Birinci yapamayacağım haber bülteni yok!
"Yetenekliler harcanırken moronlar çok iyi bir yerlere gelebiliyorlar" diyen Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil'den çarpıcı sözler....
Sivri dili ve kıvrak kalemi ile tanıyoruz onu... Hem Hürriyet gazetesinin yazarı hem de Star Haber'de Dündar'ın vazgeçilmez sağkolu...
Akif Beki ile yaşadığı polemikten, Hürriyet'e genel yayın olmasına... Star haberden medya dünyasına işte Akşam'dan Gülay Altan'ın Yılmaz Özdil röportajı....
Eleştirel üslubunuzdan medya da nasibini alıyor. En son
Akif Beki'ye 'Star Haber'de ofisboyluk bile yaptırmam'
demiştiniz. Medya hakkındaki konuşmalarınız bir tür Don
Kişot'luk mu?
Sorulduğu için eleştiriyorum. Bana
soruyorsunuz, ben de düşündüğümü söylüyorum. O konuşmada da
sordular söyledim. Mesleği, yanlış yapıyorlar düzeltelim ya da
benim dediğim doğrudur diye özel bir çabam yok.
- Ama size sorulmasının da bir anlamı olmalı... En çok
okunan köşe yazarlarından birisiniz, en çok izlenen haber
bültenlerini yapıyorsunuz.
İnsanlar eyyamcılık yapmayı
tercih edebilir ama ben gördüğümü yazıyorum, gördüğümü haber
yapmaya gayret ediyorum, sorulduğunda da cevap veriyorum.
- Akif Beki size köşesinden yanıt verdi. Okudunuz mu,
cevap yazmadınız?
Benim kişilerle bir sorunum yok. O
konuşmada da bizim mesleğimizin objektif değil sübjektif olduğunu
anlatmaya çalışıyorum. Örneği kendimden de verebilirdim. Ertuğrul
Özkök'e göre ya da Hürriyet'e göre ben yazarım ki beni almış ama
bir başkası için Yılmaz Özdil yazar olmayabilir. Sonuçta; bana göre
ofisboy bile olamayacak insanlar köşe yazarlığı yapıyor.
Gazetecilik, bize öğretildiği gibi objektif değil, sübjektif bir
meslektir. Kül tablası bir objedir. Fikir obje olabilir mi?
- Peki, bu sübjektif fikirlerin çerçevesinin
belirleyicisi kim olmalı; genel yayın yönetmeni mi, patronaj
mı?
Bilmiyorum, hiç düşünmedim. Ama gazeteleri ve
televizyonları sen ne yaparsan yap, sadece toplum şekillendirir.
İnsanlar alır ya da almaz. Seyreder, ya da seyretmez. Bunun hakimi
de, yargıcı da, savcısı da vatandaştır. Adam yazı yazar, çok
okunur; 'Ben Türkiye'nin en iyi yazarıyım' diye gezer. Yazı yazar,
okunmaz; 'E, bu toplum aptal anlamıyor' der. Bu iki yüzlülük bana
çok komik geliyor.
SANAT DEĞİL HABER YAPIYORUZ
- O zaman çok satan ve çok izlenen iyi midir? Ve böyleyse
eğer, reyting kavgasında her şey mubah mıdır?
Böyle
davranabilir birtakım insanlar. Ama neticede alıcı buluyor mu,
bulmuyor mu? Alıcı buluyorsa, biz onu beğensek de beğenmesek de bu
bir ihtiyaçtır. Bir edebiyat eserinden bahsetsek, böyle kaygılar
taşımayabiliriz. Çünkü sanat ille de toplum için yapılmayabilir ama
neticede popüler bir üründen söz ediyoruz; gazete veya televizyon.
Ve işin özünde ticari bir kaygı var. Olmadığını söylüyorlar ama bu
bir ticari üründür. Üstelik ömrü ekmekten daha kısadır.
