'BirGün patronsuz ama sahipsiz değil'
BirGün gazetesi Yazı İşleri Müdürü, "BirGün patronsuz ama sahipsiz değil" yorumunu yaptı
BirGün Gazetesi patronsuz, sömürüsüz, eşitlikçi bir dünya, başka bir dünya isteyenlerin sesi olarak patronsuz bir gazete olarak doğdu. İnsanhaber.com sitesi, patronsuz gazetenin Yazı İşleri Müdürü Barış İnce ile BirGün'ü, eleştirileri, daha iyi bir BirGün için yapılması gerekenleri konuştu. İşte o röportaj:
-27 yaşında BirGün’e yazı işleri
müdürü oldunuz riskli değil miydi kurum açısından? Size en çok kim
güvendi?
Ben o dönemde gazetede haber müdürlüğü görevinde bulunuyordum.
Yazıişleri Müdürümüz görevini bıraktığında yönetimdeki
arkadaşlarımız dışarıdan bir gazeteci bulmak yerine içeriden terfi
yoluyla süreci götürmek istedi. Zaten transfer yapacak paramız da
yoktu işin gerçeği. Bir de o dönem liberallerle ulusalcılar
arasında solun sıkıştığı bir dönemdi. BirGün de siyasi rotasını
koruma noktasında çizgilerini net çekmek durumundaydı. Benim gibi o
dönem genç olan bir solcunun, devrimci değerleri koruma noktasında
daha diri olacağını düşünmüş olabilirler. Bana o dönem en çok
güvenen isim yönetim kurulu başkanımız İbrahim Aydın’dı. Yüzünü
kara çıkarmadığımı düşünüyorum.
-BirGün o dönemlerde hep
kapanacak söylentileri yaşayan bir gazeteydi. Maddi durumu kötü mü
hala?
Gazeteler kâr eden kurumlar değil. Kâr etme beklentisi olan varsa
bu işe girmesin. Ama şu anda ilk dönemdeki gibi borç biriktiren bir
kurum değiliz. Gezi’den beri kendi yağımızla kavrulabiliyoruz, yeni
projeler de üretebiliyoruz. Eski borçlarımızdan da kurtulabilsek
elimiz daha rahat olacak. Borçlarımız yüzünden hâlâ desteğe ihtiyaç
duyuyoruz yani.
-Gezi’den sonra BirGün manşetleri
çok konuşuldu. Ama kimi sosyal medya çevrelerinde de gazetecilik
açısından sıkça eleştirildi. Sizden herhangi bir yorum almadık. Siz
neden konuşmadınız?
O manşetler gazetenin manşetleriydi ve kimin attığı önemli değildi.
Çok konuşulmaya başladıktan sonra insanlar merak etmeye, isim
sormaya başladı. Kamuoyuna isim söylemedik bilinçli olarak. Bu
kolektif ruhu zedeler. Fakat beni tanıyan kimi isimler arayıp
eleştiriyordu. Hatta “beyinsiz” olduğumu düşünenler/söyleyenler
bile oldu. ÇGD manşet ödülünü aldıktan sonra, deklare etmiş oldum
kimliğimi. Sonra tekrar geri çekildim. O arkadaşlar sanırım yapmaya
çalıştığımız şeyi anlamadılar. Onlardan etkilenip kendi
çalışanlarımız içinden kızanlar, hoşnutsuz olanlar da oldu. Kendi
içimizde konuştuk bir şekilde çözüldü ama bunu dışarıya yansıtmak
istemedim. O dönem herkes en iyi dönemlerimiz olduğunu zanneder ama
benim yaşantımın en kötü günleriydi.
-Gezi’yi BirGün’ün çehresindeki
değişimin miladı olarak görüyor musunuz?
Aynen öyle… Öncesinde daha dar, polemikçi bir dilimiz vardı.
Gezi’den sonra tüm muhalif kitlenin arzularını, taleplerini dilini
anlama yolunu seçtik. Daha içeriden bir dil kurarak yazdık
haberlerimizi. Erdoğan’a karşı yükselen tepkinin taşıyıcısı olduk.
