Can Dündar Silivri'de yaşadığı tecriti yazdı
"Silivri'de 2 gün, toplam 10 saati Ergenekon duruşmasında geçirdim. İlk gün 6 saat bir odada tecrit edilmiş halde sıramı bekledim."
İşte o yazıdan çarpıcı bir bölüm:
Silivri'de 2 gün, toplam 10 saati Ergenekon duruşmasında geçirdim. İlk gün 6 saat bir odada tecrit edilmiş halde sıramı bekledim. O gün 2 saat, sonraki duruşmada da 8 saat olmak üzre toplam 10 saat kürsüde ifade verdim. Sanki bir doktora jürisindeydim. Tez konum "Ergenekon"du ve ben adeta tanık değil, bilirkişiydim
Bir Vah Gogh tablosunun içinden geçer gibi, yüzünü
güneşe dönmüş ayçiçeği tarlalarını yararak yaklaşıyoruz
Silivri'ye...
Bir tepeyi aşana dek, kendini göstermiyor cezaevi...
Sonra birden jandarma kontrol timi yolu kesiyor.
Ayçiçeklerinin yerini dikenli teller alıyor.
Ve aniden toprak, betona dönüyor.
Neye şahidim?
Yol boyu Ergenekon davasında tanıklığa neden çağrıldığımı
düşünüyorum.
Davete sebep Ecevit'in hastalığına dair röportajımız mı?
"Ergenekon" kitabımız mı?
Konuya ilişkin yazılarım mı; bilmiyorum.
Ama rahat değilim; gerginim.
Yaz ortası tatili kesip takım elbiseyi giymiş, gelmişim.
İçerdekilerin bir kısmı yıllarca Ankara'da birlikte gazetecilik
yaptığım meslektaşlarım... Birkaçı arada söyleştiğim haber
kaynağım... Çoğu, hiç tanımadıklarım... Bir kısmı ise aleyhlerine
suçlayıcı yazılar yazdığım, siyaseten hesaplaştığım isimler...
Bazılarının bilgisayarında bulunan "vatan
hainleri" listesinde adım çıkmış.
Kimine göre "2. Cumhuriyetçi"yim, kimine göre "Soros'un
adamı" ya da "Alman ajanı"...
Şimdi "dostlar" ile "hasımlar"
bir "torba dava"da bir araya kıstırılmış, silahlı
terör örgütü kurmaktan yargılanıyor.
Yargılandıkları davanın adı, bizim 15 yıl önce kitabını yazdığımız
örgütle aynı...
Susurluktan sonra "Sorumlular yakalansın, yargılansın" diye
kampanya açmışız.
Sonra gün gelmiş yeraltından bombalar çıkmış, suçladığımız
kimi isimler yakalanmış, dava açılmış, "Nihayet" diye yazılar
yazmışız.
Akla kara
Mahkeme "İşte kitabını yazdığınız örgüt karşınızda...
" diyecek. Öyle mi acaba?
Öyleyse iddianamede sayfa sayfa anlatılan "sivil toplum
örgütlerini birleştirmek", "parti kurmaya
çalışmak", "Hükümeti devirmek amacıyla mitingler
düzenlemek" suçlamaları ne?
Bunlar terör faaliyeti değil ki; en temel demokratik haklar...
Ne yapacağım?
Akla karayı nasıl ayıracağım?
Kafamda bu düşüncelerle girdim "Silivri kompleksi"ne...
"Burası Silivri, burdan çıkış yok!"
Meğer "gazeteci" kimliğimle salona yanlış kapıdan girmişim. Oysa o
gün orada gazeteci değilim; "şahit"im...
Sanık avukatları ve aileleriyle aynı yerde bulunmalıymışım.
Hâkim ve savcıların girdiği arka kapıya yönlendiriliyorum. Oranın
girişindeki bekleme odasına alınıyorum. Odaya girip çıkan
korumalar, mübaşirler, görevliler ilgisini esirgemiyor,
sağolsunlar. Ama yine de yalıtılmışlık hissi fena...
Bir ara avluda voltaya çıkıyorum. Duruşmayı izlemeye gelen
gazeteci ağabeyimiz Mete Akyol'la tel örgü önünde buluşup hatıra
fotoğrafı çektiriyoruz.
Kafesteymiş gibi hissediyoruz.
En kötüsü: Kanıksama
Saat 10'da başlayan bekleyişte sıranın bana gelmesi 16'yı
buluyor.
