Çandar'a göre Gazze'de tünelin sonunda ışık yok!
Kimsenin tam olarak ne istediğini bilmediği ve nasıl şekilleneceğini bilemeyeceği ve karmakarışık süreçlerden geçilmekte olan bu "yeni Ortadoğu paradigması arayışı"nda, "tünelin ucundaki ışık" şu an itibarıyla gözükmüyor.
Filistin'i, Gazze'yi, Orta Doğu'yu Türkiye'de en iyi bilen, sadece izlediği, yakından takip ettiği için değil, yıllarını verdiği, gençliğinde Filistin'de gerilla savaşına katıldığı, dostlarını İsrail saldırısında şehit verdiği ve o günden sonra da kalben Filistinli olduğu için çok iyi bilen Cengiz Çandar, Radikal gazetesindeki köşesinde işte böyle yorumluyor Gazze'de olan biteni.
İSRAİL VE HAMAS ÇATIŞMADAN
VAZGEÇMEYECEK
"Batı Şeria ve Gazze’de çalışan bir insani yardım kuruluşunun
direktörü, New York Times’a “İsrailliler ve Hamas, bu kez
Rubicon’u geçtiler. Aşmış oldukları bir tür psikolojik sınır var ve
bizim zamanını bilmediğimiz bir süreye kadar bu çatışmadan
vazgeçmeyecekler” demiş.
Gazze’deki durumun vahametini ve daha da vahimleşeceğini, bundan
daha çarpıcı biçimde hiçbir söz anlatamaz herhalde.
Bu son savaştan önce de Gazze’deki “insani durum”
zaten alarm veriyordu. Hamas’ı zayıflatmayı hedef alan İsrail-Mısır
ortak ablukası, ekonomiyi mahvetmiş ve Gazze nüfusunun yarısını
gıda yardımı için dışa bağımlı hale getirmişti. Gazze’nin
ekilebilir arazilerinin zaten dörtte biri “tampon
bölge” sayılıyordu, bu son savaşla yüzde 44’ü yani
yaklaşık yarısı kullanılmaz halde.
Bu “insani dram”ın tercümesi, Gazze halkının,
açlık ile ölüm arasında kıstırılmış olmasıdır. Bu durumun,
tartışılmaz, bir numaralı sorumlusu İsrail’dir.
GÜÇ KAYBEDEN HAMAS DENKLEME GERİ DÖNECEK
Ortadoğu’daki “yeni tablo”nun, kendisine
Filistinlilerin belini daha da kırmak, hiç hazzetmediği
“Filistin Yönetimi (Fetih)- Hamas ulusal
uzlaşması”nı vurmak ve “böl-yönet
politikası”na geri dönmek için mükemmel bir fırsat
verdiğini farkeden Netanyahu iktidarı, feci bir oportünizm ile
Hamas’ın üzerine çullanırken, Filistin halkını mahvediyor.
Bölgedeki son gelişmeler ile hayli güç kaybeden ve bir ölçüde
“marjinalize” olmakta olan Hamas’ın da, son
çatışmayı, tekrar “Filistin denklemi”ne geri dönme
fırsatı olarak gördüğüne kuşku yok. Bu hengâme sırasında yapılan
kamuoyu yoklamalarında Gazzelilerin çoğunluğunun, savaşın durmasını
ve “Filistin Yönetimi’nin Gazze’de yeniden kurulmasını
istediği” öne sürülüyor.
Bu, 2006’daki şartların çok değiştiği, Gazze’nin Hamas yönetimi
altında yaşamayı artık istemediği anlamına geliyor. Dolayısıyla,
mevcut savaş, İsrail’deki Filistinli düşmanı zalim iktidar
sahipleri gibi, siyasi hesaplardan ötürü Hamas’ın da işine geliyor.
(...)
MEZHEP SAVAŞI VİTRİNİNDE İÇ SAVAŞ İÇİ İÇ SAVAŞLAR
Günümüz Ortadoğu’sunun gerçeği, “Mezhep Savaşı vitrini
arkasında uluslarararası ve bölgesel aktörler arasında cereyan eden
“vekâlet yoluyla savaşlar” ve bunun tezahürü olan
“iç savaşlar”, hatta “iç savaşlar içi iç
savaşlar”dır.