Sürekli kendimizi yenilemeye, sayfalarımızı çevremize açmaya
çalıştık. Bu süreci Ece Temelkuran döneminde bir Veda kampanyasına
dönüştürdük. Eski alışkanlıklarımıza, dar kalıplarımıza veda… Bu
ilkelerden taviz değil, bizi almaya başlayan ve solla yeni tanışan
kitleye kendimizi daha iyi anlatabilmenin çabası idi. Kendi kendine
çalıp söyleyen, sadece kendisinin anladığı bir iç dil geliştirmiş
solun ufkunu açmaktı. Biz solcu olduysak Gezi komünü gibi bir ülke
hayal ettiğimiz için olduk. Kendi kendimize kuş diliyle konuşmak
için değil.
-'Biz de babaannemizi evinde zor
tutuyoruz', 'Berkecan sevgili yapmış amirim' gibi manşetler atıldı.
Hatta BirGün manşetleri foto-galerileri yapıldı… ‘Pop- manşet’
diyenlerden de oldu, bu eleştirileri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Evet ListeList diye bir site galeri yaptı. Çok güzel hazırlamışlar
epey güldüm. Biz de takvim ve rozet yapmıştık epey ilgi görmüştü.
Şöyle düşünün… Hiçbir reklam olanağınız yok. Gazeteniz bakkalarda
bile gözükmüyor. Sizi okuyan ve bilen 7 bin kişi var. Dışarıda ise
sokaklara çıkmış milyonlar var. Siz onların gazetesi olduğunuzu
iddia ediyorsunuz, bunun için bedel ediyorsunuz, muhabirleriniz
hapse giriyor ama kitlenin sizden haberi yok. Ne yapardınız? Nasıl
kendinizi farkettirebilirdiniz? Birinci çoğul kişi ile “biz”,
“babaannemiz”, “çapulcuyuz” söylemleri ile gazeteciliğin
kalıbını yıkmak pahasına direnişin içinden bir dil kurduk. Çünkü
bizim arkadaşlarımız direnen çocuklardı, oradaydı. Bir
arkadaşa o dönem şunu söyledim: “babaannesi hayatta olanlar
öncelikle okuyacak bu gazeteyi” Bunun iki nedeni var. Hem direnişe
rengini veren kitlenin genç olması hem de sol sekterlikten
kirlenmemiş olmaları. Önceki kuşak, “BirGün filanca çevrenin
gazetesi” deyip geçiyor. Bu da hastalıklı bir bakış… Örneğin ben o
filanca çevrede doğmadım. Ne anam ne babam o çevreye mensup. Solcu
oldum, bakındım, en makul onlar geldi, örgütlendim. Bu kadar sekter
bakılmaz ki hayata. Neyse… Daha sonra Gezi’deki babaannesi hayatta
olan o çocuklar, babalarını hatta ninelerini BirGün’le tanıştırdı.
Bu yeni dille yakaladığımız okuru yeni yazarlarla, eklerle tutmaya
çalıştık. Yolsuzluk operasyonu döneminde ise ana mevzu cesaretti.
Bu konuda da en ileri biz olabilirdik çünkü patronumuz yoktu.
Tapeleri tam sayfa bastık. Böylece 40 yaş üstü kitleye de ulaştık.
Eleştiri yapanları ikiye ayırıyorum. Birincisi iyi niyetle,
gazeteciliğin katı ilkelerini savunmak adına eleştirenler. Öyle
görüp öyle algılıyorlar ve saygı duyuyorum onlara. İkincisi ise
farklı çıkar beklentileri ya da kompleksleri olan, sağda solda
ortamlarda duydukları ile kendilerini sosyal medyada parlatmaya
çalışanlar. Bu tayfaya malzeme vermemek için bugüne kadar
konuşmadım, yanıtı halk verdi, dönüp bir özür dileme zahmetine
zaten girmediler.
-'BirGün haber yapmıyor, Sözcü
gibi tavır yaptığı için satıyor' gibi eleştiriler var. Buna ne
diyeceksiniz?