- Peki, gazetelerin farklı görüşlerden yazarları bir arada
çalıştırma kaygısı, bahsettiğiniz sübjektifliğe katkı sağlar
mı?
Mecburiyet belki. Neticede biz hem Ortadoğulu hem
de Avrupalıyız. Bu bizim yemeklerimize de yansıyor, müziğimize de,
kişiliklerimize de; siyasetimize de yansıyor. E, gazetelerimizin
arabesk bir yapısının olması da normal. 1930'larda böyle değildi.
Sebeplerine bakmalıyız.
- Nedir sizce sebepleri?
Belki sosyologlar buna
daha iyi yanıt verebilir ama ben gazeteci gözlemime göre şöyle
açıklayabilirim: Medyaya çok seslilikle beraber, bir anda para ve
Türkiye'nin reklam pastasını taşımayacak sayıda gazete girdi. Bu
gazeteler için zaten ortada bir haber rekabeti varken özel
televizyonlar geldi. Zamana karşı yarışta yazılı basın dezavantajlı
konuma düştü. Onu telafi edebilmek için promosyonlara sarıldı.
Promosyonu daha iyi olan sattı, daha çok reklam aldı. Sonra
promosyona kısıtlama getirildi. Görsel basının travmasını
atlatamadan, internet medyası hayatımıza girince yazılı basın zaman
konusunda daha da dezavantajlı oldu. Haberde öne geçememe
kaygısıyla yazarlara sarıldılar. Türk gazeteleri dünyada olmadığı
kadar yazar barındırıyor. Birbirinden renkli insanlarız hepimiz.
Hep aynı çizgideki insanları barındırırsanız, tirajda tıkanma gibi
bir doğal sonuç oluşuyor, dolayısıyla her fikir yelpazesinden
insanı bünyede barındırmak gibi bir yol tercih ettiler.
- Siz Star Gazetesi'nde yazarsız ve çok satan gazeteyi
başarmıştınız...
O farklı bir hadiseydi. Bana göre
alanlarında en iyi olan insanlar yazı işleri kadrosundaydı. Biz
orada haberin anlatım diline farklılık getirmek istedik. O tür
gazeteye İngilizler 'broadloid' diyor, tam sayfa görünümünde
tabloid gazete. Patron ve Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge'nin
de tercihiyle yazarsız, haber ve fotoğrafı öne çıkaran bir gazete
formatı düşündük.
- Bu anlamda ilk oldunuz, neden böyle bir şey
yapıldı?
Türkiye'deki tüm gazeteler, anlatım dili
açısından Hürriyet'i takip eder. Başlık, alt başlık, spot. Bunlar
Günaydın Gazetesi'nin koyduğu prensipler ve bunu kimse aşamıyor.
Biz, bunu değiştirdik ve 1 milyon 270 bin net satışa ulaştık,
promosyonsuz ve yazarsız. O gazete, o zaman çalışan arkadaşların
herhangi biri olmadan tekrar yapılamaz, buna Cem Uzan dahil.
Başarısı anlatım ve sunumundaki farklılık ve özgürlüğüydü.
- Sizin attığınız çarpıcı başlıkların katkısı hala
konuşuluyor...
Teşekkürler ama hepsi benimdir demek
yanlış ve ayıp olur. Bu konuda çok çaba harcandı ama ben maalesef
egomu büyütmedim.
- Ben de biraz çaba gösteriyorum
ama...
Olmuyor, benim egom cüce.
MEDYA 'DEĞERSİZ-ÖNEMLİ'LERLE DOLU
- Medyada bu kadar egosu patlamış adam varken, 'cüce ego' ile
bu işler nasıl oluyor?
Bunu egosu patlamış arkadaşlara
sormak lazım! Burada başarı bir şans işi, gerisi hikayedir. Doğru
insanlarla doğru yerlerde bulundum, Allah'a şükür. Şanslıymışım
yani. Gerçekten çok yetenekli arkadaşların hak ettikleri yere
gelemediğini ya da gerçekten geri zekalı seviyesindeki moronların
çok iyi yerlere geldiğini görüyoruz. Bunun başka izahı yok; bu,
şans. Niye bu kadar rahat davranıyorsun dersen; çok severek
yaptığım bir meslek değil bu. Çünkü gazetecilik bir meslek değil.
