bende; 17 ve 25
Aralık darbeydi deniyor ya ben de diyorum ki darbe ama darbeyi
Tayyip Erdoğan ve AKP yaptı. 17 ve 25 Aralık'ı bahane ederek
oldurmak istediği şeyi hızlandırarak bir darbe yaptı. Lui Napolyon
Bonapart seçilmiş cumhurbaşkanıydı, Fransa'nın 3. Cumhuriyet'inde
yanılmıyorsam; darbe yapıp imparatorluğunu ilan etti. Ve Fransız
devrim takvimine göre Brumer ayının 18. günü yaptığı için bunun
üzerine Karl Marks "Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i diye kitap
yazar. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak darbe ile imparatorluğa
geçiş yapıyor. Ben de Tayyip Erdoğan'ın 17 Aralık'ı diye yazdım.
Lui Bonapart'ın 18 brümeri neyse, Tayyip Erdoğan'ın 17 Aralık'ı o.
Hem de seçilmiş başbakan ve sonra seçilmiş cumhurbaşkanı olarak
'tek adam rejimini' kuracak; bunun için de devletin içinde tasfiye
için bir günah keçisi bulması lazım. İşte, paralel yapı.
-Niyet var zaten!
- Vardı tabii. 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve cemaat olgusu işe
yaradı. Güvenlik bürokrasisi içindeki ve yargıda da olduğu iddia
edilenlere karşı -ama yargıda ne kadar olduğunu çok iyi bilmiyoruz,
çünkü cemaat deniyor başka bir şey çıkıyor, yargıdaki güvenlik
bürokrasisi kadar net değil- McCarthyci bir kampanya başlatarak
oradaki cemaat olgusundan operasyonel yarar üreterek darbe
yaptılar. Ve bunlar darbe yapıyordu diyerek kendisinin tasarladığı
rotaya Türkiye'yi, bir darbeyle hızlandırarak sokmuş oldu.
ORTADOĞU'DA TARİH YENİDEN İNŞA EDİLİYOR
-Meseleler değişse bile yine Ortadoğu'yu
konuşuyoruz...
- Ortadoğu'nun oturmamışlık hâlinin temelleri I. Dünya Savaşı
sonrasına kadar gider. Yani Ortadoğu bugünkü haritadaki
sınırlarıyla savaş sonrasında Osmanlı devletinin topraklarının bir
bölümü üzerinde yeni bir yapılanmayla ortaya çıktı. Eş zamanlı
olarak Türkiye de öyle. II. Dünya Savaşı'ndan sonra haritaya İsrail
eklendi. Arap-İsrail çatışmasının Ortadoğu'daki çalkantıda kökleri
vardı ama 1948'de, İsrail'in kurulmasıyla, Filistin'in 'merkez
mesele' olarak yerini almasıyla yeni bir veçheye büründü. Ortadoğu
Çıkmazı, o sürecin bir halkasındaki parametrelerle yazıldı. O
günden bugüne Ortadoğu çalkantılı özelliğini her zamanki gibi
koruyor ama yeni bir durum var. 1. ve 2. Körfez savaşları, İran
Devrimi, İran-Irak savaşı hepsini alabilirsiniz anlatmak
istediğiniz teze bağlı olarak. Ortadoğu'nun şu anına ilişkin
kırılma noktası ve kilometre taşı, Amerika'nın Irak'ı işgal ettiği
2003.
-Peki, buradan nereye gidiyoruz?
- Onu bilmiyoruz; yalnız Ortadoğu'nun 2003'e kadar getirdiği
fotoğraftan çok farklı, hatta sınır değişikliklerini içeren yeni
bir fotoğraf çıkarma ihtimali yüksek. Sınırlar kalsa bile o
sınırların içinden yeni sınırlar çıkacak ortaya. İlla uluslararası
tanınmış, BM'de yeni ülke olarak koltuğunu almış yeni sınırlar şart
değil. Irak ve Suriye'nin aldığı şekil, hakeza Libya, Yemen,
İsrail-Filistin'in durumu, parçalanma hâli, iç bölünme hâli,
savaşlar, savaşlar içinde savaşlar... Bölgenin uzunca bir süre
boyunca bu hâlde olabileceğini, savaşlarla sarsılacağını,
yerkabuğunun yerine oturmayacağı, jeoloji tabiriyle tektonik
sarsıntılar, artçı depremlerle yol alabileceğini görebiliyoruz.
Nasıl bir fotoğraf çıkacağını bilen ve bilebilecek olan var mı?
Sanmıyorum. Şu anda inşa hâlinde bir tarih atölyesi Ortadoğu. Nasıl
bir mimari, nasıl bir yapı çıkacak kestirmek mümkün değil. I. Dünya
Savaşı sonrasında oturtulmuş, II. Dünya Savaşı sonrası İsrail'le
pekiştirilmiş olan Osmanlı yüzyılları sonrasının düzeni kalktı. Ama
başka bir düzen henüz ikame edilmedi.