Bazı ezberler vardır insanı rahatlatır. Bu da onlardan birisi
bence… Kızlı erkekli mevzusu çıkmış, haber merkezinden gelen habere
göre polis, Erdoğan’a yaranmak için evleri gözetleyip kimin kızlı
erkekli kaldığına bakacakmış. Ertesi gün diğer gazeteler “polis
evleri gözetleyecek” diye verdi haberi. Biz de aynı haberi
“berkecan sevgili yapmış amirim” diye verdik. Yine 17 Aralık
dönemi, Başbakan’ın havuz medyası ortaya çıktığı gün savcı
iddianamenin üzerini örtüp basına yasak getirmişti. Bu haberi
girmeliydik ama yasak vardı. Biz de “Birisi kendine bir kanal
kurdu, öbürü bir davanın üstünü örttü” diye şifreli manşet yaptık.
İnsanlar sokaklara astı. Bunlar haber değil mi? Haftalardır bir çok
özel haber yapıyoruz, Mustafa Sönmez yazdı geçen gün BirGün
diğer gazetelere manşet hediye veriyor diye. Ama birileri sürekli
BirGün’de haber yok ezberi tekrarlıyor. Bu ezber insanları
rahatlatıyor olsa gerek. Rahatlarını kaçırmak istemem ama biraz
yaratacılık da lazım hayatta… Gezi’deki duvar yazılarına baksalar
bunu anlarlar.
-BirGün genç bir dil kullanmaya başladı ancak kurucu
çevresi genellikle 1980 öncesi devrimciler değil miydi? Onlardan
tepki görmediniz mi?
Aksine çok sahiplendiler. Çünkü onların kaygısı kendilerini
parlatmak değil, halkı örgütlemek. Halka ulaşıp doğru şeyleri
cesurca söyledikten sonra neden sorun olsun ki? Bence bu ülkede
BirGün’ün kuran, yaşatan topluluk kadar gençlerine güvenen bir
topluluk daha yoktur. Onlardan kötü bir şey duymadım. Kimlerden,
hangi lobilerden, kötü şeyler duyduğumu az çok tahmin
edersiniz.
-BirGün’ün patronu kim?
“Patronsuz gazete” sloganı gerçek mi? Arkasındaki güç
ne?
Patronsuz evet. Ama sahipsiz değil. Ortada sermaye koyan, para
veren kimse yok. Kendi kaynakları ile yaşamaya çalışıyor. Ama
sokaklarda satan, afişini asan, sıkıştığında kampanyalar
düzenleyen, omuz veren insanlar var. Bunlar da Türkiye’nin devrimci
demokrat geleneğinden gelen insanlar, yani solun ana damarı…
-Tüm muhalif gazeteler maddi
imkânsızlıklarla kapanırken BirGün nasıl büyüdü?
Yukarıda saydığım araçlarla ulaştığımız okuru, abonelik
kampanyaları ile, sayfalarımızı-eklerimizi güçlendirerek ve yeni
yazarlar katarak tutmaya çalıştık. Zamanın muhalefet ruhu olan
cesaret-mizah-gençlik, bizim habercilik dilimizle örtüştü ve
sonuçta böyle bir enerji açığa çıktı.
-Kağıt baskı bitiyor mu sizce de?
Teknolojiye karşı durmak imkansız. İnsanlar kağıt baskı yerine
akıllı telefonları tercih ediyor bu bir gerçek. Ama burada “kağıt
bitti” deyip gazete kapatmak şu an biraz abartı. Biz ticaret değil
gerçekleri söyleme peşindeyiz. Bunun için kağıt baskı da dahil
zarar etsek bile gücümüz yettiğince tüm araçları kullanmak isteriz.
Bence gazeteciler bu konuya kafa yorup kağıt baskının değerini
artırabilirler. Sanal ortamdaki bilgi denizinden süzülmüş,
güvenilir bir kaynak haline gelebilir gazeteler. TV ilk çıktığında
her şeyin oradan öğrenilebileceği zannedildi ama kitap bitmedi. Bu
da onun gibi…
- Gazetede hep gençler mi çalışıyor?
Tecrübe sorununu nasıl aşıyorsunuz?
