Cengiz Çandar bu yazıyla veda etti!
Elle yazı yazılan, daktilo ile temize çekilen dönemde gazeteciliğe başlayan Cengiz Çandar da Radikal'e veda etti.
Elle yazı yazılan, daktilo ile temize çekilen dönemde
gazeteciliğe başlayan Cengiz Çandar da Radikal'e veda etti. Hemen,
"Çandar Radikal'de yazmayacaksa, hangi gazeteye transfer olacak"
diye meraklanmayın. Çünkü kağıda basılı Radikal'in son sayısına
veda yazısı kaleme alan Cengiz Çandar yine Radikal'de olacak.
Çandar yazısını Radikal'e devam edecek okurlar ile yarından
itibaren elektronik ortamda görüşmek üzere... satırları
ile bitirdi.
İşte Çandar'ın yazı günü olmamasına rağmen arşivlik sayıda yer
alabilmek için "kağıda basılı son Radikal" için yazdığı o yazı:
Bir veda yazısı
Veda yazısı yazmak, yazan kim olursa olsun, ne sebeple ve ne amaçla
yazılırsa yazılsın, daima zor, çok zor olmuştur.
Bu da öyle. Üstelik, bu bir veda yazısı mı; o da belli değil.
Kırk yılın eşiğine gelen gazetecilik yaşamımda çok şeyler
gördüm geçirdim ama başıma böylesi hiç gelmemişti.
Elektronik Radikal’in bir gün öncesinde, kâğıt Radikal için
veda yazısı yazmak..
Çok şeyler görüp geçirmiş olmak, meslekte yaşanmış olan
yılların sayısının fazlalığıyla da ilgili değil sadece.
Dünyanın birkaç yüzyılın toplamında yaşamayacağı kadar
başdöndürücü, dönem bitiren, dönem başlatan nitelikteki devrimci
gelişmeyi, benim kuşağım, yarım yüzyıllık süre içinde yaşadı.
Yarım yüzyıllık bir dönem zarfında içerik olarak da sayısal yani
adet olarak da çok önemli, çok sayıda gelişme ardı ardına ve sanki
tarih bitiyormuş, zaman kalmayacakmış acelesi ve sürati ile öyle
yaşandı; herhangi birisinin ne olduğunu tam anlamadan, anlatamadan,
doğru dürüst sindiremeden bir ötekisine geçtik.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğanların kuşağına
mensubum. Dünyanın ve kendimizin yani varoluşun ve varlığımızın
farkına varmaya başladığımız sıralar, yepyeni bir dünyanın
kuruluşunun başlangıcıydı.
Aslında kadim ama yeni doğmuş kabul edilen bir ülkenin ilk
kuşakları arasında, İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa süre sonra
dünyanın 'Soğuk Savaş’ta buz kestiği yılların içine açmış gözümüzü
ve tarihin içinde yürümeye başlamıştık.
Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısında, özellikle elimize
kalemi alabildiğimiz son çeyreğinde, tarih hızlandı.
İşlevler de karıştı. Tanıklık etmek ile tarih yapmak, sarsıntılı
değişimi izlemek ile değişimin aktörleri arasında yer almak
arasında gitti geldi benim mensubu olduğum kuşak.
Bu dünyaya gözümüzü açtığımızda iki kutupluydu dünya. Yaşadığımız
ülkenin yanı başında dev bir Sovyetler Birliği, bir de onun
liderliğini yaptığı sosyalist sistem vardı. Ergen dönemimizde, hem
de görev gereği, tarih kaydı tuttuğumuz bir zaman dilimi içinde
ortadan kalktı.
Sadece olaylar değil, kullanılan araçlar da hızla değişti.
Birçoğu ortadan kalktı.
Gazete yazarlarının eline kâğıdı kalemi alıp yazı yazdığı
bir dönemde dünyaya gözünü açan kuşağa mensubum ben.
Mesleği daktilo ile icra etmeye başlamış olanların kuşağı. Babıâli
Yokuşu’nu yaya tırmanarak, bu mesleğe adımımı attığım vakit,
şaryosu bir tuşuna basıldığında soldan sağa çok süratle hareket
eden Brother marka bir daktilo edinmiştim kendime ve on parmak
yazmayı öğrenmiştim.
Çok geçmeden kendimi, teleks başında buldum.
Ortadoğu’da savaş ortamında, hele Beyrut bombardıman altındayken,
teleks başında yazı yazmak, teleks üzerinden Türkiye’ye bağlanmak
ve teleks şeridini koparmadan haber yazısı olarak aktarmak
meşakkatli bir işti.
Gazetenin mutfağında çalışırken, yazıların kurşun haline
dökülerek, sayfaların bağlandığı mürettiphanelerde zaman tüketmiş
olduğumuzu anlatmak da nüfusunun üçte ikisi otuz yaşının altında
bir ülkenin insanlarına masal tadı bile vermeyebilir.