Gazetecilik bir iş. Siyasetçilik, müteahhitlik ve gazeteciliği
herkes yapabiliyor. Herkesin yapabildiği bir şey meslek olmaz. İş
bu. İşimi iyi yapmaya gayret ediyorum. Başka bir iş de yapmış olsam
yine iyi yapmaya gayret ederdim. Gazeteci olayım ve gazeteci
kalayım diye bir kaygım yok.
- Hani bu meslek çok sevmeden yapılamazdı, kandırıldık
mı biz?
İş ama bu... Tabii işimi seviyorum ama bu
çalıştığım, karşılığında hayatımı geçindirmek için maaş aldığım bir
iş. Bu iş, başka bir iş de olabilirdi. Gerisi hikaye. Ben meslek
hayatım boyunca hiçbir şey talep etmedim. Televizyonculuk yapayım,
gazetecilik yapayım, insanlara fikirlerimi fışkırtayım gibi bir
iddiam yok. Bir işim var.
- Etrafta muhabirinden yazarına medyaya öyle veya
böyle el atmış herkes egosuyla dolaşırken, sizin başarılarınıza
rağmen böyle rahatça işinizi basitleştirmeniz, olanaksızmış gibi
geliyor...
Şimdi, 'değersiz-önemli' insanlar bizim işte
çok var. Baktığında önemli mi, önemli; tanınıyor. Bir yere
girdiğinde 'A, bak o gelmiş' diyorlar. Aslında salağın önde gideni!
Değersiz hekim olabilir misin? Değersiz avukat da olamazsın. Sistem
seni tasfiye eder. Değersiz taksici de olamazsın ama
'değersiz-önemli gazeteci' olabiliyor ve olmaya da devam ediyor; bu
çok komik bir şey. Bunları tasfiye etmezsek bu mesleği yapmaya
niyeti olan arkadaşlara ya da bizden önce bu mesleği hakkıyla
yapmaya çalışmış ama bir türlü hak ettiğini alamamış
ağabeylerimize, ablalarımıza haksızlık etmiş oluruz. Bu
'değersiz-önemli'lerin her fırsatta ifşa edilmesi ve defolup
gitmeleri lazım.
- Peki, o zaman siz ifşa edin.
E, isimler
ortada. Neticede buna vatandaş karar verecek. Ama adamı biliyorsun
ki dönek. Her geleni padişahım diye alkışlıyorsa bir adam, artık bu
fikirsel bir dönüşüm değildir. Fikirsel dönüşüme saygım var ama
yalakalığın, yağcılığın goygoyculuğun baş tacı edildiği bir başka
meslek bana gösteremezsiniz.
- Herkes 'yandaş medya'yı kendine göre tarif ediyor, sizin
bir tanımınız var mı?
Yurtdışına baktığımızda bunun çok
pırıltılı örneklerini görebiliriz. İngiltere'de bir gazete, seçime
24 saat kala 'ben şu partiyi destekliyorum' diye manşet atıyor. Bu
onur verici bir şey ve yandaşlık değil. Ama bir yanlışını görürse
önce o yazıyor. Bizde öyle değil; bile bile yazmıyor adam. Bu artık
gönüldaşlığı, fikirdaşlığı aşan bir şey. Organik bağın olsun ya da
olmasın iktidarın her dediğine doğru diyorsan, sen yandaşsın ve ne
o iktidara faydan olur, ne de topluma. Yoksa bir gazeteci AKP'nin
kazanmasını isteyebilir, bunu söylemesinde bir sakınca yoktur ama
iktidarın yanlışlıklarını, yolsuzluklarını yazmıyorsan kasıtlı
olarak; sen yandaşsın!
