Bir porno yıldızıyla da konuşurum, bir imamla da...
Sayım Çınar, yaptığı provokatif haberlerle dikkat çeken Işıl Cinmen'le keyifli bir sohbet gerçekleştirdi
GAZETECİLER.COM - ÖZEL
İÇERİK
SAYIM ÇINAR
Işıl Cinmen, kimseye eyvallahı olmayan, dik kafalı, sıradışı genç bir gazeteci. Onu 'Bilgi Üniversitesi porno skandalı' haberiyle tanıdık. Daha sonra Habertürk'ten kovulmasına sebep olan 'Eş değiştirme' yazısıyla gündem yarattı. Bu tip provokatif haberleriyle tanınsa da aslında o, Kürt sorunu hakkında yaptığı röportajlarla Musa Anter Gazetecilik Ödülü'ne layık görülmüş bir gazeteci. Şimdi Yeni Yüzyıl Gazetesi'nin haftasonu eklerinde yazıyor ve röportaj yapıyor. İleriki zamanlarda adını sık sık duyacağınız Işıl Cinmen'le yaptığımız bu keyifli söyleşiyle sizi baş başa bırakıyorum.
Çocukluğundan başlayalım. Çocukken de
böyle dik kafalı mıydın?
Ağzımdan çıkan ilk kelime "Hayır" olmuş, gerisini
sen düşün. Kalabalık, solcu bir avukat komününün tek çocuğu olarak
istanbul'da dünyaya geldim. Annem ve babam avukat. Doğduğumda
çevrede kimsenin çocuğu yoktu. Ben büyüyene kadar da yapmaya
cesaret edemedikleri söylenir çünkü zor bir çocuktum. Bebekken bile
direnişçiydim. Hayat felsefem uzun bir süre boyunca 'ne diyorlarsa
tersini yap' olarak kaldı, lanettim anlayacağın...
Fransız kolejlerinde okudun, onların disiplini dillere destandır. Seni mum gibi yapmış olmalılar!
Muma benzer bir halim mi var? Ortaokulda Sainte Pulchérie'ndeydim; tek erkeğin din öğretmeni olduğu bir ortam! Kızlarla 5 yıl! Orada Fransızca hariç çok şey öğrendim; kadın kesiminin saf analizi için bulunmaz bir fırsattı doğrusu... Lisede Saint Benoît'ya geçtim. O da, biraz Fransızca, biraz erkekler, gece parti, gündüz ders derken bitti.
RÖPORTAJ YAPACAĞIM, PARA
MARA İSTEMEM
Sonra New York macerası mı başladı?
Hayır, önce Bilgi Üniversitesi... Üniversiteye başladığımda bana bir şeyler oldu. 19 yaşına kadar ileri kopya çekme teknikleri dışında hiçbir derse ilgi duymamıştım. Ama Bilgi'de, Medya ve İletişim Sistemleri'nin ilk dersinden itibaren harıl harıl çalışmaya başladım. Hatta gece çıkmayı çok sevdiğim için kendime bir fener aldım, geceleri Kemancı'da falan bile çalışıyordum! Birinci sınıfın sonunda "Gelecek yıl başarı bursu almaya hak kazandın" dediler. Annem dışında kimse inanamadı. Hatta babam şaşkınlıkla, "O burs alırsa, ben ona Bursa'yı alırım" gibi iddialı sözler bile söyledi. Mezun olunca New York'a gittim.
Bizim tanışmamızı sağlayan 'Bir Isırık New York' kitabını yazmanı sağlayan dönem... Neler kattı sana New York?
İki yıl kaldım orada. New York Üniversitesi'nde gazetecilik
dersleri aldım, İngilizceyi ilerlettim. Muhteşem yıllardı; beynim
açıldı, ufkum iki katına çıktı.
Dönünce bildiğin gibi Bir Isırık New York'u yazdım
ve senin müthiş kitap ajanlığın sayesinde daha 25 yaşında bir
kitabım oldu! Gel bir öpeyim...
Hahaha sağol. Gazeteciliğe nasıl başladın?
Roll dergisini hatırlıyorsun değil mi? Şahane bir müzik dergisiydi. Üniversitenin ilk yıllarında bir gün dergiye gittim çat diye. Yücel Göktürk yayın yönetmeniydi, ona şöyle dedim: "Ben Işıl, size röportaj yapmak istiyorum. Para mara da istemiyorum." "Yap, görelim" dedi. Böyle başladı... Taptığım rock starlarla röportajlar yapmaya başladım. Radikal'in o zamanki eki Radikalgenç'e de sürekli yazıyordum, onlarca okur mektubu alıyordum. Havamdan geçilmiyordu.
