Birgün yazarı: 'Elini ovuşturarak bekleyen varsa boşuna beklemesin'

Yaklaşık iki buçuk yıldır BirGün okuruyla buluşan yazar, gazeteden ayrıldı.

BirGün gazetesinde röportajlar yapan Ömür Şahin Keyif, gazeteden ayrıldığını duyurdu.

Yaklaşık 2,5 yıldır BirGün'de görev alan Ömür Şahin Keyif, bir süre yurt dışında yaşayacak.

BirGün'de bugün, veda yazısı yayınlanan Keyif, "BirGün'e veda ediyorum. Bir süre yurtdışında olacağım. Elini ovuşturarak bekleyen varsa boşuna beklemesin" dedi.

Daha önce çalıştığı Akşam gazetesini de veda yazısına taşıyan Keyif, Akşam'ın ardından BirGün'de çalışmanın kendisini 'şaşırttığını' belirtti.

İşte, Keyif'in veda yazısı:

Bir 'persona non grata' hikâyesi: Herkese BirGün gerekir bir gün

Bir konuşup iki susan, patronlarının çıkarlarını gözeten merkez medyanın bir alternatif olamayacağına o günlerde karar vermiştim. Sonrası BirGün...

Uzuncadır aklımda olan bir yazı bu ve herhalde elim yazmaya varmadığından epeydir geciktiriyorum. Yaklaşık iki buçuk yıldır farklı sayfalarında buluştuğumuz BirGün'e veda ediyorum. Bir süre yurtdışında olacağım. Elini ovuşturarak bekleyen varsa boşuna beklemesin. Benim vedam, şimdilerde moda olan prim toplama amaçlı mağduriyet 'şekil'lerinden değil. Aksine benim gidişim değil, gazeteye gelişimin kişisel tarihimi aşan bir anlamı olabilir. Çünkü BirGün, mesleğe küstüğüm bir noktada yeniden sarıldığım umudun kavuştuğum huzurun adıdır benim için.

TMSF'nin el koyduğu Akşam'dan ayrılırken, bu ülkede bu işin yapılmayacağından emindim. Çok üzülerek, mesleği bırakmaya karar vermiştim. Bunun tek bir nedeni yok. Akşam'a el konulması sonrası gazetenin bir gecede AKP'nin basın bültenine dönüştüğüne tanık, manşetlerini okuyamaz olduk. Şimdi, yandaş gazetelerin söylediği yalanlara bakıp gülerken, aklımın bir köşesinde, o gün orada çalışan benim ve birçok arkadaşımın o gazeteyi elimize alamayışımız duruyor. Benimki utançtandı. O utancı bir de AKP'nin adamları gazeteye geldikten sonra başlayan arkadaşını satma/göze girme yarışına tanık olduğumda yaşayacaktım. Hızlı bir sirkülasyon yaşanıyordu. Gidenler ve yerlerine gelenler...

Sadece içeride değil içerikte de bir çürüme yaşanıyor, örneğin (O sırada kültür sanat bölümünde çalışıyordum) yabancı gruplarla yaptığım söyleşilere burun kıvırılıyor, ‘Bizden bir şeyler yap!..’ uyarıları geliyordu. Orada yaşama şansım olmadığını haber veren alarmlardan biriydi bu; zira çok iyi tanıyordum. En son duyduğumda iktidarın ilk önce üzerine çöktüğü kurumlardan birinden ayrılmak zorunda kalmış, aylarca iş bulamamıştım. Ben yaşananlara yalnızca iki ay gibi bir süre tahammül edebildim, sonrasına dair bildiğim ise durumun gittikçe vahimleştiği, üzeri kapalı uyarıların alenileştiği.

Gezi’den sonra haysiyetim korku boyunu aşmıştı ve aşılan korku eşiğinin sadece sokaklara dair olmadığı aşikârdı. Gözüm ne borcu harcı ne faturayı görmüştü. Çünkü orta yol kalmamıştı. Asıl muhasebe, borçların nasıl ödeneceğine dair değil de onların yayın organında çalışarak çocuklarımızın katilleriyle ortak olup olmayacağıma dairdi artık. Bir konuşup iki susan, patronlarının çıkarlarını gözeten merkez medyanın da bir alternatif olamayacağına karar vermiştim.

Sonrası BirGün… Şimdi uzaklardayken gözümden akan yaşın sebebi…

İlk tanıştığımızda beni şaşırtmış hatta alışkanlıklarımın dışına çıkarak beni zorlamıştı. Yıllarca otosansürü mesleğin bir gereği gibi öğrenmiş olduğumla yüzleştim. Düşündüğüm gibi yazmak çok da kolay olmadı, duraksadım. Baskı saatinde seslerin yükselmesine alışık olan kulaklarım, yazı işlerine girip bağıracak birini aradı, bulamadı. Hiyerarşinin yerine dayanışma konmuş, benim içselleştirdiğim sistemin o kapıdan girmesi yasaklanmıştı. Aynı dayanışma rekabetin de yerini almıştı. Kimse kimsenin kuyusunu kazmıyor, göklere çıkarmaktan korkmuyordu.

İktidar, patron, reklam ilişkilerinden bağımsız, özgürce haber yapılıyor, gerçeğin peşinde koşan bu yerde halkın haber alma hakkı için maddi manevi bedel ödeniyor, yalnızca daha iyi bir gazete yapabilmek için canını dişine takan gazeteciler, bu bedelden popülarite damıtmaya falan da kalkmıyordu. BirGün bir terbiyeydi ve herkese bir gün gerekliydi.

PERSONA GRATA!

BirGün'deyken bana ne zaman biri 'çok çalışıyorsun' dese 'ben bu mesleği yapamamanın ne demek olduğunu biliyorum' diye karşılık verdim. Bu iktidar benim uğruna çok çaba sarf ettiğim, kendimce madi manevi bedeller ödediğim gazeteciliği elimden almaya kalktı. BirGün ise bana mesleğimi geri verdi… Abartmadan söylüyorum, BirGün bana hayatımı geri verdi, İstenmeyen insan olmanın ne demek olduğunu çok hem de çok iyi biliyorum, bunu sadece Akşam örneğinde yaşamadım çünkü... Ama istenen insan olmayı ilk kez tattım. Bizi kimlerin istemediği belli, anladım ki önemli olan kimlerin istediği. Önemli olan 'persona non grata' olmak değil 'persona grata' olmak yani...

Bugün gerçekleri söylediği için iktidarın hedef tahtasına oturttuğu, üzerinde onlarca dava ve soruşturma olan BirGün işte bütün bu sebeplerle yılmıyor, her geçen gün daha iyi bir gazete olarak karşınıza çıkıyor, okuyucudan daha çok ilgi görüyor.

Her şey çok daha iyi olacak, biliyorum; çünkü dedim ya BirGün, ‘bitti’ dediğim bir noktada yeniden sarıldığım umudun, kavuştuğum huzurun adıdır benim için; yüzümdeki gülümsemedir, fazla kişisel olmayacaksa, depresyonun yakamı bırakışıdır. Beni yeniden iyiliğe inandırmıştır. Herhalde o yüzden bana öyle geliyor, birileri davalar ve tazminatlarla elimizden her şeyimizi alsa, gazeteyi Hababam Sınıfı’nın ormandaki dersi gibi inançla yapar, vicdansız para babalarına karşı ‘Bak Beyim’ der, elimizi masalara vururuz…

Haberleşeceğiz…