Canavar Nazım'la Tayfur'un kumpası...

55 yıl kadar önce iki harika siyah beyaz film izledim. İkisinin de senaristi, yapımcısı, yönetmeni Osman F. Seden…

Birinci filmin adı: Ne şeker şey…

Yapım yılı 1962…
*
Adana kökenli ama İstanbul’da yaşayan ve çok zenginken bir anda iflas noktasına sürüklenmiş Hacı Zeynel Abidin (Ali Şen), kızı Jale’yi (Türkan Şoray) Hacı Mansur Ağa’nın (Vahi Öz) oğlu Tayfur’la (Öztürk Serengil) evlendirmek için “kumpas” kurar…
Ve fakat…
Tayfur o günün Ahmet Hakan’ı kadar zamparadır en az…
Haliyle…
Avucunun içinde onca kız varken, hiç tanımadığı Jale ile evlenmek istemez..
Bir pavyon kavgası sonucu düştüğü hapishanede Canavar Nazım’la (Göksel Arsoy) tanışır…
Ve Canavar’la birlikte, kendisine kurulan kumpasa karşı kumpasların en kralını kurarlar…
*
Ve vodvil başlar…


HOROZUNA KRAVAT TAKTIĞIM…

İkinci filmin adı: Badem Şekeri.
Yapım Yılı 1963…
Daha sonra oldu mu bilmiyorum ancak Fatma Girik ve Türkan Şoray’ın birlikte rol aldıkları ilk ve tek film…
*
Konusu kısaca şöyle idi:
Adanalı Horoz Ali Pirinçeken (Vahi Öz) ile yine Adanalı Posbıyık Hulusi Tütüneken (Hulusi Kentmen) birbirine düşman iki aile babası…
Horoz Ali (Ünlü “Horozuna kravat taktığım” repliğinin sahibi.) tesadüf bu ya Posbıyık Hulusi’nin İstanbul’da oturduğu sokaktaki bir başka villaya taşınır…
Tabii ki Ne Şeker Şey’de olduğu gibi, erkek çocuklarıyla kız çocukları arasında gelişen vodvil tarzı komik olaylar başlar…


AVRUPA YAKASI VE YALAN DÜNYAYI SOLLAR

Gülse Birsel’in zengin bir oyunca kadrosuyla çekeceğini öğrendiğim filmin konusunun İstanbul ve Adana’da geçecekmiş.
*
Gülse eğer, çekeceği filmi televizyon için yazdığı dizinin bir nevi promosyonu olarak yapacaksa…
Ve…
Kısaca hatırlattığım 55 yıl öncesinin bu iki filmini izlemişse…
Tadına doyamayacağımız yeni tiplere hazır olun…
Hatta Avrupa Yakası ve Yalan Dünya’yı bile sollayacağından eminim…
*
Peki…
Birsel’in bu iki filmden hiç haberi yoksa?..
Bence yine de izlesin…
Kesin etkilenecek ve ilham alacağı pek çok şey olacaktır…


ZORUNLU AÇIKLAMA(!)…

Dostlarımla yemek yediğimiz boğazdaki balık restoranlarından birini övmüştüm köşemde…
Ve sonunu da aynen Ahmet (Hakan) gibi "fiyatlar da çok iyi, ucuz bile sayılabilir" diye bitirmiştim.
*
Yazımın yayımlandığı gün restoranın patronu telefon etti.
Yazdıklarımdan dolayı minnettarlık duyduğunu ama hesabı ben ödediğim için “bana özel bir indirim” yaptığını söyledi…
Normalde fiyatları, boğazdaki diğer mekânlardan daha pahalıymış…
*
Sonra aramızda şu diyalog geçti:
"İstirham etsem bu açıklamamı da aynen böyle yazar mısınız?".
“İyi ama bunu neden istiyorsunuz benden?”
"Ucuz olduğunu düşünüp gelenler müşteri kalitemizi düşürür de…".
*
Ne demek mi istiyorum?..
Söyleyeyim:
Ahmet Hakan’ın Bodrum’daki kebapçıyı övdükten sonra fiyatların ehven olduğunu söylemesini şakayla karışık ama “haklı bir gerekçeyle” eleştirmiştim…


FETO İSTER BİR GÖZ BUNLAR VERİR ÇİFT GÖZ…

Vallahi aklım almıyor, billahi aklım almıyor…
Deyin ki:
“Sen geri zekâlısın, tabii aklın almaz”…
*
Peki…
Sizi mi kıracağım?..
Geri zekâlı olduğumu kabul ediyorum…
Ama…
Siz de bana söyleyin:
*
Çocuklar Duymasın’da “ucundan azıcık” görünen kitabı milyonlarca seyirciden sadece biri (O da müşteki) farkındayken…
Bugün durum ne alemde?..
*
Hele Ahmet (Hakan), kitaba kimlerin katkı sunduğunu isim isim sayınca…
Hele Ahmet (Hakan), kitabın adını da (Bari yayınevini de yazsaydın Ahmet.) tam olarak köşesinde yazınca…
Hele cümle âlemin kitaptan haberi de olunca…
Daha mı iyi oldu?..
Yoksa bu yayınlar ve soruşturma Feto’nun mu işine yaradı?..


SABAH’IN DIŞINDAKİLER NEDEN YAPMADI?

Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, aile yakınları bir yolsuzluğa karıştığı ve kendisi de bunlara göz yumduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından görevinden alındı...
*

Bu olayı SABAH'tan başka hiçbir ulusal gazete haber yapmadı?..
*
Neden acaba?..
Ya da SABAH niçin haberi 1. Sayfa manşetten verdi?..
*
NOT:
SABAH dışındaki gazeteleri yönetenler lütfen “gazetecilik yapamıyoruz” diye ağlaşmayın…
“Yapamıyorsunuz” değil, yapmak istemiyorsunuz…

N'OLCAK ŞİMDİ?..

Bilim insanları (Bilhassa yapay zekayla ilgilenenler) "ruh" diye bir şey olmadığını laboratuvar ortamında kanıtladıklarını savunuyorlar.
“Eğer ruh olsaydı” diyorlar; “bebekler de daha doğdukları anda konuşur, doğdukları anda her türlü isteklerini konuşarak sıralar, her istenileni de yaparlardı. Ama ruhları olmadığı, beyinleri de henüz gelişmediği için bunları yapamazlar.”
*
Mevlâna ise Mesnevi'sinde mealen şöyle diyordu:

“Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya kalp durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur ne de unutur..."

*

N'olcak şimdi?..


Yakup MURAT
yakupmurat@gazeteciler.com