Bu iki genç insanı kimler linç ediyor?..
Pınar Doğan Rodrik ve Dani Rodrik’e duydukları saygı ve sempati gibi…
ADNAN BERK OKAN
Onları ilk kez Fatih’in klâsikleşmiş Teke Tek’inde dinledim…
Sonra da bir başka ekran klâsiği 5N1K’da Cüneyt’in konuğu oldular…
İkisi de kıyafetlerindeki spor ağır başlılık, ses tonları, vurgulamaları ve soylu sükûnetleri ile son derecede mukni idiler…
Ellerinde, Balyoz Kovuşturması sanıklarının haksız yere yargılandıklarına ilişkin belgeler vardı...
Belgeler; 2003 yılında uygulamaya konmak üzereyken dönemin genelkurmay başkanı tarafından engellendiği iddia olunan askeri darbeye ilişkin CD'de 2004, 2005, 2006 ve hatta 2009’a ait bazı bilgilerin yer aldığını gösteriyordu.
Ortaya koydukları belgeleri o ana kadar “yalanlayan” da olmamıştı…
Ve iki genç insan, profesyoneller gibi gözlerini kısıp kameranın vizörüne değil, birbirlerinin gözlerinin içine samimiyetle bakıp çaresizlik içinde soruyorlardı:
“Eğer babamız darbe plânını 2003’te yaptıysa ve darbe girişimini kanıtlayan CD’ler 2003 yılında kaydedildiyse ki iddianameye göre öyle, daha sonraki tarihlerde meydana gelen olaylar nasıl olmuş da bu CD’lerde yer almıştı?”
Nezaketlerinden, CD’lerin sahte olduğunu ve gelecekle ilgili gerçekleşecek bir olayı ancak falcıların ileri sürebileceğini de mahcup bir ifadeyle söylüyorlardı…
Bana göre; Pınar Doğan Rodrik ve Dani Rodrik (kendilerine inanmayanların bile) herkesin anlayışla ve hatta takdirle karşılamaları gereken bir mücadele veriyorlar.
Bu nedenle, onları ekrana taşıyan, köşesinde savunmalarına yer veren herkesin doğru yaptığına, adil davrandıklarına inanıyorum.
Keşke askeri darbelere karşı olduklarından ve demokratlıklarından şüphe etmediğim diğer kanallar ve gazeteler de bu iki genç insana kendilerini anlatma imkânı verseydi...
Dikkat ettmiştim…
Ne Fatih ne de Cüneyt “haklısınız” demişti onlara…
Ve keza o iki genç insanı köşesine taşıyan Ahmet Hakan, “haklılar kardeşim” ısrarını yapmıştı…
Son derecede objektif bir gazetecilikle hükmü dinleyenlerin vicdanına bıraktılar…
Çünkü onların işi o iki gencin babasını temize çıkarmasına yardımcı olmak değil, kendilerini anlatabilecekleri fırsatı vermekti…
Bir de başka guruba gelelim…
Gazeteciliği inandıkları iktidarı savunmak için bir “araç” olarak görenlere…
Meselâ Emre Aköz…
İsterdim ki Emre Aköz, bir Liberal olarak o iki genç insana, “Çetin Doğan lehine propaganda yapıyor” gibi oportünizm kokan bir bayağılık yakıştıracağına, “babalarına ilişkin suçlamaları kendi ellerindeki belgelerle çürütmeye çabalıyorlar” desin…
Ama birinciyi, yani önyargısını yazdı köşesinde…
Çünkü ikinci şekilde yazarsa, okurlarının kendisini eleştirebileceğinden korktu…
Oysa emin olmalı ki SABAH okuru halen o eski SABAH okuru…
Vicdan sahibi, adalet terazisinin şaşmasını kabul edemeyen seküler okur profili…
İsterdim ki Emre Aköz, Pınar ve Dani Rodrik’e destek veren solcu Osman Kavala’nın “siyasi” kimliğine değil “insani” kimliğine baksın…
Zira siyaset ideolojidir ve her şeye tek gözle bakar…
İnsani olmak ise vicdanlı olmaktır ki olaylara her yönden bakmayı gerektirir…
Osman Kavala o iki genç insanın mücadelesine siyasi kimliğiyle değil, insani kimliğiyle baktığı için yanlarında yer alıyor olmalı…
İsterdim ki Nazlı Ilıcak Kayseri belediye Başkanı Özhaseki’ye yapılan yargısız infazda olduğu kadar savunsun bu iki genç insanı…
Ama olmadı…
İsterdim ki Ekrem Dumanlı, Manisa Profesörü Pakdemirli’ye yapılan medya linçini eleştirdiği kadar arka çıksın bu iki genç insanın mücadelesine…
Ama o da yapmadı bunu…
Neden?..
