Bundan sonra ağlamasın artık anneler...
“Bizimle aynı görüşleri paylaşmayanlar, bizimle aynı çizgiye gelseler ne olur?” diye bir düşünmelerini öneririm…
GAZETECİLER.COM’da
siyaset yazmak istemiyorum…
Elimi tutan yok ama benim içimden gelmiyor
çünkü burası bir “MEDYA SİTESİ”…
Ama bu gün yazacağım…
Yazacağım çünkü siz GAZETECİLER.COM’un özel
okurları ile de paylaşmak istedim…
Efendim…
İNTERNETHABER.COM’da iki analizim
yayımlandı…
İkisi de siyaset üzerineydi…
Çok okundu (Her ikisi de 10.000 barajını
aştılar. Aydın Doğan’a ayda birbuçuk milyon liraya mal olan
Referans Gazetesinin günlük satışının iki katı)…
Her birine altmışın üzerinde yorum
yapıldı…
“Bravo, tebrikler!” diyen de vardı ama…
“Külliyen yanlış” olduğumu söyleyen çoğunluktaydı…
Destek verenler; yazdıklarım mutlak doğru
olmasa da yeni bir pencere açtığı için analizime arka
çıkıyorlardı…
Yanıldığımı söyleyenler ise haliyle kendi
açtıkları pencerelerden bakıyorlardı analizlerime…
Kimisi “Hamasi” de olsa nihayet bir
görüştü…
Beni eleştirse de, saygı duyulası
görüşlerdi…
Ama…
Bir de, İNTERNETHABER.COM’un ilkelerine ters
geldiği için yayımlanmayan küfürler ve hakaretler vardı ki onlar
refüze edilince benim posta kutumu tercih(!)
etmişlerdi...
Onlara göre ben mutlaka
satılmıştım…
Hatta annemin ve eşimin namuslarının da
sorgulanması gerekiyordu…
Onlara kızmadım ama acıdım…
Çünkü onlar benim insanlarım…
Onlarla tasada, kıvançta, kederde ve sevinçte
birlik olacağıma ant içmişim ama…
“Anneme, karıma, kızıma, kız kardeşime küfür
etmeniz şartıyla” dememişim ant
içerken…
Gönderdikleri hakaret içerikli mektupları
tek, tek okudum cevap yazdım…
Ne küfür ettim…
Ne de “aynen iade” dedim herhangi
birine…
Tam 3 saatimi aldı ama bence
değdi…
"Değdi” çünkü
(cümlenin bundan sonrası tüm yazar arkadaşlarımın dikkatine)
okurla; küfür de etse, sesimizi yükseltmeden tartışırsak sonunda
ikna edemesek bile, onların da daha düşük tonda yazmalarını
sağlayabiliriz…
Ben umutluyum ancak…
O, küfrü seven arkadaşlara; “Bizimle aynı
görüşleri paylaşmayanlar, bizimle aynı çizgiye gelseler ne olur?”
diye bir düşünmelerini öneririm…
Ama ben ne olacağını söyleyeyim: Sıkıcı bir
sessizlik olur…
Bir zamanlar Sovyetler Birliği işte
öyleydi…
Herkes, aynı şeyi düşünüyordu…
Ama sadece görünürde…
Sonra bir baktılar ki aynı şeyi düşüne düşüne
devlet marketlerinin önünde kilometrelerce kuyruk
oluşturmuşlar…
Ama sıraları gelip de içeri girdiklerinde
rafların bomboş olduğunu gördüler…
Bugün de Kuzey Kore’de herkes aynı şeyi
düşünüyor…
Gelin görün ki o aynı şeyi düşünenlerin hemen
hepsi aç…
Ama onların aynı şeyi düşünmelerini emreden
Kim Jong (Devlet başkanı) ve yakın çevresi servet içinde
yüzüyor…
Ben iki analizimde de bunu anlatmaya
çalıştım…
Cemel ve Sıffin, iktidar
savaşıydı…
Bazı okurlar, Cemel ve Sıffin savaşlarından
söz etmemi anlamamışlar…
Bence çok açıktı…
Her iki savaşta ölen fukara Müslümanlar,
Hilafet koltuğu için savaşanları muktedir yapabilmek (Hazine’nin
başına geçirebilmek) için ölmüşlerdi ama…
Savaştan önce onlara “Kuran için ölecekleri”
söylenmişti…
İyi ama hangi tarafın askerleri öldüğünde
“Şehit” olacaktı?..
Peygamber Efendimizin, “hayatımda en çok
sevdiğim kadın” diye tanımladığı eşinin
(Hz. Aişe) yanında yer alanlar mı?..
Yoksa “Hayatımda en sevdiğim erkek” dediği
damadının ve amcaoğlunun (Hz. Ali) yanında saf tutanlar
mı?..
Bu sorunun “doğru cevabı” halen verilmiş
değil…
Peki…
Haçlı seferine çıkan
yüzbinlerce fukara Hıristiyan köylüsü neden
ölmüştü?...
“Kutsal Kudüs elden gidiyor!”
diye mi?..
Yok canım…
İpek Yolunu Türklere kaptıran Galatalı,
Cenovalı ve Venedikli tüccarların ekonomik çıkarları için
öldüler…
İpek Yolu’nu,
Türklerin elinden alabilmek için yani…
İyi ama…
O fukara Hıristiyan köylülerine: “Hadi
kuşanın kılıçlarınızı… Cenovalı, Venedikli, Galatalı tacirlerin
ekonomik çıkarları için savaşacaksınız” deselerdi kaç kişi
savaşırdı?..
Çok azı…
Onlar da para isterlerdi…
Ama işin içine; “Kutsal” sıfatı ile başlayan
bir değer girdi mi; bedava askerden bol bir şey
yoktu!...
Ben işte bunu anlatmak istedim…
Ama galiba anlatamadım mı ne?...
Bir de…
“Terör ya bitecek ya bitecek, dedim
bitti” diyerek terörle mücadeleyi ciddiye
alan ve bunu gerçekten başaran Başbakan’ın sonunun ne olduğunu bir
hatırlayabilsek…
En büyük darbeyi de Ordudan ve Küresel
sermayenin yerli işbirlikçilerinden yediğini de tabii ki…
Onların emriyle televizyonlarda kendisiyle
nasıl alay edildiğini…
Hatta daha ileri gidildiğini ve…
Aynı partili eski dava(!) arkadaşlarından bir
gurubun (Onlar şimdi DP’yi yönetiyorlar) ricasıyla(!), TV ekranına
telefonla bağlanan bir kabadayının (“Ben Ordu için çalıştım”
demişti) ağzından namusuna bile dil uzatıldığını (28 Şubat
sürecinde)…
Şimdi evinde yün mü örüyor ne?..
Başını çıkarmaya kalksa, “Ergenekoncu” diye
tutuklanacağına iddiaya bile girerim…
Bilmem anlatabildim mi?...