Bilmiyorsun, o halde oku be Bekir!
Senin gibi “dürüstlükten” dem vuran, “yolsuzluklarla ve hırsızlarla mücadelem var arkadaş!” diye hava atan biri.......
ADNAN BERK
OKAN
Tabii ki gece yarısından, şu yazıyı okuduğunuz saate kadar değişen
bir şey yok…
Pardon var…
Şu anda saat kaçsa, işte o kadar bir zaman değişmiş…
Madem “Takvim” diye bir şey kullanıyoruz…
Madem bütün gelişmiş dünya o yapraklara uyuyor…
O halde şu anda yeni bir yılın ilk gününün ilk saatlerindeyiz…
“Herkese sağlıklı ve huzurlu yıllar dilerim” deyip
başlayayım…
Bekir Coşkun, sadece eşinin başı örtülü olduğu
için “Gül benim Cumhurbaşkanım değil” diye
yazmıştı Hürriyet’te çalışırken…
Cumhurbaşkanı’nın dünkü
Diyarbakır ziyaretinden sonra bekledim ki;
“Korkularım azaldı mı ne?” diye bir başlık altında yazsın
yılın son makalesini…
Ve…
O huzur ortamını, cumhur ile başkanının kucaklaşmasını anlatsın
tatlı, akıcı diliyle…
“Sana mı soracaktı?” demeyin lütfen…
“Bana sorsun” demedim…
Sadece beklentimi belirttim…
Göreceksiniz ki hepimizi (Türkiye’den söz ediyorum) çok güzel ve
“UMUTLU” bir yıl bekliyor…
Dikkat!..
“GÜZEL ve UMUTLU” dedim…
“Mükemmel” veya “Muhteşem”
değil…
“Ya da Bolluk içinde” hiç değil…
Ama var ya işte o “UMUT”...
Var ya…
İşte o “UMUT” hepimizin yüreklerini ferahlatacak;
özlediğimiz refahı evlerimize getiremese de…
Neden mi?..
Dilimin yettiği, elimin izin verdiği kadar anlatmaya
çalışacağım…
Sonra döneceğim Bekir’e…
Ülkemiz hiç tartışılmayanları tartışmaya başladı…
Hem de kavgasız, gürültüsüz…
“Ya ekrandakiler mi?”..
Onları “pas” geçin…
Siz dağlardan haber verin?..
Orada var mı savaş?..
Yok…
Kan (şimdilik bile olsa) bitti?..
İnşallah seçime gidilirken tam bir barış ve huzur ortamı
yakalayacağız…
Herkes ders aldı verilen canlardan, giden paralardan…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Diyarbakır
Ziyareti”ni televizyonlardan izlemeyen kalmamıştır
sanırım…
Çünkü A-B gurubu izleyiciden tutun da
C-D-E gurubu izleyiciye kadar bütün halkımızın
görebileceği genişlikte bir kanal bandında yayınlandı o
görüntüler…
Ve…
İşte o anda (şahsen) gördüm ki bu milleti hiçbir güç
bölemez…
Ve…
İşte o anda kendi inançlarımda (Kürtlerin bölünme
istemedikleri) haklı olduğumu gördüm…
Ve…
Bir kez daha anladım ki “bölünme korkusu” sadece
bir “araç”…
Yani…
“Bölüneceğiz!” haykırışları; silah ticaretinden,
kandan para kazanmak için kurdukları “Korku
İmparatorluğu”nda “Gazetecilik ve Siyaset
Yapan”ların amaçlarını kutsallaştırmak için kullandıkları
bir araç sadece…
Cumhurbaşkanı’nın elini tutabilmek için yüreğini
koyan o Diyarbakırlı Kürt kadını mı bölünmek
istiyor?..
Cumhurbaşkanı’nı karşılayabilmek, ona yönettiği
kenti gezdirmek, makam koltuğunu ikram etmek için saatler
öncesinden hava meydanına gidip uçağın kapısında kendisini bekleyen
ve saygıyla karşılayan Diyarbakır Belediye Başkanı (hem de Kürt)
Osman Baydemir mi istiyor bölünmeyi?..
Bekir Coşkun’un “Altı Üstüne
Getirilmiş” dediği bu Diyarbakır, bu
Diyarbakırlı mı bölecek ülkeyi?..
