Bu sezon diziler tutmuyor çünkü...
Senarist Nilgün Öneş, bu yıl dizilerin neden beklenen ilgiyi görmediğini, diziler üzerinden yaşam tarzlarının belirlenip belirlenemeyeceğini ve televizyon dünyasını nelerin beklediğini Bedia Ceylan Güzelce'ye anlattı.
Nilgün Öneş, bu saydığımız dizilerle birlikte aklımıza göç etmiş, toplumsal hafızamıza yerleşmiş birçok başarılı dizinin senaristi.
Öneş'e, diziler ardı ardına yayına konulup aynı hızla kaldırılırken, bu yıl neden dizilerin eskiden olduğu gibi konuşulmadığını, diziler aracılığıyla insanlara bir yaşam biçimi empoze edilip edilemeyeceğini ve dizi sektöründe neyin eksildiğini sordu.
İşte o röportajdan çarpıcı bölümler:
Dizi sektörüne dair bir çöküşten, bir durgunluktan bahsediliyor, sizce böyle bir durum var mı?
Durgunluktan çok önünü görememek ve eski bilgilerin yok olması
söz konusu. Sektörle ilgili ‘seyirci şunu sever, bunlar rating
alıyor’ gibi birtakım bilgilerimiz artık geçerli değil.
Türkiye gündemi, dizilerin az izlenmesine etki ediyor
mu?
Etkiliyor tabii ki. Ama bir yandan da 'iyi ki de etki ediyor'
diyorum çünkü ben sadece dizi izleyen bir toplum olmamızı
istemiyordum. Düşünsene bir dizi başlıyor sekizde, gece 12’ye kadar
tekrarıyla, reklamıyla devam ediyor. Dizi nitelikli bir iş olsa
bile kurgu seyreden bir halk olmak geliştirici değil, tam tersine
geriletici bana göre. Televizyonculuk artık bambaşka bir yerde.
Birçok kişi izleme ölçümlerinde deneklerin değişmiş
olmasına yoruyor bu durumu, asıl neden bu mu gerçekten
de?
Bu sadece bir neden. Deneklerin izlemekten hoşlanacağı şeyler
değişmiş olabilir ama bu televizyon izlemekten vazgeçtiklerini ya
da hoşlandıkları bir şeyler olmadığını göstermez. Ama daha da
önemlisi sürelerin deformasyonuyla birlikte hikayeler tükendi ki,
en önemli nokta da bu bence. Çünkü bir proje, Hamlet olarak
başlıyor, 13 bölüm sonra Kral Lear oluyor, sonra bir bakıyorsun
Monte Cristo Kontu oluyor. Yani bir yapının eski bilgilerimize göre
tüm proje boyunca devam edip finale kadar muhafaza edilmesi diye
bir düzen kalmadı. Aynı dizi içerisinde farklı yapılar, farklı
hikayeler kurmanız gerekebiliyor hatta hikayenin gidişatını tamamen
değiştirmek durumunda da kalabiliyorsunuz.
Sürelerin uzunluğu temelde neye sebep oluyor?
Sahneler çok uzuyor ve insanlar sıkılıyor fikri oluşmaya başladıktan sonra ‘bari çok olay yaratalım’ böyle bağlayalım izleyiciyi gibi bir durum oluyor. Ama 90 ya da 120 dakikalık bir dizi süresinde, üstelik her hafta o kadar çok olay çıkarmak çok da kolay bir şey değil. Bu da birbirinden kopuk, bağımsız anlatımların olduğu bana göre çok ucube işler çıkmaya başladı. Ben onlara ‘ucube’ diyorum çünkü yaşanan panikle birlikte işleyişteki herkes söz sahibi olmaya başladı yapılan işlerde. O söz sahibi olma durumunda herkesin senaryonun ya da projenin içerisine attığı fikir, diziyi doğal olarak ucubeleştiriyor.
Bu durum haliyle senaryoları da zayıflatıyor...Kimse ne yapacağını bilmiyor. Mesela şimdi ‘komedi dizileri
tutuyor’ gibi bir algı var, yayılmaya başladı. Dolayısıyla çok
hızlı bir şekilde şu an komedi dizileri hayata geçirilmeye
çalışılıyor. Yani iki, üç ay içerisinde bölüm teslim edilmesi
isteniyor ki bu çok kısa bir süre. Herhangi bir ön hazırlık süreci
geçirilmeden direk yazım aşamasına giriliyor. Üstelik komedi, en
zoru tüm bu türler içerisinde.
(...)
Çok tutması beklenen diziler oldu bu yıl ama beklenen
ilgiyi görmedi, nedeni neydi sizce?
Ben kendi adıma eğer yaptığım bir iş tutmadıysa dönüp önce kendime
bakıyorum. Çünkü birinci neden projenin kendisi oluyor. ‘Denek
grubu değişti ve bu nedenle bizim yaptığımız işleri beğenen bir
kitle yok artık’ gerçek bir sebep değil. Çünkü öyle şeyler
yaparsınız ki herkesin beğenisini kazanabilir. Kendi döneminizi ve
koşullarınızı okuyabilmek bir marifettir zaten. Her şeyin sorumlusu
olarak denek grubuna yüklemenin anlamı yok.
Dizilerinizde yakın tarihi de anlattınız, bugünkü
ayrışmanın temelleri hangi dönemdeydi?
'Bu Kalp Seni Unutur Mu?' eğer devam ettirilseydi, aslında şu anda
neden böyle olduğumuzun açıklamasını yapan bir diziydi. Bu noktaya
gelmemize sebep olan sürecin nasıl başladığını anlatıyordu. Bireye
dayanan, insanları bir araya gelmekten alıkoyan bir sistem
oluşturuldu çok belirgin bir şekilde. Yani bizler artık ne bireysel
haklarımızla ilgili bilgilere sahibiz, ne de topluca bir şey
yapmanın ne olduğunu hatırlıyoruz. Özellikle 1980 sonrası sadece
kendi işiyle meşgul olan, kariyerini inşa eden, dünyevi kaygılar
taşıyan bir davranış biçimi oluşturuldu. Tabii her şey bir
karşıtını yaratıyor. Buna cevaben farklı bir gençlik de ortaya
çıktı. Ben bu anlamda Gezi’yi çok değerli ve önemli buluyorum. Ama
toplumda kesin olarak bir ikiye bölünmüşlük var maalesef ve
inşallah bu durum daha uzun sürmez.
Diziler üzerinden yaşam biçimi empoze edilebilir
mi?
Sektörün bu durumu yakında düzelir mi, gelecek yıl daha fazla proje hayata geçirilir mi?
Bence bu durum daha bir süre devam edecek. Çünkü yapımcı arkadaşlarımla ve sektörden diğer arkadaşlarımla bir araya geldiğimde en çok konuştuğumuz şey hep bu. Kafalar çok karışık ve kimse nasıl bir şey yapacağını bilemiyor. Eskiden bir ölçümüz vardı, kimin neyi izleyebileceğini az çok kestiriyorduk ama şimdi bir karar vermek, yarını kestirebilmek güç.