KORKUDAN TİR TİR
TİTRİYORDUM
Güzel bir giriş. Profesyonel olarak nasıl
başladın?
Amerika dönüşü işe başlamamak için elimden geleni yaptım. Çünkü
nasıl korkuyorum, nasıl tir tir titriyorum 'ya olamazsam, ya
yapamazsam' diye... "Neyi yapamazsan?" diye sorsan, bilmiyorum.
Hayli cesur biriyimdir ama yok yani, elimden bırakmadığım
gazetelerin kapısından adım atamadım korkudan.
Nasıl yendin korkunu?
Bana kalsa hala evde korkuyla oturuyor olurdum bence. Neyse ki 'hayat mentorum' dediğim Ersin Salman, duruma el koydu. Bir gün aradı ve "Artık çalışmaya hazırsın. Yarın Mehmet Yılmaz'la görüşeceksin" dedi, telefonu kapattı. Hiç unutmuyorum o gece, "Umarım İkitelli'ye giderken kaza yaparım, hastaneye giderim de Mehmet Yılmaz'a gitmem" diyerek uyudum.
Alemsin. Ne oldu o gün?
Gittim, görüştük. Duvarında Fenerbahçe forması giyen bir Che
Guevara fotoğrafı asılıydı, ben cesaret almak için sürekli Che'ye
baktım. O odadan çıkarken Tempo'da işe başladığımı düşünüyordum.
Meğerse işler öyle yürümüyormuş, stajyer olmuşum.
Yıkılan dünyamı toparladıktan sonra kendimi 'baş stajyer' ilan ettim ve deli gibi çalışmaya başladım. Birkaç ay sonra kadrodaydım.
Ve daha işe başlar başlamaz 'Bilgi üniversitesi'nde
porno skandalı' haberiyle ortalığı birbirine
kattın.
Evet, öyle oldu. Böylece haberin gücünü anlamış oldum. Tempo'da
stylingler, moda haftaları, oyuncu röportajları falan derken
"Artık haber yapmak istiyorum" deyip bianet'e
başladım.
BİR PORNO YILDIZI DA OLABİLİR, İMAM DA...
Kadın modasından kadın haklarına savruldun
yani...
Evet, ifade özgürlüğü editörü olarak başladım. İlk haber
toplantısında, işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak için önerilen
haberleri not alıyordum. İkinci saat biterken, üçüncü sayfanın
sonundaydım. "Bu önerilen haberler ne zamana yapılacak?" diye
sordum. Yüzüme tuhaf tuhaf bakıp "Bugüne?"
dediler. Aylık dergici ışıl o an bitti. Röportaj yaptığım
oyuncuların yerini çatışmalarda öldürülenlerin yakınları, moda
haftalarının yerini Hrant Dink davaları aldı. Ritmim, ilgilenmem
gereken konular, her şey değişti. Haber etiğine dair bildiğim ne
varsa bianet'teyken öğrendim, büyük bir okul oldu benim için.
Sen daha çok lifestyle yazılarınla biliniyorsun ama
bianet'teyken Kürt sorunu hakkında yaptığın röportajlarla Musa
Anter Gazetecilik Ödülü aldın. Neden o türde gazetecilik yapmaya
devam etmedin?
Tek alana konsantre olamıyorum. Bana "Uzmanlığın
ne?" diye sorduklarında boş boş bakıyorum. İyi gözlem
yaparım; neyi gözlemlediğimin pek bir önemi olmaz. Bir kişi ya da
konu, ilginç geliyorsa, merak ediyorsam, heyecanlandırıyorsa konu
kapanmıştır; bu bir porno yıldızı da olabilir, bir imam da, bir
PKK'lı da, bir asker de... Hiçbir zaman siyasetçilerle politika
konuşmak ilgimi çekmedi; onlarla hayatlarını, nasıl insanlar
olduklarını konuşmayı daha heyecan verici buluyorum. Ayrıca hayata
dair haber yapmak, siyasete dair haber yapmak kadar ciddi bir iş.
Hatta bazen daha zor oluyor çünkü tabu kıracaksan da onu dikkatle,
özenle, herkesin anlayabileceği gibi kırmalısın.
YÖNETMEKTEN DE,
YÖNETİLMEKTEN DE HOŞLANMIYORUM
Sonra ani bir geçişle Habertürk sitesinde yan yayınlar
yönetmenliği görevine getirildin ama kısa bir süre sonra
müdürlükten ayrıldın. Neden?