- Medyada tekelleşme...
Medyaya ne kadar
sermaye akıtırsanız akıtın tekelleşme mümkün değil. Çünkü herkesin
her şeyden haberdar olduğu günümüz dünyasında medyada tekelleşme
olamaz.
GAZETE YÖNETMEK ZOR ADAMLARIN İŞİ
- Eski kuşak köşe yazarlarının devrinin kapandığı ve yeni
kuşak köşe yazarlarının onların yerini alacağıyla ilgili
tartışmalarda kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Hangi
kuşaktasınız siz?
Nasıl yazdığımı hiç düşünmedim bugüne
kadar, hangi kuşaktayım bilmiyorum. Ama ben de bu kadar koca koca
adamların nasıl bu kadar kötü yazdıklarını merak
ediyorum.
- Siz de bu tasfiye sürecinin başladığına inanıyor
musunuz?
Ertuğrul Özkök'ün yazısı son derece açıktı.
İster istemez, kötü yazanlar bir şekilde tasfiye olacak. İnsan 60
yaşında olur ama son derece genç bir zeka ve algılama yeteneğine
sahiptir ama adam 20 yaşındadır aslında dinozordur. Ben yaşı genç
çok dinozor görüyorum. Siz görmüyor musunuz? 1.000 senelik
fikirlerden bahsediyor.
- Ertuğrul Özkök'ün yayın yönetmenliğini bırakacağına dair
köşe yazılarını nasıl buluyorsunuz?
Bir; bu
tartışmaları çok aptalca buluyorum. İki; Hürriyet Gazetesi'ni
yönetmek Türkiye'yi yönetmekten daha zor bir şeydir. Bunu 17
senedir başaran birinin zekasıyla dans ederken, insanın ortalama
bir IQ'ya sahip olması lazım.
- Hürriyet'i yönetmek ister
misiniz?
Hayır.
- Neden?
Niye isteyeyim ya... Zor bir şey Hürriyet Gazetesi'ni yönetmek.
Gerçekten zor bir şey, boru zannediyor insanlar. Yaaa, ben o kadar
çalışmayı seven bir insan değilim, gerçekten. Hürriyet en zoru ama
diğer gazeteler de kolay değil tabii. Genel yayın yönetmenliği zor
bir şey ve zor adamların işi. Ben öyle bir şey istemem.
- Gazeteyi elinize alınca; şu başlığı şöyle atardım demiyor
musunuz?
Hayır, böyle bir kurumsal aidiyet de
hissetmiyorum herhangi bir yere karşı. Bana ne adam ne başlık
atmışsa atmış!
- Bir yazı yazdınız ve bazı gazetecilerin karıştığı etik
olmayan işleri sıraladınız. Kim bu insanlar, neden isimlerini
yazmadınız?
Orada bir kavramdan söz ediyorum. Bu işi
yapanlar arasında bu tür insanlar var. O yazı sorulardan oluşuyor
ama onlar cevabı bilinen sorular.
- Kim biliyor cevapları?
Bilen biliyor.
Bilmeyen de bu işi yapanlar arasında bu tür insanlar olduğunu
biliyor artık. Okur olarak, okurken bunlara dikkat et diyorum.
ŞEREFSİZE 'ŞEREFSİZ BEY' DEMEN LAZIM
- Okur nasıl bilecek?
E, yazıları ya da yaptıkları
haberlerde açıkça belli oluyor. İsim vermeme bir korkaklıktan ileri
gelmiyor. Birincisi; isimlerle işim yok, sonuçta o gider başkası
gelir. Bu bir tip, bu tipler hep var. 1930'da da vardı 2030'da da
olacak. Bu tip insanlar bu işin içinde barınıyor. İki; AB'ye uyum
ayaklarıyla yasalar çıkardılar, artık sen şerefsize şerefsiz
diyemiyorsun. 'Şerefsiz Bey' demen lazım. Dolayısıyla isim
vermiyorum. Bir de şerefsize tazminat vermek istemiyorum. Şimdi
tazminatları da biz ödemiyoruz, patronun parasına yazık.