Bunun coğrafi sahnesi ise, Akdeniz ile Ürdün (Şeria) Nehri
arasındaki alanda yerleşik olan İsrail/Filistin hattından çok daha
geniş bir alan kaplayan Suriye ile Irak’tır; yani
“Levant” ile “Mezopotamya”nın
toplamında ve dahası Körfez’deki (S. Arabistan+Birleşik Arap
Emirlikleri ve Bahreyn ile İran’ı karşı karşılıklı mevzilendiren)
çekişmedir.
İÇ SAVAŞ DİNAMİĞİ
DERİNLEŞİYOR
Bunun bölgenin tümüne yayılan görüntüsü Sünni-Şii ve bunun
alt-metni olarak Sünni-Alevi çatışmasıdır. Ki, ayrıca, Sünni-Selefi
güçlerin kendi aralarındaki çatışmalar (İŞİD ile An Nusra ve Ahrar
el-Şam, Tevhid gibi örgütler arasındaki gibi) ve buna ek olarak,
Ortadoğu’dan Hristiyanlığı kazımayı amaçlayan girişimler de,
“iç savaş dinamiği”ni daha da derinleştiriyor,
karmaşıklaştırıyor, çetrefilleştiriyor.
Kısa süre önce bir yazımızda sözünü ettiğimiz ve Richard Haass ve
Zbigniew Brzezinski gibi isimlerin de altını çizdiği
“Ortadoğu’nun Otuz Yıl Savaşları”nın yaşanmakta
olduğu olgusu, ülkeleri de farklı eksenlerde biraraya getiriyor ya
da birbirlerine karşı olarak konumlandırıyor.
TÜRKİYE DAHİL KİMSE MASUM DEĞİL
New York Times’ın köşe yazarı David Brooks, geçen hafta bu
olguya değinirken şu satırlara yer vermişti:
“(...) Tüm bu çatışma, vekâlet yoluyla savaşıldığı duygusu
veriyor. Türkiye ve Katar, Mısır ve Suudi Arabistan’a karşı
bölgesel rekabette (bu işin Sünnilerarası rekabet kısmı, cç)
üstünlüğü sağlamak umuduyla Hamas’ı destekliyor. Mısırlılar ve
Suudiler, üstü kapalı biçimde İsrail’i destekliyor ya da İsrail
gücünün Hamas’ı zayıflatacağı umuduyla İsrail’i arkalıyorlar.
Filistin-İsrail karşılaşmasına, bağımsız bir mücadele olarak bakmak
artık anlamsız. O da, bölgedeki diğer her çatışma gibi, daha büyük
çaptaki 30 Yıl Savaşları’nın bir parçası olarak
görülmeli.”
Öyle görenlerden biriyim. O nedenle de, Türkiye dahil, bölgesel
aktörlerden hiçbirini, Filistin halkının giderilmesi çok uzun
yıllar alacak büyük zararlara uğradığı ve çok büyük acılar yaşadığı
şu son çatışmada “masum” ve
“ilkesel” bir “rolün sahibi”
olarak görmüyorum.
Bu kanlı çatışmanın bir tek masum aktörü, şayet, varsa, o da,
Gazze’de yaşayan Filistin halkının kendisi.
TÜNELİN UCUNDA IŞIK
GÖRÜNMÜYOR
Ve, kimsenin tam olarak ne istediğini bilmediği ve nasıl
şekilleneceğini bilemeyeceği ve karmakarışık süreçlerden geçilmekte
olan bu “yeni Ortadoğu paradigması arayışı”nda,
“tünelin ucundaki ışık” şu an itibarıyla
gözükmüyor.
Kimisi sözde olan “gözyaşları” ya da bazılarının
kendilerine “moral güvence” sağlamak amacıyla bir
tür cankurtaran olarak sarıldıkları “ahlâki
argümanlar”, ne yazık ki, Filistin halkının çilesini
ağırlaştıran “realpolitik hükümleri”nin yerini
alamıyor.
Ne yazık ki, günün sevimsiz gerçeği bu…