Hemen hemen en yaşlıları benim editöryal tarafta. Bu tabii sorun
oluyor kimi zaman. Ama öğrenmeye açık, zeki ve birbirine bağlı bir
ekibimiz var. Bu ekibi bir araya getirmek kolay olmuyor. Hepsinin
farklı yetenekleri var, eksikleri de var. Önemli olan kimlikli bir
takım kurup onu yönetebilmek. Çok sosyal olan arkadaşımız yeni
ilişkiler yakalarken, daha tertipli olan arkadaşımız sayfalara özen
gösterecek. Bir gazetecinin çevre meselelerine ilgisi varsa onun
önünü alabildiğine açacaksın, özgürlük alanı tanıyacaksın mesela…
Müdahale etmeyeceksin ama kimlik aşılayacaksın. Gelip o ekibi
dağıtıp dışarıdan sükse transferler yapmak kolay. Ama o zaman
kimliği olan bir takım olamazsınız. BirGün değil başka bir şey
olursun. İstediği kadar dışarıda marka isim olsun gazetenin ruhuna
uymayan verimli olamaz.
- Yazdıklarınız çok okunuyor,
paylaşılıyor gençler tarafından. Genç kalemler parlayan isimlerden
birisiniz. Değişik bir üslubunuz var. Ancak aylarca yazmadığınız
oluyor neden?
Son 9 ayda 4 yazı yazmışım toplamda. Ondan önce Gezi’de 5 yazı
yazdım. Evet çok okundu paylaşıldı, beni kitlelere tanıttı. Ama ben
köşe yazarı değilim arada aklıma geliyor yolluyorum. Bu kadar az
yazmama rağmen birileri, “Barış İnce gazetede kendisini parlatıyor”
dedi. Ben böyle şeylerden aslında çok utanırım ama çaktırmamaya
çalışırım. O yüzden soğudum. Köşe yazarı ve twitter ahalisi çok
acımasız. Kendileri dışında genç birinin ana akımda tanınmasına
hemen öfkeleniyorlar. Ben haberlerimin yüzde 90’ını müstear isimle
yapıyorum sadece gazetedekiler adını bilirler. Basın kartı için ya
da dava açılacağı kesin olan haberlerde imza atıyorum, başkası
zarar görmesin diye. Belki bunları takmamayı da öğreneceğim ama
zamana ihtiyacım var belli ki…
-Sözlük sitelerinde kavgacı,
agresif gibi yorumlar yapılmış hakkınızda. Bunların kaynağı
ne?
Her insanın çocukluğu farklı, karakteri farklı, yaşadıkları
farklı... Ben sürekli bağıran çağıran bir adam değilim. Kafada
kuran, küsme huyu olan, kimi zaman kin tutan bir tipim. Çocukken
hiç kavga etmezdim mesela. Sonradan kin tuttuğum insanlara karşı
agresifleştim, kavga da ettim doğru… Ama iş yerinde kimseye
bağırmam, sesimi yükseltmemeye çağırırım. Bu yorumların kaynağı
beni tanıyanlardan değildir. Tamamen girdiğimiz siyasi
kavgalardandır. O da o dönemki anlayışıma göre doğruydu.
- Bir eylemde elinizde taşla
görüntülendiniz. Bunu da savundunuz. Edward Said’in taş atan
ünlü fotoğrafı geldi aklımıza... Bunu gazetecilik tavrınız
açınızdan değerlendirir misiniz?
Edward Said ile adımı yan yana bile koyamam. O çok büyük bir isim.
Haddim değil. Ben bir eyleme gittim, polisle çatışma çıktı,
gençlerle barikat kurma işine girdim. “Kaldırım taşlarının altında
kumsal var” dendi, bir bakayım dedim. Gazeteci olarak gitsem
oraya, bu yaptığım etik olmazdı. İnternet yasaklarına karşı genel
çağrısı yapılmış bir eylemdi, her yurttaş gibi ben de bir basın
açıklaması olacak diye gittim ama polis saldırdı. Üstünüze ormanda
ayı koştursa, geri gitsin diye taş atarsanız!
-Tekrar manşetlere dönersek,
başlığa nasıl karar veriyorsunuz?