- Başbakan Erdoğan da 'bana sen deme, siz ve sayın de'
diyordu.
Yazdım ben, 'Sen Türkiye'sin büyük düşün'
diyor, sonra bana 'sen deme' diyor. Komik bu.
- Sayın tartışmasından önce de partisinin ismiyle ilgili
'edepsiz' çıkışı çok tartışıldı. Sizce Başbakan Erdoğan ne demek
istiyor?
Benim söyleyecek lafım yok demek istiyor
herhalde.
- Recep Tayyip Erdoğan, nasıl bir
başbakan?
Yanlış bir başbakan. Neticede bir başbakandan
benim beklentim, mevcudu da değil geleceği ve kendisini değil bu
toplumun geleceğini düşünen bir başbakan olması. Çocuklarımızı,
torunlarımızı düşünen bir başbakan olması lazım.
İZMİRLİ MEDYUM CELALETTİN CERRAH MI?
- 'Bir emniyet müdürü, çözülemeyen medyatik cinayet
nedeniyle İzmir'de medyuma gitmiş...' İsim vermeden yazdığınız bu
yazı nedeniyle
İstanbul Emniyet Müdürlüğü bir açıklama yaptı.
Ben bir
yazı yazdım; o yazıda ne şehir ismi var, ne de emniyet müdürü ismi
ama Celalettin Cerrah hemen açıklama yaptı... Her halde Celalettin
Cerrah'dı medyum.
- Celalettin Cerrah'ın Osmaniye'ye Vali olarak atanmasını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinagoglar patladığında
Letonya'daydı. Hrant Dink öldürüldüğünde Hollanda'daydı. Vali
olduğunda da İspanya'daydı. Uluslararası bir vali...
BİRİNCİ YAPAMAYACAĞIM HABER BÜLTENİ YOKTUR
- Haberleri Uğur Dündar sunmasaydı, aynı başarıyı
yakalayabilir miydiniz?
Bana göre, Türkiye'de her haber
bülteni birinci yapılabilir, yaparım. Ama Star Haber'de
yakaladığımız başarı, Uğur Dündar dışında birinin asla
yakalayamayacağı bir şey. Türk televizyon tarihinin reyting
rekorunu kırdık ve bu Uğur Dündar'sız olamaz. İnanılmaz bir güven
hissi var toplumda ona karşı. Bu güvene layık olacak bir cesaret
var bu adamda.
- Kim sunarsa sunsun birinci yaparım
diyorsunuz...
Uğur Dündar'ı geçemem, öyle diyeyim.
- Uğur Dündar olmasaydı, aynı ekiple kim sunsun
isterdiniz hazırladığınız haberi?
Uğur Dündar olmasa
çalışmam. Çünkü zaten bu iş yapmak istediğim bir iş değil. O
istediği ve onu kıramadığım için tekrar haberciliğe
döndüm.
- Tüm televizyonlarda gazeteci ve 60 yaş üstü anchorman'ler
haber sunuyor...
Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand ve Ali
Kırca'nın bu işi yapmasından onur duyuyorum. Keşke Mehmet Barlas da
bırakmasaydı. Gazeteci kökenlilerin ve yıllardır bu işi yapan
duayenlerin bu işi yapması hem iş açısından hem işi yapanlar
açısından iyi bir şey.
ŞOVENİST DEĞİLİM
- İzmir sizin için takıntı mı? Mutlu Tönbekici'yle İzmir
yazınız nedeniyle bir tartışmanız oldu.
O İzmirlilikle
ilgili değil, siyasi bir yazıydı. Bugün İzmir'de AKP'ye oy vermeyen
vatandaşın duruşu neyse, Diyarbakır'da ya da Çorum'da AKP'ye oy
vermeyen vatandaşın durumu aynıdır, onu anlatmaya çalıştım o
yazıda. 'İzmirliler diğer şehirlerden üstündür, İzmirliler müthiş
insanlar' diyen bir yazı değil. İzmirlilikle ilgili yazar mıyım?
