Burhanettin Duran yazdı: Batı medyasının muhalefete kötülüğü
Sabah gazetesi yazarı Burhanettin Duran, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçimden zaferle çıkmasının muhalefette ürettiği travmanın devam ettiğini, kampanyanın son bir haftasında yükselen heyecanın bu travmanın ilk işareti olduğunu söyledi.
Yenilenlerin önünde tek bir yolun olduğunu söyleyen Sabah yazarı Duran bunun seçmenin desteğini alacacak şekilde dönüşmek olduğunu, partiyi, kadrolarını ve ideolojisini değiştirmek ve baştan yenilenerek halka ulaşmanın yolunu ısrarla aramak olduğunu söyledi.
Asıl meselenin muhalefetin aydınlarının Türkiye'de siyasetin dinamiklerini iyi analiz edememesi olduğuna dikkat çeken Duran, "İnce'nin mitingleriyle oluşturduğu hareketlilikten de bir sonuç alamayınca "komünlerine çekilerek" kendilerini toparlayamaya çalışanlar Erdoğan'ın neden kazandığını iyi teşhis edemiyorlar. Ve bu analiz körlüğünün oluşmasında Batı medyasının da kritik bir etkisi var. Buna "Batı medyasının muhalefete yaptığı kötülük" diyebiliriz." ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu defa da seçimden zaferle çıkmasının muhalefette ürettiği travma devam ediyor. Ana muhalefet partisi CHP cenahında yaşanan öfke ve hüznün ise daha derin olduğu anlaşılıyor. Aslında kampanyanın son bir haftasında yükseltilen heyecan bu travmanın ilk işaretiydi. İnce'nin İzmir ve Maltepe mitinglerindeki kalabalıklar beklentileri yükseltmişti. Ve İnce'nin ısrarla uzak durduğu "AK Parti'ye devr-i sabık yapma" hissiyatını "intikam" bağırışlarıyla açık etmişti. Seçim gecesi sosyal medyada dolaştırılan çılgın komplolar ise bu aşırı beklentinin doğal bir yansımasıydı.
Bu heyecanlı CHP taraftarları İnce'nin Erdoğan'ın kazanmasını kabullenerek tebrik etmesine de öfkelendiler. Son darbe Kılıçdaroğlu'ndan geldi. Kılıçdaroğlu'nun "nezaketle istifa edip," CHP genel başkanlığını, oyları yüzde 30'un üzerine çıkaran İnce'ye bırakacağını sananlar yanıldı. Böylece, Kılıçdaroğlu'nun resti de yeni bir ümitsizlik kaynağı oldu.
***
CHP seçmenindeki ümitsizliğin derinleşmesinin arkasında ne
olduğunun analiz edilmesini değerli buluyorum. Zira Cumhuriyet'i
kuran bir partinin on altı yıldır AK Parti karşısında
başarısız olması sosyolojik etkilerde bulunan bir olgudur. Bir
türlü Erdoğan'ı yenemeyen ana muhalefet taraftarlarının mevcut
siyasi-psikolojik travmasının içe kapatan bir etkide bulunduğu da
aşikâr.
Bu travma toplumun bir kesiminde abartılı bir mutsuzluk duygusu
yarattığı gibi, Türkiye'nin insani sermayesini verimli şekilde
kullanmasını da engelliyor. Kaldı ki, iktidara gelme umudunun
siyaseti ve demokrasimizi güçlendirdiği aşikâr. O halde
yenilenlerin önünde tek bir yol var. Seçmenin desteğini alacak
şekilde dönüşmek. Partiyi, kadrolarını ve ideolojisini değiştirmek,
yani baştan ayağa yenilenmek. Halka ulaşmanın yolunu ısrarla
aramak. AK Parti lideri Erdoğan'ın bile "mesajı aldım" dediği yerde
CHP'nin başka bir seçeneği olamaz.
***
CHP'nin yenilenememesinin çok çeşitli izahı yapılabilir. Liderlerin
değişmemesi, teşkilattaki oligarşi, tabandaki kemikleşme ya da
ideolojik katılaşma bir sebep olarak sunulabilir. Hepsi de haklı
gibi görünüyor. Ancak bir husus var ki dikkatlerden kaçıyor. Asıl
mesele, muhalefetin aydınlarının Türkiye'de siyasetin dinamiklerini
iyi analiz edememesi.
İnce'nin mitingleriyle oluşturduğu hareketlilikten de bir sonuç
alamayınca "komünlerine çekilerek" kendilerini toparlayamaya
çalışanlar Erdoğan'ın neden kazandığını iyi teşhis edemiyorlar. Ve
bu analiz körlüğünün oluşmasında Batı medyasının da kritik bir
etkisi var. Buna "Batı medyasının muhalefeteyaptığı kötülük"
diyebiliriz.
***
2013'ten bu yana dillerine doladıkları otoriterlik söylemi ve
Erdoğan karşıtlığı bu körlüğün ana göstergesi. Erdoğan'a oy
verenler "otoriterlikle ve kişi kültütaraftarı" olmakla suçlanıyor.
Erdoğan'ın muhalifleri ise "demokrasi
mücadelesinin havarileri" olarak resmediliyor.
24 Haziran seçimlerinden sonra da aynısı oldu. "Türkiye'nin daha
önce hiçolmadığı kadar bölündüğünü" iddia eden Batı medyası
Erdoğan'ı seçenlerin "otoriter tercih yaptığını" ileri süren
yorumlarla doldu. Sözgelimi 30 Haziran tarihli Stern, Erdoğan'a oy
vermeyenlerin Türkiye'sini "aktif demokratlar" olarak sundu: "Bu
Türkiye; modern, verimli ve liberal bir ülke olup Ortadoğu'ya değil
Avrupa'ya aittir. (...) Bu aydınlık Türkiye şu sıralar dünyaya bir
sivil toplumun yıllardan beri nasıl direndiğini ve hayatta
kaldığını gösteriyor. Birçoğu bunun için fedakârlıkta bulunuyor.
Onlar Avrupalıların çoğu gibi pasif değil aktif demokratlar."
Bu yorumdaki gizli "beyaz adam misyonu" ve "Oryantalist bakışı" bir
kenara bırakalım. Yapılan bu "iki Türkiye" ayrımı muhaliflere moral
üstünlük hissi veriyor olabilir. Ancak bu çarpık okuma muhalifleri
pasifize eden bir kötümserliğe de yönlendiriyor. Türk seçmeni ile
sahici bir dönüşüm ilişkisi kurmasını engelliyor. Batı medyasından
alınan "zehirli gıda" sadece ümitleri öldürüyor.
Bu gidişle Türk milletinin tercihinin demokratik olduğunu kabul
etmeyenlerin travması hiç iyileşmeyecek.