Çandar'a göre Baydar'ın kovulması 'aptallık'
Çandar, yazısına örnek olarak dünyaca ünlü yazar Peter Preston ve Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan'ın yazılarını paylaşıp ikisininde birleştikleri tek noktanın ''medyada aptallık derecesinde bir otosansür'' olduğunu belirtti.
Çandar, yazısına örnek olarak dünyaca ünlü yazar Peter Preston ve Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan'ın yazılarını paylaşıp ikisininde birleştikleri tek noktanın ''medyada aptallık derecesinde bir otosansür'' olduğunu belirtti. Ama iktidar baskısınında Yalçın'ın iddia ettiği gibi olmadığını dile getirdi.
İşte Çandar'ın yazısından çarpıcı bir bölüm:
"Peter Preston'u 1998 yılında Moskova'daki IPI
(Uluslararası Basın Enstitüsü) Kongresi'nde tanımıştım. IPI'ın
başkanı idi. 1975-1995 arasında tam 20 yıl Guardian'ın genel yayın
yönetmeniydi. 20 yıla yakın bir süredir Guardian ve Observer'ın
saygın köşe yazarı.
Moskova'daki IPI Kongresi sonunda yayımlanan bildiride, Türkiye'de
o yıl, kongreden bir ay önce cereyan etmiş olan 'andıç
rezaleti'nden tek kelime söz edilmemişti. 1980 askeri
darbesinden sonra, Türkiye'deki demokrasi mücadelesi ve basın
özgürlüğüne büyük destek çıkmış olan IPI, nasıl oluyor da 'andıç'ı
görmezden geliyordu. Üstelik, 'andıç', IPI'ın az
sayıdaki Türk üyelerinden ikisini hedef almıştı. Preston'a bu
tepkimi iletmek için ulaştım.
Gazetecilik mesleğinin dev isimlerinden biri sayılan Peter Preston, benden duyduklarından hayrete düşmüştü. IPI'ın Türkiye Komitesi üyelerinin bu konuda kendilerine bilgi vermediğinden yakındı. Üyelerin ikisi, daha sonra benden gelip özür dilediler ve aralarından bazılarının'andıç'a dikkat çekilmesi ve kınanmasının IPI kararları içine alınmasına karşı çıktığını haber verdiler. Türkiye'de askerlere çok yakın, iki ünlü köşe yazarıydı o isimler.
Anlaşılan Peter Preston, o günden bu yana Türkiye'de
meslektaşları üzerindeki baskılara duyarlılığını geliştirmiş. Pazar
günkü Observer'da Yavuz Baydar için çok kısa ama çok çarpıcı ve
Türkiye'nin uluslararası fotoğrafını zora sokacak bir yazı kaleme
aldı.
Yazısına Sabah'ı ima ederek başlamış; "Başbakan'a hayranlık
duyan büyük bir Türk sanayicisiniz. Nitekim, onun damadını CEO'nuz
yapmışsınız. Ve aynı zamanda İstanbul'da yayımlanan bir büyük
gazetenin sahibi olmuşsunuz ve ciddiye alınmak istediğiniz için
ülkenin en saygın gazetecilerinden birini ombudsmanınız
yapmışsınız."
Devamı, iktidar ile kör ve sağır yandaşlarının midesine oturacak
cinsten:
"O, editoryal özgürlük için, sizin dışa dönük ve görünür
garantörünüz. Ama bir süre sonra, çok sayıda hayal kırıklığının
ardından, New York Times'a bir makale yazıyor ve 'hükümetler ile
medya şirketleri arasındaki kirli ittifaklar ve perde arkasındaki
verdiğinden ve onların adam kayırmacılık ve iktidarın kötüye
kullanılmasını irdelemelerini önlediğinden..' söz
ediyor.
Bundan sonra ne oluyor? Gazeteniz Sabah'ın genel yayın
yönetmeni, ombudsmanı Yavuz Baydar'ı çağırıyor ve işten atıyor.
Özgürlük oraya kadar. Ve eğer aramızda Başbakan Erdoğan'ı
üzerlerindeki gizli baskıdan ötürü protesto eden Türk muhabirler ve
yayın yönetmenlerinin abarttıklarını düşünen varsa, buna kuşku
bırakmayacak durum ortaya çıkmış oldu. İddia kanıtlandı. Bu,
ikinci-sınıf bir baskı bile değildir. Sadece
aptallıktır."
Preston'un bu satırlarından iki gün sonra, iktidar organı bir gazetede yazan Başbakan'ın danışmanının yazısının başlığı 'Medya Mühendisliğine mi Soyunduk?' Bütün yazı, iktidarın medya üzerinde böyle bir işe girişmediği, bir başka deyişle 'baskı kurmadığı'nı kanıtlamaya çalışıyor.
Peter Preston'un Başbakan Danışmanı ile mutabık olduğu söylenebilir; Sabah'ta Yavuz Baydar'ın işine son verilmesini, 'ikinci-sınıf bir baskı bile değil' diye niteledi. Başka bir şey; ona göre 'aptallık'.
Yavuz Baydar'ın başına gelen, Türkiye'de 28 Şubat dönemini bile
aratacak ölçüde medya üzerinde sinsi bir iktidar baskısı olduğu
gerçeğini yine de ortadan kaldırmıyor. Yavuz Baydar'a
yapılanın, iktidar açısından baskıdan farklı olduğunu, Baydar'ın
kim olduğunu, uluslararası konumunu bilmemek (bir tür cehalet) ya
da bilmezden gelen bir küstahlıkla yapılmış olduğunu geçen hafta
yazmıştım.
İktidarın medyaya yaklaşımı ve ilişkileri 'baskı ile
aptallık sarkacı'nda gidip geliyor. 'Yakın çevremiz'e
ilişkin dış politikası ise bir türlü aşılamayan 'fobiler' ile
'devlet aklı' arasında sallanıyor.