Bu yazı Oktay Ekşi'ye yakışmadı!

Gazeteciler Cemiyeti Cihan muhabirine karşı yapılan haksızlığın kabul edilemez olduğunu ilan etti. Basın Konseyi'nden tık yok.

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi'nin yazısını okurken hayretler içinde kaldı Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı. Gecikmeden Oktay Ekşi'ye cevap yazdı. Dumanlı, Ekşi'nin "neden kouyu geç yazdınız?" sözlerine, "Biz zaten konuyu Bilici yazınca öğrendik" diye cevap verdi... Dumanlı, "Ah Oktay Bey ah! İnsan bir öfke uğruna bu hallere düşer mi?" diye sormayı da ihmal etmedi... 

-(...) Bir tek Basın Konseyi susmayı tercih etti. Biz de bunu soruyoruz. Oktay Bey buna öfkeleniyor, veryansın ediyor; üstelik akla hayale gelmedik mazeretlere sığınarak.

Mesela Sayın Ekşi diyor ki "Niçin siz bu olayı geç yazdınız?" Bunun cevabını verdik ama Oktay Bey okumuyor. Biz de olayı Abdülhamit Bilici kaleme alınca öğrendik. "Konu eğer önemli olsaydı CHA Genel Müdürü Abdülhamit Bilici bunu kamuoyuna duyurmak için 15 gün beklemezdi." diyor. Onun da cevabı verildi ama Basın Konseyi Başkanı onu da okumamış. Bilici, Muhsin Bey'in vefatı sırasında toplumdaki duyarlılığın artışını düşünerek olayı kamuoyuna arz etmiyor ve meseleyi Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mal etme yerine bireysel bir hata olarak görüyor. Takdire şayan duyarlı bir yaklaşım. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ basın toplantısında demokrasi üzerine vurgu yapınca Bilici haksız akreditasyon uygulamasını gündeme getirerek Cihan muhabirinin başına gelenleri yazıyor. Bu süreci herkes biliyor ama Oktay Bey bilmiyor; çünkü sabredip okumuyor. O kadar okumuyor ki benim "Yüzünüz Kızardı mı?" yazımı bile akreditasyon konusuyla ilgili sanıyor ve bunu cevabına vesile kılıyor. İyi de o yazının dağ başındaki akreditasyonla hiç mi hiç ilgisi yok. Sadece başlık okunarak yazı yazılır mı?

Daha acı olan gerçek şu: Biz diyoruz ki Cihan muhabirinin başına gelen olayı Doğan Grubu gazeteleri niçin tek bir satırla yazmadı. Bu noktada Sayın Ekşi Konsey başkanlığı şapkasını bir kenara bırakıp başyazar olarak bu konuya da giriyor. Ama makul bir şey diyemiyor. Asabı bozuk bir yazıyla nezaket sınırlarını zorluyor. Oysa soru basit "Oktay Ağabey, bu olayın haber değeri yok mu ki tek bir satırla gazetede bahsedilmedi? Şöyle de sorabiliriz: Başbakanlık birkaç muhabirin yalan haber yazıyor diye akreditasyonunu yenilemeyince kıyameti koparıyorsunuz da Cihan muhabirine haksız muamele edilince niçin susuyorsunuz?

Neymiş? Oktay Bey hava durumunun 13 derece olduğunu öğrenmiş. Kimden Orgeneral Başbuğ'un açıklamalarından. Yılların gazetecisi meteorolojinin raporuna baksaydı Sayın Başbuğ'a da yanlış bilgi verildiğini görürdü. Meteoroloji resmi raporuna göre olay yerinde hava sıcaklığı -5 ile -8 arası. Başbuğ'a bilgi verenler olay mahalli olan dağ yerine Göksun ilçesindeki hava durumunu (+13) iletip yanıltıyorlar. Araştırmacı gazetecilik unutulunca ortaya on sekiz derecelik bir yanlış çıkıyor.

Kaldı ki on üç derece olsa ne olur eksi beş derece olsa ne olur! Yanlış yanlıştır. Oktay Bey beni hayretlere düşürecek şekilde yanlış yapılmadığını savunuyor. Sözün bittiği yer işte burasıdır. Olay aynen şöyle: Askeri helikopter olay yerinden uzaklaşırken askerler Cihan muhabirine "Sen de gel. Burada donarsın" diyor. Muhabirin "Beni de alın" talebi yok zaten. Ancak davet üzerine helikoptere binecekken bir Kurmay Albay "Sen hangi televizyonda çalışıyorsun?" diye soruyor. Muhabir de "Cihan" diyor. "İn o zaman, sivilleri götürmüyoruz, seni götüremeyiz" cevabını veriyor. Bu manzarayı basın konseyi başkanı içine sindirebiliyor. Konseyin tükeniş hikâyesidir bu. Çünkü Oktay Bey burada akreditasyon uygulanmadığını savunuyor, "Askeri helikopterle gelmemiş ki onunla dönsün" gibi laflar ediyor.

Ah Oktay Bey ah! İnsan bir öfke uğruna bu hallere düşer mi? Neymiş bana bir mektup yazmış da... Açıklama dediği beş sayfalık uzun hem de çok uzun bir mektup. Tamamını basmaya kalksanız bir tam gazete sayfası tutar. Ben de bir mektupla cevap vereyim bari diye düşünürken beni "Medya İmamı" ilan eden bir yazı yazdı Oktay bey. Hiç ama hiç yakıştıramadım. Tabii ki farklı düşünebiliriz. Tabii ki birbirimize kızabiliriz. Ama bu durum birbirimizi yaftalayarak nezaket kurallarını çiğnememizi gerektirmiyor. Ben de saygı sınırlarını aşıp Sayın Ekşi'ye aşağılayıcı bir sıfat bulup alnına yapıştıramaz mıyım? Bal gibi de yaparım ama bana yakışmaz; tıpkı şahsi ilişkilerinde babacan ve beyefendi diye bilinen Oktay Ekşi'ye bugün yazdığı yazının yakışmadığı gibi.

Zaman
changeTarget(document.getElementById("news_content"))