Yazarım yani... Öyle özel bir takıntım yok.
- Yazılarınızdan anladığım kadarıyla Atatürk'e karşı
özel bir tutkunuz var...
Kemalistim.
- Şovenist misiniz?
Diyen arkadaşların fikrini
değiştiremem. Ama onların söylediği manada değilim.
ÇALIŞIRKEN ÇİRKİNLEŞEBİLİRİM
- Star Haber'de sıfatınız nedir?
Yok. Herhangi
bir sıfatım yok.
- Nasıl yani?
Yok. Kadrom Hürriyet'te.
Uğur Dündar 'Bana destek olur musun' dediğinde, önce Ertuğrul
Özkök'ten izin istedim. İzin verdi, geldim. Elimden geldiğince
katkı sağlamaya çalışıyorum.
- Uğur Dündar'la hemfikir olmadığınızda kimin dediği
oluyor?
Uğur Dündar'ın tabii ki. Star Haber'in tek
patronu vardır. Ama fikirde uzlaşmadığımız gibi bir şey de doğrusu
yaşamadık velev ki yaşasak onun dediği olur, bülten onundur. Uğur
Dündar bu haber bülteninin anchorman'i değil
ki. Tüm gün bizlerledir, çalışır.
Personelden sonra çıkar, tam bir kaptandır. Tek karar verici
kendisidir.
- Siz ne yapıyorsunuz o zaman?
Burada çok
değerli arkadaşlarımız var. Biz, oturup konuşuyoruz. Herhangi bir
editör arkadaşın katkısından fazla değildir katkım.
n Haber merkezlerinde, genelde ekip olarak gidilir veya
kalınır.
Biz kabile değiliz, bir yere giderken kendi arkadaşlarımızı
götürelim. Hepsi bizim arkadaşımız. Herkes neticede evine ekmek
götürmeye, mesleğinde ilerlemeye çalışıyor.
- Sizinle çalışmak kolay mı?
Bunu arkadaşlara
sormak lazım ama çok pislik bir adımımdır çalışırken.
- Ağlatır mısınız?
Mide kanaması
geçirenler var. İş yapıyoruz özünde. Bizden beklenen bu haber
bülteninin saygın olması, beraberinde izlenme oranlarının iyi
olması. Bunu sağlayabilmek için bazen çirkinleşebiliyoruz
arkadaşlarımıza karşı.
KÖŞELER BABAMIZIN TARLASI DEĞİL
'Popüler
yazmayı seviyorum. Yazmak istediğim olayla ilgili bir düşüncem var
ve bunu bir kelimeyle de bir tam sayfada da anlatabilirim. Yazarım,
ne kadar gelirse o kadardır. Kısa ya da uzun diye bir tavrım yok.
Ne anlatmak istiyorsam onu anlatıyorum. Ne söylemek istiyorsan onu
söyle bana kardeşim; uzatma... Çünkü gazetelerin sütun-santimleri
değerli. Bunlar babamızın tarlaları değil. İkincisi gazetelerin
okunma süreleri var. Emekli ve işsiz insanların haricinde 20
dakikadır bir okurun gazeteye ayırdığı süre. Bu adam 20
dakikanın 15 dakikasını niye
sana ayırsın Allah'ın salağı! Sen yazıyorsun destan; üstelik berbat
yazıyorsun; sonra beni okumuyorlar diye üzülüyorsun. Niye okusun ki
seni? Kelimeleri tasarruflu kullanma konusuna gelince o da benim
yıllardır gazetelerin yazı işlerinde çalışmış olmamdan kaynaklanan
bir el melekesi diyelim. Sonuçta bir haber geliyor, sen onu iki
veya dört kelimeyle manşet yapıyorsun. Yazarların çoğu mutfaktan
gelmediği için bunu anlamaz.'