Toplantı yapıp konuyu belirliyoruz. Nereden hangi noktadan manşete
bakacağımızı belirliyoruz sonra başlığı atıyoruz.
-Sizden başka kimse manşet
atamıyor mu? Bu konuda antidemokratik olduğunuz dedikoduları da
var…
Herkesin bir görevi var. Ben editörlerin sayfalarına, siyasi ya da
ilkesel olarak çok büyük bir hata yoksa müdahale etmem. Onların
hazırladığı haberler doğrultusunda birinci sayfayı hazırlıyorum.
Onlar da başlığa müdahale etmez pek. Ben yokken sayfayı haber
müdürüne emanet ediyorum o atıyor başlığı. O da yoksa editörler
sırayla atabilir. Bu kadar büyütülecek bir şey yok. Şimdilik
gazete, birinci sayfamızdan memnun, yarın memnun olmazlarsa başkası
yapar. Yani bu soru biraz acayip. Çaylarımızı yapan Metin Abi’ye
“senden başka kimse çay yapamıyor mu da hep sen yapıyorsun” gibi
bir soru bu. Görev bölümü yapmışız bu görev bana verilmiş. Yarın
başkasına verilir. Menşetler konuşulur olduktan, gazete
popülerleştiken sonra çıktı bu da…
-BirGün için “twitter
fenomenlerini topladı” gibi eleştiriler de yapılıyor buna ne
diyorsunuz?
Bu işte en acayip eleştiri bence. Haftada bir gün mizah sayfası
yapıyoruz. Orada da sosyal medyada espirili kişiler bir şeyler
yolluyor. Bu kadar… Hem diyorlar “kağıt bitecek her şey sosyal
medya”, biz “sosyal medya ile bağ kuralım” isteyince de kızıyorlar.
Ben anlamadım ne istiyorlar. Kağıdı da beğenmiyorlar, sosyal
medyayı da… Bir yazarımız var yeni genç bir kalem… İsmi Hakan Demir
daha çok twitter’dan @suyorumcusu olarak tanınır. Bu isim bizim
gazetede yazıyor diye kıyamet koptu. Bu kişi yayınevinde editörlük
yapan, edebiyatçı olabilecek parlak bir genç… Fırsat verin birazcık
şu gençler de kendisini göstersin. Başarısız olursa zaten hayat onu
unutur ama fırsat verelim. Ne büyük egolarımız varmış, ne büyük
“ben”lerimiz varmış… BirGün bu gençlere destek olmazsa kim olacak?
Köşe yazarlığı denen şey ilelebet birilerinin tapulu malı mıdır?
Gazetecilik sadece bir kaç “duayen”in dakika başı proje ürettiği
bir alan mıdır? Muhalif kalem olmak Doğan Grubu’nda ağlak ağlak
yazılar yazıp sonra twitterda BirGün’e laf etmekten mi
geçer?
-BirGün’den kimler geldi kimler
geçti diye baktığımızda Mehmet Metiner, Melih Altınok, Roni
Margulies ve bazı liberalin BirGün’de yazmış olmasını hangi
konjonktüre bağlıyorsunuz?
Solun tarihi boyunca kimler savrulmadı, kendisini düzene satmadı
ki… BirGün’ün tarihi solun tarihinden bağımsız değildir. Şimdi
bakıp “10 sene önce de bu sizde yazıyordu” diye eleştiri getirmek
kolay. Sisteme karşı olmak kolay değil Pek çok kişi buna heves eder
ama parayla, pulla, düzen içi kliklerin etkisiyle bu yoldan döner.
BirGün’de bu isimler ne yazıyor, şimdi ne söylüyor bir bakın. Şu an
çok beğendiğiniz kimi yazarların, siyasetçilerin 5 sene sonra
bambaşka yerlere savrulmayacağının garantisi var mı? Biz de MİT
gibi yalan makinesi mi alalım gazeteye?
-BirGün haber çeşitliliği ve
analiz değerlendirme eksikliklerini ‘sosyal gazetecilik’ Yurttaş
Gazeteciliği yoluyla gideremez mi? Böyle bir ağ gazeteye olan
talebi de artırmaz mı?
