Cem Küçük günün yazarı

Türkiye Gazetesi yazarı Cem Küçük bugünkü yazısıyla günün yazarı seçilmeyi hak ediyor.

Bizim için günün yazarı en okunması gereken yazının sahibidir.

Türkiye Gazetesi yazarı Cem Küçük bugün İngilizlerin “dahi” olarak tanımladıkları Churchill ile Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan arasındaki büyük liderlik özelliğindeki benzerliği anlatıyor.

  1. Dünya Savaşı’nın Birleşik Krallık için yenilgiyle bittiği ve hatta Fransa gibi teslim olunmasını tavsiye edenlerin olduğu bir süreçte “kan ve gözyaşı” vaat ederek başbakan olan ve savaştan İngiltere’yi (Tabii ki Amerika’nın olağanüstü yardımlarıyla) zaferle çıkaran Churchill ilk girdiği seçimi kaybetse de ülkesine küsmedi. Gelecekte halkı ona bir kere daha ihtiyaç duydu ve yine kabul etti başbakanlığı.

Genç Kraliçe II. Elizabeth onun sayesinde başarılı bir acemilik dönemi geçirdi.

*

Günün Yazarı seçtiğimiz Cem Küçük’ün yazısının tamamı aşağıda.

“EN KARANLIK SAAT”, CHURCHİLL, ERDOĞAN

Bugünlerde sinemalarda muhteşem bir film oynuyor. Adı “En Karanlık Saat”. Gary Oldman’ın muhteşem oyunculuğunda İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm anlarından birinde İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in olağanüstü devlet adamlığını ve lider olmanın ne demek olduğunu ortaya koyuyor.

Önce o döneme ve neler olduğuna bir bakalım. Sonra günümüzdeki liderliklere ve Erdoğan’ı diğerlerinden ayıran karakter analizini yapalım... 1940 Mayıs ayı. İkinci Dünya Savaşı’nın en yoğun yaşandığı yıllar. İngiltere ve Fransa hariç Avrupa Nazilerin kontrolündedir. Belçika düşmek üzeredir. Fransa’nın gücü, imkânı sınıra gelmiştir. Geriye sadece İngiltere kalır.

O günlerde İngiltere’de hükûmet çok sıkıntılıdır. Muhalefet çok sert eleştirilerde bulunur. Hitler’e müsamaha göstermekle eleştirilen Chamberlain istifa eder. Yerine kim geçecek sorusu ortaya çıkar. Herkesin görüşü Dışişleri Bakanı Vikont Halifax’ın Başbakan olacağı yönündedir. Ancak Halifax “Benim zamanım gelmedi” der.

Kral 6. George (kekeme kral) dâhil bütün devlet erkanı Hitler’in İngiltere’yi yeneceğini düşünür ve bu işi kim yapmalıdır sorusuna cevap aranırken herkesin aklına yaşlı Aslan Churchill gelir. Kişisel tarihinde Gelibolu gibi bir hezimet olan Churchill’in en büyük mahareti Hitler’i öngörebilmesiydi. Dostları onun için, “Durgun saat de günde iki kere doğruyu gösterir” demişti. Churchill yalnız bir adamdı. Ama en akıllı da oydu...

Churchill Başbakan olur ve herkes bir an önce Mussolini ara buluculuğuyla Almanya ile barış yapılmasını ister. Kimse zafere inanmaz. Herkes mağlubiyetten emindir. Sadece karısı Clementine, Churchill’e inanır. Halifax, Chamberlain ve Savaş Kabinesi hemen barış yapılmasını ister. Churchill yüzünü halka çevirir. Halkı şöyle bir yoklar ve zaten inandığı zafer için tarihe geçen konuşmayı yapar: “Dermanımız tükenmeyecek, yenilmeyeceğiz. Sonuna kadar gideceğiz. Fransa’da savaşacağız, denizlerde ve okyanuslarda savaşacağız. Bedeli ne olursa olsun adamızı savunacağız. Plajlarda savaşacağız, çıkarma yerlerinde savaşacağız, tarlalarda ve sokaklarda savaşacağız, tepelerde savaşacağız. Asla teslim olmayacağız...” Bütün diğer büyük liderler gibi tek başına bir ulusu harekete geçirebildi...