E ayıp yani…
Bu insanlar (Cumhurbaşkanına sadakat ve sevgilerini sunan)
mı “ayrı bayrak, ayrı dil, ayrı eğitim, ayrı ordu, ayrı
bütçe, ayrı meclis” peşinde koşuyorlar?..
Şimdiye kadar hiçbir Kürt’ün ağzından
duymadığımız, hiçbir BDP’linin söylemediği,
Öcalan’ın avukatlarına sufle etmediği şeyleri
nasıl da uyduruyor şu bizim gazeteci milleti…
Napolyon boşuna dememiş "yüz bin süngüden
korkmam üç gazeteden korktuğum kadar" diye…
Bakın Bekir Coşkun ne diyor
31.12.2010 tarihli yazısında:
“Nitekim açılımın altında ne varsa üste çıktı ya; ayrı bayrak, ayrı
dil, ayrı eğitim, ayrı ordu, ayrı bütçe, ayrı
meclis...”
Yapma Bekir…
Etme eyleme be canım kardeşim!...
Biraz araştır ve “Özerk Bölge”nin ne demek
olduğunu gör…
“Yöneten Parti” ile “Yönetmeyen
Parti” modellerinin ne anlama geldiğini öğren…
“Özerk Bölge”, “Yönetmeyen Parti –
Government Party” modelinin, “Yöneten Parti –
Nongovernment Party” modelinin yerini alması demektir…
Ne ayrı bayrakla ilgisi vardır, ne ayrı bütçeyle, en ayrı eğitimle,
ne ayrı polisle vs…
Haaa…
Tabii ki “özerk Bölge” modelinde valiyi bölge
halkı seçer…
Tabii ki emniyet müdürlerini de seçilmişler atamaz, halk kendi
iradesiyle seçer…
Tabii ki zaten mevcut olan İl Genel Meclisleri bir tür özerk bölge
meclisi olur ama “bağımsız” değildir ki…
Bütün bu saydığım kurumların hepsi yine merkezi idareye
bağlıdır…
“Yöneten Parti” modeli ne midir?..
Aha işte, halen yürürlükteki modeldir…
Siyasal iktidarlar ülkeyi parti teşkilâtlarıyla el ele, kol kola
yönetirler…
Eğer iktidar partisinin il başkanı kentin valisini istemezse
hükümetin yapabileceği bir şey yoktur…
Çünkü…
Hiçbir siyasetçi (Başbakan bile olsa) parti teşkilâtını karşısına
alma cesaretini gösteremez…
Eğer iktidar partisinin il başkanı şehrin emniyet müdürünü
dilediği gibi kullanamadıysa ve “Bu müdür kansız, şerefsiz,
Allahsız, kitapsız” dediyse, yine içişleri bakanının
yapabileceği bir şey yoktur…
Eğer iktidar partisinin il başkanı devlet hastanesindeki başhekime
istediklerini yaptıramamışsa sağlık bakanına telefon açar…
Ses tonu sert ve azarlayıcıdır:
“Bu hırsızı buradan al bakan bey!”…
Bu emre hiçbir sağlık bakanı karşı gelemez…
Hem de “hırsız” dediği başhekimin, o il başkanının
hırsızlığına ortak olmak istemediğini bildiği halde emre boyun eğer
sağlık bakanı…
Örnekleri arttırabilirim…
Özerk Bölge işte bu, yıllardır gelişimimizi,
kalkınmamızı, büyümemizi, çağdaşlaşmamızı, demokratikleşmemizi
engelleyen “Yöneten Parti” modelinin tahakkümünü
yıkıp atar…
Özerk Bölge, siyasal iktidarların, teşkilâtlarıyla
el ele, kol kola verip devletin hazinesini soymalarının önüne
geçer…
Yani Bekir;
Hiç aklım almıyor…
Senin gibi “dürüstlükten” dem vuran,
“yolsuzluklarla ve hırsızlarla mücadelem var
arkadaş!” diye hava atan biri nasıl olur da “özerk
bölge”yi böylesine yanlış tanımlar, okurlarına yanlış
tanıtır…
Diyeyim ki bilmiyorsun…
Yazabildiğine göre okuman da olmalı arkadaş…
“Oku” o zaman...
Oku ve hükümeti eğer sorgulayacaksan özerk bölge modelinden niçin
korktuğu için sorgula…
Ama…
Cumhurbaşkanı ile kucaklaşan 1.5 milyon nüfuslu
Diyarbakırlıya da haklarını teslim et…
Sen de umutlan geleceğimizden…
adnanberkokan@gmail.com