O konuyu hep tartışıyoruz ama çok uygulanabilir gözükmüyor. Oradan
gelen haberlerin çok iyi bir süzgeçten geçmesi gerekir. Bizde bunu
yapabilecek kadro yeterli değil. Yerellerde bazı kişisel sıkıntılar
haber kılıfı ile yollanabiliyor. O bölgeyi iyi bilmezseniz yalan
haber yapma riskiniz oluyor. Bizim de her yere hakim olma şansımız
yok. Kulağa çok hoş gelen bir şey ama uygulamada sorunlar çıkıyor.
Biz de şu an okurlarımızdan bazı güvendiğimiz isimlerle ve yerel
gazetecilerle bu sorunu aşmaya çalışıyoruz.
-BirGün’e yönelik eleştirileden
bir tanesi de ÖDP’nin hayatı ve eylemlerine koşut değişim
gösterdiği yolunda, BirGün’ün yazar çizer ekibi ÖDP süreçlerinden
etkilendi mi?
ÖDP’nin yaşadığı sıkıntılar tüm solu etkiler. Çünkü solun gövdesini
oluşturan topluluk şu an ÖDP’de. 2000’den önce de sol içi
tartışmalar hep ÖDP üzerinden gelişmişti. Biz solda
ulusalcı-liberal kamplaşmalar olduğu dönemde gazete olarak devrimci
değerleri koruma noktasında pozisyon aldık. Bu da haliyle ÖDP
tartışması gibi göründü.
-Mayıs ayında Özgür Politika'nın
internet sitesinde Selahattin Erdem Mahlasıyla Duran Kalkan’ın
tehdit dolu yazısına Devrimci Yol, ÖDP, ve BirGün adına yanıt
verdiniz; BirGün 1980 öncesinin demokrat gazetesiyle tarihsel
akrabalık mı kuruyor?
Ben ÖDP’nin parti meclisi üyesiyim, sözcüsü değilim. ÖDP üstü
kapalı tehdit edildiğinde, önümüzden çekilin dendiğinde, bir
partili olarak üzüldüm ve Facebook’a bir ileti yazdım. Bu insanlar
yıllarca batıda Kürtlerin linç edilmesine karşı gövdesini siper
etti, sendikalarda KCK davalarında tüm güçleriyle BDP’nin yanında
durdu, gazeteleri, yayınları o şekilde davrandı diye. Biri medya
sitesi “Devrimci Yol adına Barış İnce’den yanıt” diye vermiş. Benim
buna ne yaşım yeter ne de haddim. Solun geçmişi ile tarihsel
bağımız var evet. Tarihsel sürekliliğe inanıyorum. Solun mirasını
sahiplenen bir gazeteyiz. Bu konuda da en iyi örneklerden biri
elbette ki Demokrat.
-Yeni yazarlar katılacak mı ya da
yeni projeler var mı?
Hayat sürekli devinim halinde. Ben de sürekli yeni yazarlara yer
açmaktan yanayım. Eski yazarlarımızın da bu konuda dayanışmacı
olması, periyodu belki seyreltmesi önemli olabilir. Yeni bir
projemiz daha var ekimin başında gerçekleşecek. BirGün artık görsel
medyaya da içerik üreten bir medya üretim merkezine dönüşüyor.
Bunun duyurusunu en kısa zamanda yapacağız. Yeni yazar ve
muhabirler de elbette katılacak.
- BirGün’lük Festival de çok
konuşuldu, olumlu bir hava yarattı. Önümüzdeki yıl da sürecek
mi?
Ben bu denli etki yaratacağını düşünmemiştim. Arkadaşımız Ümit
Bektaş bu konuda gerçekten çok çalıştı ve genç arkadaşlarımızla
birlikte çok iyi bir iş çıkardı. Biz içerideki arkadaşlar olarak
tanıtımla biraz uğraştık o kadar. Yapalım diyorsa seneye de
yaparız, son karar onundur.
