Can Dündar Silivri'ye gönderilen 'emanet mendil'i yazdı
Can Dündar, köşesinde kendisine yollanan kargo paketi içinden çıkan mendili yazdı.
MİT Tırları haberi sonrasında tutuklanan ve Silivri Cezaevine
konulan Can Dündar, köşesinde kendisine yollanan kargo paketi
içinden çıkan mendili yazdı. Bakın o mendil kime ait ve neden
Dündar'a verilmedi?
İşte o yazı:
Silivri’de mutluluk, belli saatlerde
kapınızı çalar:
“Görüşmecin var”
“Mektubun var”
“Kargon var”.
Görüş ve mektup dağıtım günleri sabittir. Ama
kargonun ne gün verileceği belli olmaz. Bazen iki hafta
dağıtılmadığı olur. Bunun nedenini sordum:
“Köpeğe bağlı da ondan”
dediler.
Meğer cezaevine gelen kargoları koklayarak
kontrol eden bir köpek varmış. Onun iş yoğunluğu nedeniyle bizim
kargolar aksarmış.
Bunu öğrenince “vahim” diye
mırıldandım:
“Kesin odur”.
Biliyorsunuz MİT TIR’larını durduran savcılar
ve jandarmalardan sonra o operasyonda görev alıp “insani yardım
malzemesi” filan değil düpedüz silah taşınıp taşınmadığını
koklayarak kontrol eden köpek de görevden alınıp sürgüne
yollanmıştı.
Adı: Vahim’di.
“Durumu da vahimdir kesin” diye
düşünüyordum.
Kargo işini öğrenince Vahim’i Silivri’de kargo
koklama memuriyetine sürmüş olabilecekleri geldi
aklıma...
O da müebbetlikti muhtemelen...
Kargo açma
töreni
Neyse...
Eğer kargonuz koku denetiminden geçmişse şöyle
oluyor.
Kapınızın deliği açılıyor. Bir ağız, içeri
bağırıyor:
“Can Dündar! Kargon var.”
Bu,
“Noel Baba ziyaretine geldi” müjdesi gibi bir
haber...
Koğuştan çıkıp, -her zamanki gibi-
aranıyorsunuz; sonra iki görevli eşliğinde “kargo dağıtım
masası”nın önüne götürülüyorsunuz. Burada 10 kadar infaz
koruma memuru ve asker oluyor. Ve masanın üzerini doldurmuş hediye
paketleri...
Bir düğünün takı törenini andırır şekilde,
paketleriniz heyet huzurunda açılıyor.
Yılbaşında çam altında yığılı hediyeleri açma
heyecanından farkı, size gelen hediyeleri başkalarının açması... Ve
sizin bu heyecanı uzaktan, vekâleten izlemeniz.
Bir görevli paketin kargo numarasını,
gönderenin adını, gönderme tarihini kaydedip imzanızı alıyor. Sonra
başka bir görevli paketi açıyor.
Çoğunlukla kitap bunlar... Defter, kalem,
bloknot, kazak, hırka, atkı, ve uçuk kaçık armağanlar çıktığı da
oluyor.
Kâh imrenerek, kâh gülümseyerek izliyorsunuz bu
töreni... Paketin üstündeki isimler bazen can dostlarınız oluyor,
bazen hiç tanımadıklarınız. Bazen muzırlıklar çıkıyor paketten,
bazen elzem malzemeler.
Yasaklı eldiven
Bu hediyeleri koltuğunuzun altına sıkıştırıp
bir yılbaşı alışverişinden döner gibi koğuşunuza döndüğünüzü
sanmayın.
Çoğuna idare el koyuyor.
Kitaplar, gözünüzün önünde silkelenip içinde
gizli mesaj olup olmadığı kontrol ediliyor ve size sonradan teslim
edilmek üzere “inceleme birimine gönderiliyor”.