-Ne zaman itibariyle kalktı?
- 2003 itibariyle. Irak'ta olan çok önemliydi. Aşağı yukarı Abbasi
döneminden itibaren yaklaşık bin küsur senedir hükmetmiş olan Sünni
iktidar merkezli yapı ortadan kalktı. Arkasından Arap Baharı denen
hadise... Sünni Arap dünyasındaki büyük spazmların içinden gelen ve
ortaya çıkan şey, bölge çapında mezhep çatışmasıdır. Mezhep
çatışması, tarihin hiçbir döneminde olmadığı çapta ve keskinlikte
cereyan ediyor. Mart ayında Süleymaniye'de açılış konuşmasını Ahmet
Davutoğlu'nun yaptığı uluslararası konferansta benim konuşma
başlığım, 'Mezhep çatışması ve bölgenin geleceği' idi. Bağdat'ın ve
Erbil'in Sünni, Şii, Kürt bütün ileri gelenleri, Amerikalı, İngiliz
uzmanların, büyükelçilerin olduğu bir toplantıydı. O dediğimi
Amerikan dış politikasının önde gelenlerinden Richart Hass bu ay
söyledi. Ortadoğu'da özellikle Suriye Irak ekseninde bugünlerde
cereyan eden ve bölge çapında yeni bir paradigma ortaya çıkartan
mezhep çatışması, Avrupa tarihinin 17. yy'da yaşadığı 30 yıl
savaşlarının 21. yüzyılda bölgemizdeki yansımasıdır. 30 yıl
savaşları Vesfalya barış antlaşmaları dizisiyle noktalandı. O
düzen, iyi kötü bugüne kadar belli rötuşlarla hükmünü icra ediyor.
30 yıl savaşları, Protestan-Katolik savaşıydı. Ve 30 yıl sonra onu
durduran gelişme, dünyanın çehresini belirleyen bir düzen olarak
belirledi. Müslüman ülkeler ve toplumlar olarak Ortadoğu'da ve
yaklaşık 400 yıl gecikmeyle, yeni şartlar altında tabii, yeniden
yaşıyoruz.
-İddialı bir tez ama değil mi?
-Bir analoji. Benzerlik anlamında söylüyorum. Elbette farkları
olacaktır.
-Korkunç bir şeyi hatırlatıyor çünkü. IŞİD mesela bunun
örneği mi?
- Tezahürlerinden. Sünni-Şii mezhep çatışması zemini üzerinde ve
daha önemlisi yaklaşık 100 yıl hüküm süren bir Ortadoğu düzeninin
çökmesi döneminde ortaya çıkmış bir vakıa. İki şeyin izdivacı var
burada. Bir; yüzyıla dayanan Sykes-Picot'dan önce 1916'da kurulan,
Osmanlı'nın son dönemlerinden neredeyse yüz yıl hüküm süren bir
düzen bölgede çöküyor ve mezhep çatışması baş gösteriyor. İkisinin
kesiştiği noktada birtakım yan ürünleri var. Bir tanesi IŞİD.
-Başka neler var?
- Irak ve Suriye'deki durum. Yemen, Arabistan Yarımadası... Yemen
kuytu bir yerde sayıldığı için Irak ve Suriye gibi dikkat çekmiyor.
Eski Yunan ve Roma tarihinden bu yana İran-Akdeniz ya da
Körfez-Akdeniz arası, Asya, Avrupa ve Afrika'yı birbirine bağlayan
bir kavşak, aynı zamanda üç semavi dinin çıkış ve buluşma yeri.
Uluslararası ticaret yolları, bir taraftan enerji hatları var.
Emlakçı bakışıyla gayrimenkul değeri yüksek bir yer tabii. Çin ve
Hindistan gibi yeni emlakçılar için de öyle. Yemen'deki durum niye
bu kadar dikkat çekmiyor diye söylüyorum. Yemen'deki gelişme biraz
daha yukarı Arabistan'ın merkezi olan Suudi Arabistan'a kayarsa o
potansiyel var. Bahreyn o sivilcelerden biriydi. Şu anda bizim
Suriye'de, Irak'ta tanık olduğumuz durum, Suudi Arabistan'a indiği
an, oraya yayılmasının sadece Suudi Arabistan'ın çöl havzasının
doğu vilayeti olması, yaşayanlarının çoğu Şii olmasından
kaynaklanmıyor; veliaht prensin kral kadar neredeyse yaşlı olduğu,
80'li 90'lı yaşlara dayanmış. Bu hâl, Suudi Arabistan'ı mezhep
çatışması ikliminin yol açabileceği gelişmeler ve sarsıntılarla çok
büyük çalkantı içine sokar. Çünkü orası bir yönüyle petrol ve
doğalgaz rezervleri bakımından önemli. Üretim açısından demiyorum.
Çünkü Amerika'nın başlattığı kaya petrolü ve gazı bölgenin önemini
azaltıyor. Türkiye'de pek çok kişi farkında değil ama bir de öyle
gelişmeler var."