-Demirtaş’ın “BirGün’dü değil
mi?” çıkışı da gösterdi ki, ‘yetmez ama evet’çi çevrede BirGün
haseti var. Siz önce sert bir tweet sonrada Selahattin Demirtaş’ın
telefon ettiğini söylediniz, bu haseti nereye
bağlıyorsunuz?
Sorumluluğunuz varsa ona göre davranmalısınız. Ben o gülme
hadisesini duyduğumda il dışındaydım. Bir süre bekledim, tepkilere
baktım. O akşam bir şey yazmadım. Ama ekşi sözlük, twitter vb…
mecraları takip ettim. Muhabir arkadaşımızla ilgili “hanım kızımız”
söylemi ile başlayan hakaretleri takip ettim. Takdir edersiniz ki
BirGün’ün de bir çevresi var, okurları var en önemlisi de
çalışanları var. Siz kurumunuza, çalışanınıza bu tarz haksızlıklar
varken susarsanız yöneticilik yapamazsınız. “Bu kızımız” diye
başlayan cahilce eleştiriler yapılan Ömür Şahin, yıllarca merkez
medyada çalışmış ancak tüm kariyerini, yüksek maaşları elinin
tersiyle itip Gezi sonrası BirGün’ü tercih etmiş bir isimdir. İnsan
bir Google’da arama yapar eleştirmeden önce. Demirtaş’ın sandık
müşahidi olan Ömür’ü, Demirtaş’ın kampanyasının destekçileri linç
etmeye kalktı. Bunu bile bilmiyorlardı. Benim soruları onun eline
tutuşturduğumu yazdılar. Bense Antalya’da uyuyordum. Onlar bir
kadının eline soru tutuşturulmadan soru sorabileceğine bile
inanamayacak kadar demokratlar, feministler! Bu haksızlığa karşı
sussam o muhabirin de okurların da yüzüne bakamazdım. Ben de yazdım
bir şeyler. Ancak ondan soran öfke Demirtaş’ın şahsına yöneldi.
HDP’ye yöneldi. HDP de Demirtaş da siyaseten eleştirilir ancak,
öyle tepkiler vardı ki sola yakışmadı. Demirtaş aradı yanlış
anlaşıldığını söyledi. Böyle bir söylemden sonra bu saldırıları
durdurmam gerekirdi. Dayanışmadan bahsediyorsak doğrusu budur. Bir
insan özür diliyor, kesinlikle öyle bir kastının olmadığını
söylüyorsa biz ona inanmak zorundayız. “Hemen de çark ettin ha”
dediler. Çünkü onlar sırtında yumurta küfesi taşımıyor. Solu değil
kendi hınçlarının peşindeler. Bu doğru olmazdı. Liberallerin
hasetine gelince adı üzerinde haset. Daha diyecek bir şeyim
yok.
-Ekimde Erdoğan’ın şikayeti
üzerine hakim karşısına çıkacaksınız. Bu baskılardan korkmuyor
musunuz?
Solun tarihinde nice insanlar öldürüldü, işkencelerden geçti hapse
girdi. Gezi’de gencecik fidanlarımız öldü. Bir canımız var başka da
kaybedecek bir şeyimiz yok. Erdoğan’a saygı da duymuyorum,
korkmuyorum da… Halkın bir kısmı Akit gazetesi okuyor diye nasıl ki
saygı göstermiyorsam Akit denen şeye, Erdoğan’a da saygı
duymuyorum. Nazik olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim. Ha bu arada,
davaya giderken bozuk para bile götürmeyeceğim. Ne olur ne olmaz
çalınabilir. Sadece kurabiye götüreceğim!
Barış İnce Kimdir?
1982 yılında İzmir’de doğdu.
Karşıyaka Anadolu Lisesi’nde ortaöğrenimini tamamladı. İstanbul
Üniversitesi’nde İngilizce İktisat lisansı, Yıldız Teknik
Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Yüksek lisansı okudu. Infomag,
BusinessWeek gibi uluslararası dergilerde muhabirlik, editörlük
yaptıktan sonra 2007 yılında BirGün gazetesine girdi. 2009 yılından
bu yana gazetede Yazıişleri Müdürlüğü görevini
sürdürüyor.