Kantinde satılan türde eşyaların teslim
alınması yasak; o yüzden kalem, defter türü malzemeler verilmiyor;
bazen özel bloknotlara izin çıkıyor.
Kazak, hırka, gömlek vs.de sınırlı hakkınız
var.
Üç kazak hakkınızın üzerine yenisi gelirse
ancak birini iade etmek koşuluyla alabiliyorsunuz. Öyle içerde
gardırop düzmek yok. Ama tabii zamanla depoda sizden bağımsız bir
gardırop oluşuyor. Mesela şu an benim depoda 2 kazağım, 1 hırkam, 1
pijamam, 4 kalemim, 2 defterim, 6 diş macunum, 1 yara bandım, 1
sarı renkli 33’lük tespihim ve kitap aralarından çıkan kurutulmuş
çiçeklerim var.
Dışardan nevresim takımı almak yasak... Çünkü
uyuşturucuya batırıp yıkıyor, durulamadan kurutup içeri
yolluyorlarmış. İçerde suda çözüp kafa bulanlar varmış. Ben
kargocuların yalancısıyım.
En son bir çift kırmızı eldivenime el
koydular.
“Erdem’le kartopu
oynarız” diye umutlanmıştım oysa...
“Niye vermiyorsunuz” diye
sordum.
“İçine bir şeyler gizlenebiliyor”muş.
“İhtiyaç varsa dilekçe yazacakmışız.” İdareye
değil size yazıyorum işte; buradan çıkınca inadına her kış kırmızı
eldiven giyeceğim; Silivri hatırası...
Paha biçilmez
hediye
Gelelim en çok canımı yakana...
Geçen ay postadan mavi bir zarf çıktı; zarftan
da beyaz bir kâğıt... Üzerinde 2 satır el yazısı:
“İçinizi ısıtması dileğiyle babamın
çekmecesinden bir hatıra”.
İmza: Nükhet...
Fakat ne yazık ki zarf boştu.
Üstüne bantlanmış kâğıtta şöyle
yazıyordu:
“Mektup zarfının içerisinden 1 (bir)
adet ‘mendil’ çıkmıştır. Mendil, emanet eşya
birimine teslim edilmiştir.”
Anladım tabii...
Bu, Abdi İpekçi’nin
mendiliydi.
Kızı, sevgili Nükhet, muhtemelen Silivri’ye
“Umut Nöbeti”ne geldiğinde içeri yollamıştı.
İnceleyen heyet, mendilde nasıl bir tehlike
gördüyse, bu paha biçilmez hediyeyi alıkoymaya karar
vermişti.
Hakikaten üzüldüm.
Emanetteki
emanet
Dün 1 Şubat’tı..
Mesleğimizin efsane ismi Abdi
İpekçi’nin katledilişinin yıldönümü...
Cumhuriyet’in Genel Yayın Müdürü, kendisinden
genç yaşta öldürülen, Milliyet’in Genel Yayın Müdürü’nü bir
hapishane hücresinde andı. Lanetli bayrağı böyle
devraldı.
37 yıl sonra onun çekmecesinden çıkıp bana
gelen hediye, “henüz çilen bitmedi” denmiş gibi,
Silivri’nin emanet deposunda bir kutuya konuyor. Kuşaktan kuşağa
aktarılan, iflah olmaz bir paranoyanın, korkunun, nefretin elinde,
benim gibi tutsak... “Emanet”im, emanette; bana
yasak.
Silivri kapısındaki küçük nöbet çadırı, o
nefretin kurbanı olmuş ustalarımızın yakınlarını ağırladı birer
birer:
Nükhet İpekçi’yi...
Güldal Mumcu’yu...
Dolunay
Kışlalı’yı...
Zeynep Altıok’u...
Ve biz, onlardan devraldığımız bayrağı, onlara
yaraşır şekilde taşıyabilmenin gayreti içindeyiz.
İlkelerini zihnimizde, emanetlerini yüreğimizde
taşıyoruz.