Sonra ofset baskı çıktı. Mürettiphaneler bitti. Daktilo da
yok oldu. Yerine bilgisayar geçti. Teleks ise antika
değeri bile kazanamadan sona erdi. Yerini faks aldı. Çıktığında
büyük teknolojik devrim gibi görülen faks bile, yirmi yıl içinde
işlevsizleşti. İnsanın yüzüne “O neymiş” gibi anlamsız nazarlarla
bakıyorlar artık.
Giderek elektronik posta, akıllı telefonlar, dizüstü
bilgisayarlarını bile anlamsızlaştırmaya başlayan
tabletler..
Bunun önüne geçmek imkânsızdı. Ayak uydurmak ya da kenara
fırlatılıp, nostalji ile ömür tüketmekten başka bir şansı insana
tanımayan bir değişim ve dönüşüm.
Siyasette de teknolojide de.
İnsan yine de geçmişinden kendini sıyıramıyor. Yaş
ilerledikçe, geçmiş daha da çok kıymete biniyor galiba. Hele
kimliklerin öne daha da çok çıktığı günümüz dünyasında daha da
böyle sanki. Sık sık geriye dönüp, kim olduğunuzu, nereden gelip
nereye gittiğinizi, bütün bunların nedenini sorgulamaya
başlıyorsunuz.
O yüzden olsa gerek, örneğin Berlin’i hâlâ duvar varmış
gibi yaşarım. Doğudan batıya, batıdan doğuya geçtiğimi
varsayarak, Berlin’i yaşamaktan özel zevk alırım. Çünkü, 'Berlin
Duvarı’nın yıkılışına yerinde tanıklık eden, Doğu’dan Batı’ya,
Batı’dan Doğu’ya sürekli hareket halinde geçiş yapan tek Türk
gazetecisiydim ben. Orta yaşa bile varmamış genç bir adamdım.
Berlin’i, Berlin’de herkesten farklı yaşarım. İç dünyamda kendimle
oynadığım bir oyun gibidir. Anlatmaya kalkışsam, anlayanın
olacağını sanmam. Hatta dinleyen de olmayabilir. Kime ne? Her şey
hızla akıyor. Zamanın hızına yetişmek lazım.
Buna ayak uydurarak, kayıt tutmaya ve tanıklığa devam bizim
işimiz. Nostaljiden de kurtaramadan kendimizi. Öylesi kendimizi
inkâr olur.
'Berlin Duvarı’nın yıkılışından, yani Yirminci Yüzyıl’ın son
çeyreğinden bu yana tüm dünya, her şey çok çabuk değişti. Çok da
değişti.
Öyle ki yeni yüzyılın –hatta 'binyıl'ın (Millenium)- on yıldan
fazla bir süresini arkada bıraktık. Her yer değişti. Herkes
değişti. Sınırlar değişti. Ülkeler değişti. Bazıları yok oldu.
Yenileri oluştu.
Bütün bunları Radikal için yazdım. Malum, bugün Radikal’in kâğıt
haliyle son günü. Bugün son kez piyasaya kâğıt olarak sunulacak
Radikal. Yılın en uzun aydınlık gününde: 21 Haziran.
Yarın ile birlikte Radikal’de elektronik ortamda devam
edeceğiz.
Kâğıda basılan en son Radikal nüshası 'tarihi' sayılacak. Bu
nüshada yer almak istediğim için de yazdım bütün bunları. Yazı
günüm olmasa da son gün bir 'veda yazısı' yazmak gerekirdi diye
düşündüm.
Tıpkı 'Berlin Duvarı’nın doğumunu görmüş, onun hayatta bulunduğu
dönemde Berlin’e ayak basmış, 'Berlin Duvarı’nın yıkılışına yerinde
tanıklık etmiş ve aktarmış, 'duvar’ın yıkılışından bu yana da iç
dünyasında 'nostaljik bağları' kopmamış ama zamanın akışında yer
alan birisi olarak, Radikal’in serüveninde de yer aldım.
Biliyorum, okurları için Radikal, ellerine aldıkları ve
pazar günleri onsuz edemedikleri Radikal 2’yi de içeren, içinde
nice emek ve düşüncenin sığdığı bir kâğıttan sayfalar
toplamıydı.
Ben de o Radikal’i çok sevmiş olanlar
arasındaydım.
Ama, benim gibi 'içerden' birisi için Radikal, bir
yandan da onu var eden insanlar demekti. Yarından itibaren ayrı
düşeceğimiz –belki bir süreliğine- ve Radikal’i son döneminde
Türkiye’nin en iyi gazetesini yapmış olan iki 'meçhul askeri'ne,
emeği geçmiş herkesi temsilen, Muhittin Danış ile Ali Topuz’a, bu
'veda yazısı'yla sevgilerimi ve şükranlarımı gönderiyorum.
Radikal’e devam edecek okurlar ile yarından itibaren
elektronik ortamda görüşmek üzere…