Çünkü bu arkadaşlarımız da (eleştirdikleri diğerleri gibi) insanlara ve olaylara sadece kendi pencerelerinden bakmayı seviyorlar…
Empati yapma duyguları hiç yok…
Oysa…
Silivri’de tutuklu olarak yatanların “masum olma” ihtimalleri de olabileceğini (ki yargılama sona ermeden asıl olan masumiyettir) akıl etmemek; Allah’ın varlığını olasılık bile olsa kabul etmeyen bir Ateist’in inatlaşmasından farksızdır…
Ama bu iki değerli gazeteci buna rağmen biri babasını, diğeri kayınpederini “ellerindeki somut kanıtlarla” kamuoyunun gözünde aklamaya çalışan iki akademisyene hak vermiyorlar…
Daha da öte…
Çabalarını küçümsüyor ve hatta onların kişiliklerini aşağılıyorlar…
Rahmetli Cenk Koray, “Ban Allah’a inanmıyorum” derdi önce ve karşısındakinin tepkisini beklerdi…
Sonra da devam ederdi; “çünkü ben Allah’ı biliyorum”…
Cenk için bilmek somuttu…
İnanmak ise soyut…
Bu nedenle Allah’ı bilmek, inkârı imkânsız kılıyordu…
O iki genç insan da aynı durumdaydılar…
Babalarının suçluluğuna inanıp inanmamak değildi onların meseleleri…
Onlar ellerindeki kanıtlarla babalarının “suçsuz” olduğunu biliyorlardı…
Peki benim yerim nerede?..
Söyleyeyim:
Benim yerim hukukun yanında:
Silivri’deki herkes (hatta sezgilerimin “şunlar, şunlar suçludur” dedikleri dâhil), yargı kararı kesinleşinceye kadar masumdur…
İnsanları, diğer canlılardan ayıran en önemli şeylerden biri de “vicdan”dır…
Adalet bilinci, vicdanın eseridir…
Vicdan olmasaydı adalet hassasiyeti olur muydu?..
Askeri darbelerden en az Ilıcak, Dumanlı ve Aköz kadar nefret eden Prof. Sami Selçuk’un Silivri’de tutuklu yatanlarla ilgili hassasiyeti vicdanının emrettiği adalet duygusundan kaynaklanmıyor mu sizce?..
İnsanlar vicdanlı oldukları için kötülük yapanları sevmiyorlar…
Ama yine insanlar vicdanlı oldukları için “kötü de olsa” şüphelilerin adil yargılanmalarını talep ediyorlar…
Ve insanlar; hiç kimseye zarar vermeden, kimseyi aşağılamadan, kimseye hakaret etmeden hak arayanlara saygı ve sempati duyuyorlar…
Tıpkı, Pınar Doğan Rodrik ve Dani Rodrik’e duydukları saygı ve sempati gibi…
Çünkü o iki genç insan vicdanlara sesleniyorlar…
Ve bunu yaparken de asla duyguları sömürmüyorlar…
adnanberkokan@gmail.com