İnsan, 3 adıma 6 adımlık bir odada 6 saat bekleyince, burada 3 sene
geçirmenin nasıl bir cehennem olduğunu çok daha iyi anlıyor.
Dışarıda sel gibi akan kum saatinin, içerde nazlanarak
damlamasına hayret ediyor.Yalnızlığın kemirgenliğinin ayırdına
varıyor.
Hele çevrede fink atan ring araçlarını, KCK davası için yaptırılan
büyük mahkeme inşaatını görünce ve "Burası Silivri, buradan çıkış
yok" efsanesini bilince hepten kasvet basıyor.
Bir avuç ailenin çırpınışı, basının kayıtsızlığı, kamuoyunun
kanıksamışlığı ve seyircisi giderek azalan bir davanın ıssızlığı,
kasveti katlıyor.
Bunları düşünürken nihayet "Sıra sizde" deyip salona buyur
ediyorlar.
2 güne yayılacak ve toplam 10 saat sürecek tanıklığım
başlıyor.
O fasıl da yarına...
Balbay ve Özkan'la ayaküstü sohbet
Silivri'de Ergenekon'un, Balyoz'un, Oda TV davasının ilk heyecanı
dinmiş.
Yeni heyecan, KCK davası...
KCK'lılar, sanıkları, aileleri, avukatları, güvenlik
önlemleriyle Silivri'ye damgasını vurmuş. Balyoz sanıklarının
ailelerinin kampus dışında kurduğu çadırın yakınına KCK'lıların
aileleri çadırlarını kurmuş.
Belki de bir dönem Güneydoğu'da karşılıklı endişeyle bekleşen
aileler, şimdi aynı tutukevinin kapısındaki karşılıklı çadırlarda
adalet bekliyor.
KCK'lılar gelince Ergenekon, küçük salona
alınmış.
Dışardan bakınca Cumhuriyet tarihinin en büyük davalarından birinin
burada görüldüğünü tahmin etmek zor. Dalga dalga tutuklanan ünlü
sanıklarıyla başta çok ilgi çeken yargılama, davaların
birleştirilmesiyle şiştikçe şişmiş, 4. yılına yaklaşırken kamuoyu
ilgisini kaybetmiş. Birkaç vefakâr izleyici, uzmanlaşmış
gazeteci ve aileler dışında, takip eden yok gibi...
En kötüsü de bu umursamazlık ve kanıksanmışlık
tabii...
Salon
Salon küçük dediysem, yine de basket sahası
büyüklüğünde...
Bir uçta 3 kişilik mahkeme heyeti kurulu...
Karşısı, dinleyicilere ve basına ayrılmış.
Aradaki alanda, yüzleri heyete dönük sanıklar
oturuyor.
Sanıkların sağında avukatları var. Birbirlerine çok yakınlar. Sol
kürsüde savcı tek başına...
Tanık kürsüsü hâkimler kürsüsünün eteğinde... Ama yer
dar... Konuşurken sanıkların soluğu ensenizde...
Salonun dört yanında jandarmalar bekliyor. Yarım saat arayla nöbet
değiştiriyorlar.
"Kepazelik!"
Salona basının ve dinleyicilerin girdiği arka kapıdan giriyorum.
Ankara'da uzun yıllar birlikte gazetecilik yaptığımız eski
meslektaşları, Mustafa Balbay'ı, Tuncay Özkan'ı görüyorum.
Tuncay'ın üzerinde yine beyaz gömleği var. Aramız 10 adım...
Uzaktan görüp sesleniyorum:
"-Nasılsın Tuncay?"
"-Görüyorsun işte... Kepazelik!"
"-Az kaldı çıkmanıza" diye teselliye
çalışıyorum.
"-Yatıyoruz. Sen ne yapıyorsun?"
"-Yazıyoruz."
Sesleniyor Tuncay:
"Balbay, bak Can geldi."
Mustafa Balbay, gri takım elbisesi içinde mahkemeyi teftişe gelmiş
bir milletvekili gibi... Yüzünde bildik
tebessümü...
"Şükür görüştürene" diye sesleniyor. Uzaktan
hasret gideriyoruz.Kamuoyunun aksine, pek tahliyeden umutlu değil
gibiler.
Belki durumu içerden çok daha iyi gözlediklerinden, belki de hayal
kırıklığının tahribatını bizden iyi bildiklerinden... Yine bir
haberi birlikte izler gibiyiz; şu farkla ki, bu kez haberin
kahramanı onlar; ben tanığım.