Bu konuşmayla İngiliz halkı ve bürokrasi şöyle bir silkelenir ve mücadeleye başlar. Elbette zafer sadece bu laflarla gelmedi. Spitfire ve Hurricane avcı uçaklarının üretimi, Dunkirk’te 350 bin İngiliz askerinin tahliyesi, Alman uçaklarına karşı elektronik tedbirler geliştirme gibi çabaların büyük katkısı olmuştur. Ama dayanma ve zafere inanma olmasa hiçbir şey başarılamazdı.

Ayrıca o dönemde Hitler’i destekleyen açıklamalar yapmak suçtu. Bu yönde yazı yazan ya da hareket edenlere karşı savcılar direkt harekete geçiyordu. Churchill’in bu kararı yüzde yüz doğruydu.

İşte Churchill’i diğer liderlerden ayıran buydu. Şüpheci, duygusal ama yeri gelince tamamen rasyonel olmak en temel özellikleriydi. Bu yüzden İngiltere tarihine büyük lider olarak geçti...

Erdoğan da kararlılık ve dik durma açısından Churchill’e benzer. Mesela 17-25 Aralık, 7 Haziran 1 Kasım arası dönem, PKK saldırıları ve 15 Temmuz sürecini bana göre Churchill de atlatamazdı. Ama Erdoğan millete güvenerek aştı.

29 Ocak’ta şöyle yazmıştım: “Bakın, Afrin harekâtı başladı. Gene perde arkasından birileri ‘eyvah’ demeye başladı. Amerika var, Rusya var, şu olmaz, bu izin vermez laflarını duyuyoruz. Bunu diyenler aslında kendi korkaklıklarını dışa vuruyorlar. Bir de Türk solunun bazı aptalları Erdoğan'ın korktuğunu yazıyorlar...” Erdoğan asla korkmaz. Korksa Afrin’e PKK’yı bitirmek için girer miydi?

Aslında dünya da Türkiye’dekiler de Erdoğan’ı anlıyor ama onu övmeye dilleri varmıyor. Öyle ya kendileri iyi okullarda okudu, onlar yapmalıydı. Halbuki onları adamdan sayan bile yok. Halkta karşılıkları yok. Erdoğan milleti peşinden sürüklüyor ve lider inanınca, millet de arkasından geliyor. Erdoğan ölüm dâhil her riski alıyor. Sonuna kadar gidiyor. Başarılı da oluyor. Herkes Erdoğan fenomenini anlamaya çalışıyor. İçlerinde büyük bir haset var, nasıl olur da bunları başarıyor diye. Son beş yılda içteki ve dıştaki hainlerin yenilgilerinin sebepleri bu. Ellerinden bir şey de gelmiyor.

Artık kimse, “Erdoğan Menbiç’e giremez. İdlib’de operasyon yapamaz” diyemiyor. Dün ve önceki günkü İtalyan gazetelerinde Erdoğan hakkında çıkan haberler herhâlde İtalya Cumhurbaşkanı hakkında çıkmamıştır. Bakın göreceksiniz, şimdi burun kıvıranlar da belli zaman sonra Türkiye’nin kapısını çalacaktır. Buna Avrupa’nın önde gelen ülkeleri dahil. Erdoğan dünyanın kafasına şunu soktu: “Orta Doğu’da Suriye ve diğer konular Türkiyesiz çözülemez.”

50-100 sene sonra tarih kitapları Churchill gibi Erdoğan’ı da büyük harflerle yazacak. Kızgınlık biraz bunadır. Siz bakmayın, hepsi içinden Erdoğan’ın büyük liderliğini kabul ediyor. Türkiye en karanlık saatini 15 Temmuz’da yaşadı.  Ve atlattı. Yeni “karanlık saatler” yaşayacaksak da hepsini aşacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.