Bir de beni dinle Balçiçek!..

Sevgili Balçiçek'in “Asıl hasta olan eşcinseller değil!” başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca....

ADNAN BERK OKAN

Sevgili Balçiçek'in “Asıl hasta olan eşcinseller değil!” başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca 45 yıl öncesine gittim…
O gece yaşadıklarımı anlatayım ve kararı sizlere bırakayım…
Bakalım bana mı hak vereceksiniz, yoksa “Eşcinsellik hasatlıktır” diyenlerin ”asıl hasta” olduğunu iddia eden Balçiçek’e mi?..

                                               ***

Bu arada küçük bir hatırlatma yapayım…
Bir Trakya kentinin tek dans orkestrasının solistiydim o yıllarda…
Düğünlerde, balolarda (bilhassa orduevinde düzenlenen gecelerde) çalıyoruz…
Bir cumartesi gecesi düğün bitti, malzemeleri topladık evlerimize gideceğiz…
Ama önce, her zaman olduğu gibi gecenin analizini yapıp birkaç şişe de bira içilecek…
Ben, sahneye çıkmadan önce (rahmetli) babacığımla birlikte evimizde bir duble rakı içiyorum ve bir daha da gelecek düğün ya da baloya kadar ağzıma tek damla içki koymuyorum…
Biracılar da zaten liseyi çoktan bitirmiş ya da terk etmiş arkadaşlarımız…

                                               ***

Cumhuriyet Caddesi’nden istasyona doğru yürürken, dükkânların birinin kapısına yığılmış bir ceket(!) görüyoruz…
Daha yaklaşınca görüyorum ki o ceketin içine gömülmüş kafa, benim biyoloji öğretmenime ait…
Aynı zamanda Doktor…
Biz arkadaşlar onu dönemin ünlü ve yakışıklı kalecisi Turgay Şeren’e benzettiğimiz için “Turgay Hoca” olarak çağırıyoruz aramızda…
Ben gayri ihtiyari, "Aaaa… Bu bizim Turgay Hoca” diyorum…
Bas gitaristimiz sanat mektebinden terk… Yani hocamızı tanımıyor ama hakkında söylenenleri duymuş…
“Şu ..ne doktor mu?” diye soruyor…
Ben de sanki hocanın başının altında yastıkmışım gibi onaylıyorum:
“Evet!”…
Burada bir saplama yapayım:

                                               ***
Hocamız sarışın, uzun boylu, düzgün vücutlu, normal şartlarda kadınların başını döndürecek kadar yakışıklı ama kulağımıza gelenlere göre “eşcinsel”…
“Küçük şehir… dedikodu” falan diyoruz aramızda ama…
“Kulampara H…n” diye tanınan bir arkadaş yemin billah, üstüne para alarak hocamızla birlikte olduğunu anlatıyor…
Dedikodular müdürümüzün kulağına gidiyor…
Hocamızla ilişkiye girdiğini anlatan arkadaşı çağırıyor...
Daha sonra hocasıyla ilgili “dedikodu” yaptığı için (ilişki kurduğu için değil) okuldan uzaklaştırıldığını dinliyoruz aynı arkadaşımızdan...
Anlatırken yüzsüz ve arsız bir sırıtış yerleştiriyor dudaklarına…
Ben bunları o anda hatırladığım için değil, hocamızla ilgili bilgi vermek için yazıyorum…

                                               ***

Ben hemen eğilip yakından bakıyorum…
Hocam sızmış…
Burnuna çakmak tutsam nefesi alev alev yanacak kadar alkol salgılıyor…
Bas gitaristimiz içimizdeki en iri yarı arkadaşımız aynı zamanda…
“Gir şunun bir koluna da kaldıralım” diyorum…
Arkadaşım tek başına sırtlanıyor hocayı…
Arkadaşlardan izin istiyorum…
Onlar bira içmek, menemen yemek için yollarına devam ediyorlar…
Hocanın evini biliyorum…
Sağlık ocağının tam karşısında…
Bas gitaristimiz sırtlanınca hoca kendine geliyor…
Mırıldanmaya başlıyor…
Adımı söylüyorum…
Beni tanıyor…
Evin anahtarını soruyorum…
Parmağı ile cebini işaret ediyor…
Çok az yürüdükten sonra hocayı evinde yatağına yatırıyoruz…
Yüzünü yıkamak istiyor…
Yardımcı oluyoruz…
Biraz kendine gelir gibi oluyor…
Sonra da sesle ve sarsılarak ağlamaya başlıyor…
Eşcinsel olduğunu söylüyor…
Bu satırları yazarken kulaklarımda hiç unutmadığım hıçkırığı var:
“Hastayım ben” diyor… “Tıpkı kleptomanlık gibi hastayım… Tıpkı kolera gibi ( o günlerde kolera salgını var) hastayım... Çok hasta tedavi ettim, kendimi tedavi edemiyorum... Talebelerim benden iğreniyorlar"

                                               ***

O olayın üstünden çok geçmiyor, biyoloji hocamız kentten ayrılıyor…
Ve yine o olayın üstünden çok geçmiyor, Günaydın Gazetesi’nde küçük bir haber gözüme takılıyor…
“…. Hastanesi cerrahlarından Op. Dr. …… ….. evinde ölü olarak bulundu.”…
Beynimden vurulmuşa dönüyorum çünkü aşağı satırlarda hocamızın intihar ettiği belirtiliyor…
Ve çalışma masasının üstünde bulunan bir mektuptan söz ediliyor…
Mektupta yazanlar bana tanıdık…
Şöyle:
“Çok hastayı tedavi ettim, onları hayata döndürdüm ama kendi hastalığımı tedavi edemedim… Allah günahlarımı affetsin. Ölümümden kimse sorumlu değil”…

                                               ***

Ben o gün, bu gündür eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inandım…
Buna gördüğüm dini eğitimi ve Lut Peygamber kavminin başına gelenleri de eklersem, öyle düşündüğüm için kendime kızamıyorum…
Ancak…
Tedavi olmak isteyen statü sahibi çok sayıda eşcinselin iyileştiğini de doktor dostlarımdan biliyorum…
Kaldı ki; eşcinsellik bir hastalık değil de gerçekten cinsel tercih olsa bir insan tercihini açıklamaktan neden utansın?..
Niçin, tedavi olmak ihtiyacı hissetsin?..
Bunları, Balçiçek’in bana da “asıl hasta sensin” diyeceğini göze alarak yazdım…