Yönetmekten de, yönetilmekten de hoşlanmıyorum. Biraz başına buyruk
bir insanım; başkasının işinden sorumlu olmayı ya da başkasını
kontrol etmeyi sevmiyorum. Yönetici olduğun zaman bambaşka
dengelerin içine giriyorsun, bu bana göre değil. Kendimi iyi
tanırım ve öncelikle kendime karşı olan sorumluluğumu ciddiye
alırım. İnsan onun becerebildiğinde gerisinde fazla sorun çıkmıyor
zaten, yönetilmen de gerekmiyor. Şu ana kadar çalıştığım her yerde
iyi yayın yönetmenlerim oldu. Hepsi beni geliştirdi, olabildiğince
özgür bıraktı ve önümü açtı. Büyük konuşmamak gerekiyor ama bir
daha yöneticilik yapmak isteyeceğimi sanmıyorum.
Habertürk'te iyi gidiyordun ama 'Eş değiştirme' haberin
sebebiyle olaylı bir şekilde oradan ayrıldın. Ne
oldu?
Ayrılmadım Sayım, kovuldum. Habertürk'te mutluydum, yayın
yönetmenim ve müdürlerimle de iyi çalışıyorduk. Swinger çetesi
yakalandığında, benden Türkiye'deki swinger'ları araştırmamı
istediler. Ben de araştırdım, bir yazı yazdım ve bir çiftle
röportaj yaptım. Yazı denetimden geçerek, müdürlerimin bilgisi
dahilinde yayınlandı ancak sonra bir üst merciden gelen taleple
işime son verildi. Biz de tam anlamadık, gerçek sebebin o yazı
olduğunu sanmıyorum. Çok da önemsemiyorum ve bu konuda konuşmak
istemiyorum. Birebir çalıştığım insanlar, gönderilmemi engellemek
için ellerinden geleni yaptı, benim için önemli olan buydu. Geldi,
geçti, olur böyle vakalar.
Artık Yeni Yüzyıl Gazetesi'ndesin. Bir köşen var,
röportajlar yapıyorsun. Memnun musun?
Sıfırdan başlayan yeni bir gazetenin içinde olmak çok öğretici, iyi
bir deneyim. Elbette zorluklar oluyor, düzene oturmak kolay
olmuyor. Ama bence gazete iyi gidiyor. Herkes canla başla
çalışıyor, iyi bir şey üretmek için elinden geleni yapıyor.
YAZARKEN KENDİ KENDİME
KONUŞUYORUM
Çalıştığın yerlerde gazeteye her gün gitmediğin biliniyor.
Bu Türk medyasında pek alışılagelmiş bir durum değil ancak ünlü
köşe yazarları bu şekilde çalışıyor. Sen nasıl bu düzeni
oturttun?
Kendi haberini yapan, yazı yazan ya da röportaj yapan kişilerin her
gün 9-6 gazetede bulunmaya zorlanmasını yanlış buluyorum. Haber de,
hayat da dışarıda... Kendini sokaktan, hayattan beslemezsen ne
yazacaksın? Ne anlatacaksın? Gazetecilik masa başında yapılacak bir
iş değil, masa başına sadece yazı yazmak için oturmalısın. Haber,
gazeteye zamanında geliyor mu? İstenileni veriyor mu? Tatmin ediyor
mu? Önemli olan bunlar... Yalnızca toplantılara katılıyorum ve
sayfa yapıldığı sırada mutlaka gazetede olmaya özen gösteriyorum.
Son üç yıldır bu sistemi kendim için oturtmayı başardım. Diyorum
ki; "Beni özgür bırakın, sonra dileyin benden hangi haberi
dilerseniz!" Sonuçta çok çalışıyorum ve elimden geldiği
kadar fazla üretiyorum; bunu biliyorlar, fazla sorun
yaşamıyorum.
Nerede yazıyorsun?
Odamdaki masamda. Gece daha kolay yazıyorum, ezkaza gündüz yazmam gerekiyorsa tüm perdeler kapalı olur. Özellikle röportajları düzenlerken yedi, sekiz saat masadan kalkmam. Yazı yazarken kendi kendime konuşurum, konuştuğum gibi yazarım. Kafam durursa, kafası zehir gibi, kendisi de karınca gibi çalışan bir asistanım var, Funda Duru, onu ararım, hemen beni toplar.
Ergin Cinmen ve Mebuse Tekay'ın kızısın. Baban da annen
de tanınmış, önemli hukukçular ama sen kendine çok daha farklı bir
yol çiziyorsun. Toplumda tepki oluşturan, provokatif haberler
yapıyorsun. Baban kulağını çekiyor mu arada?
Babam, işim konusunda bana karışmaz fakat başta biraz zorlandı.
Sonuçta ne kadar medeni, açık görüşlü bir baba da olsa sonuçta baba
işte! Ama artık alıştı bence, tek kaşını kaldırıp, gözlerini de
havaya dikerek "Neyse, iyi olmuş" diyor hahaha. Annem ise her zaman
arkamdadır.
