Bir gazeteci için en kötü paranoyadır bu!..
Kendimize, vicdanımıza sormamız gereken tek bir soru var: "Aldanmak da suç mudur?"
ADNAN BERK OKAN
Gençleri, siyasi ve ideolojik tarafları ne olursa olsun suçlamadan önce her zaman düşünmüşümdür…
Hareketlerinde “kasıt” mı var?..
Yoksa “samimiyet” mi?..
Bu notu düştükten sonra “Soğuk Savaş Öncesi” dönemi de biraz hatırlayalım…
O dönemde Batı, Komünist Sovyetlerden gelen tehdide karşı milliyetçileri kullanmıştı.
Ve…
O çocuklar gerçekten milliyetçiydiler…
Ve…
O çocuklar gerçekten vatan için iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlardı…
Zaten…
Bütün hayatları boyunca bunun için (Komünizmle mücadeleyi, vatan sevgisi uğruna yapmak için) eğitilmişlerdi.
Başka bir şey düşünmelerine, hele ki özgürce muhakeme yapmalarına asla izin verilmemişti…
Yani ey güzel insanlar!..
Bazı kişi ve kurumların eylemleriyle söylemlerindeki samimiyeti tartışırken bu gerçeği de gözden ve akıldan uzak tutmamak gerektiği kanaatindeyim…
Dedikten sonra sorayım:
Gladio'nun tasfiye edilmesini hatırlıyor musunuz?..
O halde izninizle…
Hatırlamayanlar ve bilhassa da, Gladio’yu bilmeyen gençler için kısaca hatırlatayım…
Sevgili gençler…
Yetmişli ve seksenli yıllarda Gladio'nun kullandığı milliyetçileri ve vatanseverleri (Acaba bu iki kavram aynı şey demek mi?.. Bir ara tartışalım) hatırlatmadan bugünü anlayamayız…
Bu hatırlama ve hatırlatmayı yaparken Doğu Bloğundaki (Sovyetler ve baskısı altındaki Doğu Avrupa ülkeleri) çöküşten sonraki başlarına gelenleri de unutmaksızın tabii ki...
Bugünlerde belki bazıları için çok abartılı olabilir ama…
O günlerdeki milliyetçi – vatansever gençleri "kullanışlı aptallar" diye tanımlamak haksızlık olur...
Çünkü…
Niceleri birer "kör âşık"tan ibarettir o gençlerin...
Ve…
Üzerinde yaşadığımız bu topraklar en çok “kör âşık” üretmekle ün salmıştır…
Ve üretim halen devam etmektedir de…
Ve hatta…
Belki eskisinden de daha hızla devam etmektedir…
Sağımız/sağınız, solumuz/solunuz ve dağlarımız/dağlarınız, okullarımız/okullarınız, camilerimiz/ibadethaneleriniz...
En çok da…
Taşlı ve taşsız mezarlıklarımız/mezarlıklarınız o “kör âşık”larla doludur halen…
Ve ey gençlik!..
Nasıl ki Gladio'nun kullandığı o kör âşıklar "vatanı tehdit edenler"le ilgili haberlere inanarak hareket ettilerse…
Bugünün (Tarafı hangisi olursa olsun dini ve milli inancı yüksek) gazetecileri de, kendilerine sunulan kaynaklardan beslendiler...
Ve bana öyle geliyor ki…
Onlar da kendi kaynaklarının memleketi ve demokrasiyi en az kendileri kadar sevdiğine inanarak o ergenekon senaryolarına, darbe planlarına, ordumuzun allak bullak edilmesine ve iyi gazetecilerin içeri atılmasına şakşakçılık ettiler...
Amman ha!..
Bunları taraflardan herhangi birini savunma amacıyla yazdığımı düşünmeyesiniz…
Ya ne yapmak istiyorum?..
Söyleyeyim:
Bu saldırıya taraf olan diğer kutupların "kör âşıklarını" bir kez daha düşünmeye davet ediyorum…
Tıpkı…
Henüz dostları veya yollarda beraber yürüdükleri günlerde herhangi bir “geometrik şekille” veya ideolojik “sıfatla” yaftalanmadan önce uyardığım gibi...
Bugüne kadar iyi veya kötü sadece gazetecilikleri ile tanıdığımız insanların birer "terör örgütü üyesi" olduğuna inanmadan önce; kendimize, vicdanımıza sormamız gereken tek bir soru var:
"Aldanmak da suç mudur?"
