Birand ailesini devlet bile yıkamadı!
Mehmet Ali Birand'ın 43 yıllık eşi Cemre Birand, Ayşe Arman'a konuştu. Tabii ki sorular içinde gazetecilik değil aşk meşk meseleleri ağırlıkta...
İŞTE O RÖPORTAJDAN ÇARPICI BÖLÜMLER
Türkübü'nde bir ev. Tepelerde. Koya bakıyor. Güzel bir ev. Gösterişsiz, zevkli. Mis gibi bir rüzgar esiyor. Begonvil, begonvil, begonvil... Aşağıda beyaz bir tekne duruyor, bu yaz hep o tekneyle gezmişler. Umur Birand, "Ne içersin?" diye soruyor, buz gibi bir cin tonik getiriyor.
Minik oğlu Umberto Ali'den söz ediyor, karısı Caterina geliyor onunla sohbet ediyoruz. Ve işte Cemre Birand. Kırmızı elbisesiyle karşımızda. Kendisini iyi ifade eden, çok açık sözlü, kıvırması, yalanı-dolanı olmayan, net bir kadın. Ve komik. Ve dobra. Ve tatlı. Ve kocasına ölesiye bağlı bir kadın. Kocası Mehmet Ali Birand'ı hepimiz tanıyorduk, sıra Cemre Birand'da. Ona hem 43 yıllık evliliklerinin sırrını, hem de Mehmet Ali Birand'ın hastalığını sordum...
- Mehmet Ali Birand'ı ilk nerede gördünüz?
- 33 diye bir kulüp vardı Harbiye'de, ailecek gitmiştik. Ercüment Karacan, Abdi İpekçi... O yıllarda öyle gezilirdi. Orada gördüm. Ama gözüm, Mehmet Ali'de değil, gruptaki diğer adamlardaydı...
- Nasıl yani?
- E onlar daha yakışıklıydı! Faruk Süren vardı mesela, Semih Sohtorik, Memiş Ebüziya...
- Siz hep böyle misiniz? Lafınızı hiç sakınmaz mısınız, dan dan söyler misiniz?
- Tabii. Mehmet Ali diyor ki, "Ben hatırlıyorum, sen dönüp dönüp bana bakıyordun!" O öyle zannediyordu.
- Kaç yaşındaydınız?
- 20. Fransa'da Siyasal Bilgiler okuyordum. Türkiye'ye yazları geliyordum.
- Sonra?
- Bitirdikten sonra, Milliyet'te çalışmaya başladım. Beni dış haberlere Sami Kohen'in yanına verdiler. Sami Kohen, Mehmet Ali'nin patronuydu. O odada Altan Erbulak, Halit Kıvanç, Sami Kohen ve Mehmet Ali vardı. Beni de Mehmet Ali'yle yanyana oturttular. Derken akşamları beraber döner olduk, benim arabam vardı, onun yoktu. Ben onu Kadıköy vapuruna bırakıyordum, sonra çay içmeye başladık. Sonra yemeğe çıkmaya başladık. Üç sene filan flört ettik.
- Nesinden etkilendiniz?
- Bu Galatasaraylı erkeklerin bir janrı vardır tabii. Değişik geldi. Ben kolej muhitinden gelmiştim, Arnavuktöy Kız Koleji, Robert Kolej... Galatasaraylılar farklı. Filozofiden anlarlar, Sartre'dan konuşular. Mehmet Ali de çok tatlı dilliydi. Bir de tabii bana yüz vermedi. Belki de esas sebep bu!
- Bu da iyiymiş!
- Evet, yemeğe çıkardık mesela, saat 12'ye doğru, "Ben gidiyorum" der, beni birilerine bırakır kaybolurdu. Disiplinlidir Mehmet Ali, kafasına koymuş, 12 vapuruna yetişecek. Yetişirdi. "Bir yarım saat daha kal" derdim, kalmazdı.
ÇOK SAĞLAM BİR AİLEYİZ BİZİ DEVLET BİLE YIKAMADI
- Kurduğunuz aileyi nasıl sıfatlarla tarif edersiniz?
- Sağlam, güçlü... Devlet bile bizi yıkamadıktan sonra! Çok uğraştılar. Askerler bir taraftan, devlet bir taraftan. 'Kürt meselesi' lafını ilk eden de Mehmet Ali'dir bu memlekette. Mehmet Ali, Avrupadakiler nasıl gazetecilik yapıyorsa, öyle yapmaya çalıştı. Bambaşka bir anlayış getirdi, öncülük yaptı.
- Ailenizin direği mi, hayatınızın güneşi mi?
- Öyle. Mehmet Ali bana dünya dört köşe dese, inanabilirim. Biraz dururum ama inanırım. Ona hayranlığım hiç geçmedi.
- İki oğlunuz var gibi mi hissediyorsunuz?
- Yok, oğlum Umur'la birlikte bir çocuğumuz var gibi hissediyoruz. Onu koruma hissi vardır ikimizde de.
- Birbirinizi özgür de bırakmışısınız...
- Tabii tabii. Beni hiç sıkmadı. Tatillerimizi hep birlikte yaptık. Ama onun dışında ben 15 gün Pasifik'e gidiyordum mesela, gelmezdi, "Nereye gidiyorsun, ne yapacaksın?" diye sormazdı.
- Siz peki? Kadınlar gücün ve şöhretin peşinde pek dolaşırlar. Hiç endişelenmediniz mi?
- Endişelenmez miyim? Her ay Türkiye'ye gidip geliyordu, kafamın arkasındaydı bunlar.