Boş şeyleri tartışma üstatları!...
Tartışacaksak; yazarlarımızın nasıl yazdıklarını değil, ne yazdıklarını tartışalım…
Azizim ….. ……,
Bugün yazını okudum ve içimden
bunu yazmak geldi. Aferin! Pek çoktandır ki ben bu kadar öz, temiz
bir Türkçe okumamıştım.
O yazıda yalnız Türkçenin özlüğü,
temizliği yoktu, aynı zamanda yumuşaklığı, berraklığı, akarlığı,
şakraklığı ve yazarına mahsus yer etmiş bir üslubu
vardı.
Türkçesiz, Türkçe allameliği
satanlara, Türkçesiz münekkitleri topyekun
utandırıp susturacak bir hüner ve eser verdin.
Türedi değil, elli yıllık bir
Türkçü ve Türkçeci olmak sıfatıyla büyük bir dil gururuna ve gönül
heyecanına düştüğüm için bunu yazmaktan kendimi
alamadım.
Seni ve yazılarını severdim, artık
büsbütün ve daha çok seviyorum…
Sevgiler ve
tebrikler.
Bu mektup; bundan tam 60 (altmış)
yıl önce yazıldı…
Tarih: 7 Temmuz 1949
Yazan: Aka Gündüz…
Yazılan; Şinasi Nahit
Berker…
Ben de, üstadın, "Gazeteci
olunmaz, gazeteci doğulur" isimli kitabından
alıntıladım.
Şinasi Nahit üstadın nasıl yazdığını anlatmaya gerek var mı?..
Yok ama ben genç kuşaklar için
hatırlatayım…
“Bugün kimilerince, derinliği
olmadığı içine eleştirilen; üç kelime ile (bazen tek) cümle kuran yazarlar,
Şinasi Nahit Berker’in mukallitleridir” dersem sanırım anlatmış olurum…
Berker’den
sonra türün en başarılısı halen yazıyor…
Rauf Tamer…
Biz o dönemin yeni yetmelerinin en
çok (en kolay) okuduğu yazardı Rauf Tamer...
Bu hatırlatmalardan sonra; “Kısa
yazı” yeniymiş gibi davrananlara “Geçin böyle tartışmaları” demek
isterim…
Sait Faik; çok mu uzun cümle ile yazardı öykülerini?..
Ya Ahmet Rasim?..
En büyük özelliği kısacık
cümleleri idi üstadın…
“Derin” yazdıklarını zannedip, 300 kelimeden cümle üreten ama
hiçbir şey anlatamayanlara; Yılmaz Özdil gibi yazanları tercih
ederim…
Ama…
Onun “tarzını” tercih ederim;
kullandığı dili değil…
Siz hiç Rauf Tamer’in o yutulası
makalelerinde hakaret cümlecikleri okudunuz mu?..
Okumadınız…
Özdil, Coşkun
ve benzerlerinin en büyük hataları; eleştirirken,
hakareti de birlikte taşımaları sütunlarına...
Bazen kantarın topuzunu
kaçırmaları…
Ve bir de lütfen kabul edelim ki
çağımız, “hız” çağı…
Artık masalarda oturup uzun uzun
yemek yiyip sohbet etmek dönemi bitti…
Öğlen veya akşam yemekleri, kâğıt
poşet içine sıkıştırılmış, kasada ödemeyi yaptıktan en geç iki
dakika sonra elinize verilen yemeklerle
geçiştiriliyor…
Hatırlayın…
Çok değil; birkaç yıl önce
internete bağlanmak ne kadar zordu…
Girmek istediğiniz web sayfasının
adresini tıkladıktan sonra görüntü gelinceye kadar bir fincan
kahvenizi bitirirdiniz…
Sonra birkaç saniye içinde açılan
sayfalar dönemi, bir fincan kahve içimi beklediğimiz açılımlardaki
sıkıntıyı bile unutturdu...
Ve derken; göz açıp kapayıncaya
kadar karşımıza gelen sayfa dönemi başladı şimdi de…
Hız çağında, hızlı okuma
meraklılarına kolaylık getiren yazı tarzı sadece hoş değil, gerekli
de…
Ama yine de içeriğin, tarzdan
önemli olduğunu düşünüyorum…
Tartışacaksak; yazarlarımızın
nasıl yazdıklarını değil, ne yazdıklarını tartışalım…