Ve…
Bu soruyu sorarken sadece vitrinlerdekilere…
Ya da manşetlerdekilere…
Veya kameranın önündekilere değil…
Kamera arkasındakilere de bakmalıyız...
Sonra da sormalıyız:
"Aldatmaktan çıkarı olan kimdir?"
Okuyanlar hatırlayacaklardır…
“Derin Kıyamet” isimli romanımın kapağına "Bilgi, bilmemiz istenen şeydir" diye bir cümle koymuştum…
Bilim adamlarını ve bilimsel bilgiyi tenzih ederim elbette…
Ama…
Hayatım boyunca o kadar çok, öyle de birbirine tezat bilgiler gelip geçti ki önümden…
Ve öyle çok aldandım (Aldatılmadım, aldandım.) ki…
Gel zaman git zaman "bilgi" kavramı anlamsızlaşmaya başladı gözümde...
Bilginin kendisi yerine, benim o bilgiye sahip olmamda kimin çıkarı olduğunu düşünmeye başladım.
Ve neden o bilgiyi özellikle benim bilmemi istediklerini...
Aslında bir gazeteci için en kötü paranoyadır bu!.. (Ben de 28 Şubat döneminin paranoyaklarından biriydim.)
Hatta…
Bizim gibi ezeli ve ebedi düşük-yoğunluklu-iç-savaş ülkelerinde direkt işsiz kalma sebebidir... (Ki, 1997'den itibaren 12 yıl işsiz kaldım.)
Çünkü…
Kaynağı her kim olursa olsun, sana gelen her bilgiyi tartmayı ilke edindiğini bir kez göstermişsen yandın…
Neden mi yandın?..
İstisnasız her kutuptan tüm bilgi kaynakları için direkt kullanışsız ve güvenilmez hale gelirsin de ondan…
Hatta…
Oğlum A. Samuray’ın dediği gibi "akıllılara kuzeyi anlatmak için, kuzeyden başka her yeri gösteren bir deli pusulası"na dönüşürsün…
Hâsılı, güzel insanlar…
Hukuk niyete değil, eyleme bakar…
Öyle de olmalıdır (Ne yazık ki son yıllarda bizim yargıçlarımız eylemden çok niyeti mahkûm ediyorlar ya neyse.)…
Dolayısıyla…
Şu veya bu insanların eylemlerini "samimi" bulmamızın, hukuk karşısında kıymet-i harbiyesi yoktur…
Nitekim…
Sıradan insanlar sık sık aldanabilir…
Hatta…
Bir aldanış peşinde hayatlarını heba edebilirler...
Ama be güzel insanlar…
Bir gazetecinin; istediği kadar samimi ve iyi niyetli olsun (Veya o iddiada bulunsun.)…
Eline gelen habere istediği kadar inanmak istesin…
Hiçbir şekilde aldanmaya hakkı yoktur…
Aldanmışsa eğer…
“Aldatıldım” demeye de hakkı yoktur…
Çünkü…
Gazetecinin aldanışı demek, ister istemez onu takip eden milyonlarca okurun da aldanışı demektir…
İşte o nedenledir ki…
Gazeteci, eline ulaşan her bilgiyi bağımsız kaynaklara doğrulatmakla sorumludur...
Hele ki…
Görülmekte olan bir dava üzerine haber yapıyorsa; dava somut deliller ışığında hükme bağlanana kadar, (Menfi veya müspet) en ufak bir yorumdan dahi kaçınmakla sorumludur...
Ve keza…
Nasıl ki "samimiyet" veya "vatan sevgisi" bir gazetecinin aldanması ve o aldanış peşinde koşarken başkalarını da aldatması için yeterli bir mazeret değilse…
O aldanış peşinde eyleme geçmemiş herhangi bir niyet de, evrensel hukuk için yeterli bir suç delili ve mahkûmiyet gerekçesi olamaz…
Çünkü…
Hukuk niyete indiğinde (Keşke inse) emin olun her nefis için tüm niyetler tertemizdir…
Ve çünkü…
Bir iktidar kendisine "demokrat" diyorsa eğer…
O iktidar için de hiçbir "muhalefet ihanet değildir"…
Olmamalıdır…
Ne dersiniz sevgili meslektaşlarım?..
Bundan sonra her şeyi (Ve her şeye rağmen) yargıya bıraksak daha doğru olmaz mı?..
Tabii tabii…
İktidarın da “daha demokrat” olması; hukukun üstünlüğü ilkesine iman etmesi şartıyla elbette…
adnanberkokan@gmail.com