Birand, Muhtar'ın verdiği pası gole çeviremedi...

Unutmasın ki Vehbi Bey (merhum) "Bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir" demişti...

ADNAN BERK OKAN

Üzerinden tam 14 yıl geçti...
Mehmet Ali Birand, "32. Gün"ü Show TV için çekiyordu...
Refahyol Hükümeti görevi bırakınca Tansu Hanım'la ilgili bir tür belgesel hazırladığını söyleyerek benimle de görüşmek istediklerini iletti.
Stüdyolarına davet edildim ve söz verdiğim saatte gittim.
45 dakika, Tansu Hanım'la ilgili şeyler sordu bir genç ve güzel hanımefendi.
Sıkılmıştım...
Çünkü tevdi edilenler, incir çekirdeğini doldurmayacak “Kardak, çardak, Susurluk, kurşun atan şerefli mi? şerefsiz mi?” türünden sorulardı...
Ben de gırgır cevaplar veriyordum...
Sonunda dayanamayıp sordum:
“Ne zaman bitecek?”...
“Son bir sorum olacak”.
“Buyrun sorun”.
“Bazı köşe yazarları size ‘Çiller’in Yalakası’ diyorlar. Bu konuda ne diyorsunuz?”

Usta bir tiyatrocu ve sinema oyuncusu olan Aydemir Akbaş anlatıyordu...

“Tarabya’da yanıma gelip bir şeyler sordular. Ben de bazı cevaplar verdim. Sonra o çekilenin bir  film olduğunu öğrendim. İzleyenler anlattılar. Adamın biri yanıma gelip, karı satıp satmadığımı soruyormuş. Ben de “parasına göre kadın var” diye cevap veriyormuşum. Sizin anlayacağınız ben o filmde haberim bile olmadan bir pezevengi oynuyormuşum.”

32. Gün ve Mehmet Ali Birand da bana aynen, Aydemir Akbaş'a oynanan oyunu oynadı...
Allah tarafından Birand beni "pezevenk" değil de sadece "yalaka" olarak takdim(!) etti...
İsteseydi (!) ikisini de aynı anda yapabilirdi...


Her zaman iyilik düşünen beynim o anda da tuzağa düşürülebileceğime ihtimal vermedi.,.
Şöyle dedim:
“Eğer ülkem için faydalı olacağına inandığım bir lideri, doğru eleştiriler ışığında desteklemek yalakalık ise; evet ben bir yalakayım. Ya da o yazarların deyimiyle Çiller'in yalakasıyım...”.
Perşembe gecesi program yayınlandı.
Ben ekrana geldim ve sadece 3 saniye göründüm.
Ne mi dedim:
“Evet ben bir yalakayım”
Aradan, "Ya da o yazarların deyimiyle" bölümü atılmıştı ve şöyle devam etmiştim: "Çiller'in yalakasıyım...”.

Vıcık vıcık riya...

İlerleyen günlerde Mehmet Ali Birand ile İstanbul-Ankara uçağında karşılaştık. Bana yapılan ayıbı hatırlattım.
Güldü...
“Öyle mi?.. Üzüldüm... Sahiden ayıp etmişler” dedi..

Oysa o günlerde (28 Şubat medyasında) adım "kaba, küfürbaz” olarak lânse ediliyordu...
Birand hatırlayacaktır...
O vıcık, vıcık riya kokan cevabından sonra bile tek kelime kötü söz seylemedim...
Zaten ne makalelerimde küfür ediyordum...
Ne de TV konuşmalarımda...
Ara sıra "Çetin Altan küfürü" denilen içinde "hakaret" ve "aşağılama" olmayan ama hoş kelime oyunlarıyla süslenmiş bazı cümleler üretiyordum (bunlardan birini sol yandaki kutucukta okuyabilirsiniz)...
Onu da yapmadım Birand'a karşı...
Peki ne yaptım?..
Sadece güldüm...
Güldüm ama Türkiye gazeteciliği adına yürek yakan bir gülüştü bu...

28 Şubat sürecinde Hürriyet'te yazan gerçekten küfürbaz ve müfteri bir yazar ve televizyon yorumcusu için:
"Hayatında en zevk aldığın yerin sıkıyorsa gel ekranda hesaplaşalım" diye yazmıştım...
Yazar kendisine "hakaret"  ettiğim iddiasıyla aleyhimde  davası açtı...
Neymiş?..
Arkadaşa "eşcinsel" demişmişim...
Ve de Savcılığa suç duyurusunda bulundu...
İfademde, "yazar olarak elimden, televizyon yorumcusu olarak da dilimden zevk alıyorum, Müşteki de hem yazar hem televizyon yorumcusu. Onun da benim gibi elinden ve dilinden zevk aldığını düşünmüştim ama başka yerinden daha çok zevk aldığı hiç aklıma gelmemişti" dedim...
Buna rağmen Savcı dava açtı ama mahkemede "beraat" ettim...


Mehmet Ali Birand'ın, yarın bir gün mutlaka yüz yüze bakmak zorunda kalacağı Reha Muhtar'ın kendisine soru sorarak verdiği fırsatı "efendi bir üslûpla" kullanmak yerine, "Pisliğin önde gideni" gibi çok çirkin, düzeysiz, kaba, aşağılayıcı bir küfürle cevaplandırması çok kötüydü...
Unutmasın ki Vehbi Bey (merhum) "Bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir" demişti...
Yani...
"Uydurulmuş bile olsa hakkınızda söylenmiş bir kötü söz, sizin o kötülüğü yapmış olmanızdan bile beterdir"...

Bir katilin "ben öldürmedim" deyişi tabii ki kimse tarafından ciddiye alınmaz ama bir katil, bir gazeteci/televizyoncu için "benden oğlu için imzalı fotoğrafımı istedi" diyorsa bu bir "çamur" değil, "zifttir" ve yapışır kalır...
Reha Muhtar tam da zamanında bir açıklama fırsatı verdi Mehmet Ali Birand'a...
Yani "pas" verdi "al da at" dercesine...
Ama...
Mehmet Ali Birand topu altı pas içinde kaleye yuvarlayacağına, taca attı...

Oysa...
Benim için "Çiller'in Yalakası" dedikodusunu ortaya attıktan sonra bir canlı yayında işin aslını anlatabilmem için cevap hakkı verseydi bana, ömrümün yarısından vazgeçebilirdim...
Üstüme attığı zifti 14 yıldır silemedim...

adnanberkokan@gmail.com