DUVARDA ÇATLAK
OLUŞTURMALIYIZ
Ülkenin içinde bulunduğu durum senin yaptığın işi
zorlaştırıyor mu? Her gün kötü haberler gelirken sen eğlenceli,
hayata dair işler yapmaya devam ediyorsun. Zor olmuyor
mu?
Olmuyor, Türkiye'de ben doğduğumdan beri işler hep karmaşık. Evet,
belki bugünkü kadar zor değildi ama hep zor bir ülke oldu burası.
Norveç'te yaşamadığımıza göre bunca acıya rağmen yaşama tutunmayı,
nefes almayı, elimizdeki biricik hayatı siyasete kurban vermemeyi
öğrenmek zorundayız. Dikte edilen gündemin içinde yaşamak insanı
köreltir, kendi gündemimizi oluşturmak, yaymak yararlıdır.
İnsanların iliklerine kadar işleyen bir tahakküm mekanizması var;
siyasetle yatıp, siyasetle uyanıyoruz. Hayat yalnızca bu olabilir
mi? Çok yazık değil mi? Değişim ve normalleşme için herkes elinden
geleni yapmalı ama bunun için tek bir yöntem yok. Duvarda daha çok
çatlak oluşturmalıyız ki, sızabileceğimiz, yaşayabileceğimiz
alanlar genişlesin...
Pırıltılı birisin ve ilginç röportajlar yapıyorsun. Son dönemde Nejat İşler, Teoman, Ahmet Mümtaz Taylan gibi isimlerlerle yaptığın röportajların yanı sıra geçmişte translarla, homoseksüellerle yaptığın önemli röportajlar vardı. Belki Survivor bitince Yılmaz Morgül'le de konuşmalısın, cinsel yönelimi üzerinden baskı görüyor şu anda. Biz homofobik bir toplum muyuz?
Homofobik bir toplumda yaşadığımız doğru. İstanbul'un belli bölgelerinde bu tabu yavaş yavaş kırılsa da ülkenin genelinin konuya nasıl önyargılı baktığı aşikar. Bu önyargılarla mücadele etmenin en iyi yolu, farklı cinsel yönelimleri görünür kılmak, onlara olabildiğince konuşma alanı yaratmak. Çünkü ancak bilgi, anlayışı geliştirir. Anlayınca, kabul kolaylaşır. Kabul edince önyargılar kırılır. Böylece farklı cinsel yönelim ya da kimliklere sahip insanların üzerindeki gereksiz yük hafifler. Zaten hayatları kolay değil, hem kendileriyle, hem aileleriyle, hem çeşitli ayrımcılıklarla aynı anda uğraşıyorlar. Bu yüzden medyanın bu konuda doğru dili kullanması, doğru soruları sorması, durumu doğru perspektifle sunması çok önemli. Kimse ne doğduğuna, ne olduğuna, ne ailesine, ne topluma boyun eğmek zorunda değildir. Aynanın karşısında kendine karşı dik durabiliyorsan, önünde boynunu eğeceğin kimse kalmaz. Röportaj yaparken bu fikrin altını doldurabilecek kişilerle konuşmaya özen gösteriyorum.
KÖTÜ SÖZLERE HİÇ TAKILMAM
Bu tip tabulara parmak basan haberlerine kötü yorumlar
geldiğinde, hakkında kötü şeyler söylendiğinde üzülüyor
musun?
Hayır, hiç. Önceki gazetelerden birinde evliliği sorgulayan bir
yazıma yüzlerce korkunç yorum gelmişti, hem de o gazete için
yazdığım ilk yazıydı. Yayın yönetmenim yanına çağırdı: "Ne
düşünüyorsun yorumlar hakkında?" diye sordu. "Bu
kadar sinirlenmelerine sevindim" dedim. Demek ki bir
duvara çarptı; sert çarpınca, duvarda bir çatlak oluşması
kaçınılmaz olur. Eleştirileri dikkate alırım ama kötü sözlere hiç
takılmam.
Televizyona geçmeyi, program yapmayı düşünüyor
musun?
Teklif aldım ancak aşırı korkuyorum.
Neden korkuyorsun?
İnsanlar sokakta beni tanırsa diye ödüm kopar! Rahatına düşkün
biriyim; hareketlerimi kontrol altında tutarak yaşamak istemem,
beceremem de zaten... Hem ben yazı yazmayı seviyorum; herkes
sevdiği, yapabildiği işi yapsın, böylesi daha iyi.
Kendini hangi sıfatlarla tanımlarsın?
Şeffaf, direkt, dengesiz. Ve bağımsız...